Irak'ın Bir Asrından Geriye Ne Kaldı?

2021 yılının sonlarına gelirken Türkiye’nin sahip olduğu sınırlar bakımından en büyük üçüncü sınır uzunluğunu paylaştığı komşusu Irak, devlet oluşunun bir asrını geride bırakıyor. Bu anlamıyla süre bakımından neredeyse Türkiye ile aynı paralelde bir devlet süreci geçiren Irak, bugün devletleşme açısından Türkiye ile çok farklı bir konumda yer alıyor.

Pandora’nın Kutusu
ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesinin ardından yeni dinamikler üzerine kurulu bir ülkenin ortaya çıktı. Bu yeni dinamiklerin siyasetten sosyolojiye ekonomiden güvenliğe kadar hemen her konuda ülkenin yeniden yapılanmasında önemli bir rol oynadı. Bu anlamıyla ABD’nin Irak’ı işgalinin en önemli sonuçlarından biri de hiç şüphesiz ülkenin toplumsal yapısındaki tüm kırılganlıkları su yüzüne çıkarması oldu. Çoklu etnik, dini ve mezhepsel kimliğe dayalı bir nüfus yapısına sahip olan Irak’ta hemen her halkın tarihsel travmaları var. Bu noktada ABD işgalinin Irak’taki “Pandora’nın kutusunu” açtığını söylemek yanlış olmaz. Nitekim ABD işgali sonrası etnik, dini ve mezhepsel kimlik üzerinden kurulan Irak’taki siyasal sistem, toplumun alışık olmadığı bir biçimde federal yapı üzerine inşa edildi. Zira Irak’ın kuruluşundan itibaren güçlü merkezi ve otoriter yapıyla yönetildiğini söylemek yanlış olmaz. 1921’de krallık olarak kurulan Irak Devleti’nde 1958’de cumhuriyet ilan edilmiş olsa da sonraki süreçte sıklıkla darbe yönetimleri ülkeye hakim oldu. Ardından ülkenin yaklaşık son 30 yılında Saddam Hüseyin gibi bir diktatörün yönetimi altında kalmasıyla birlikte Irak halkından otoriter yönetim gittikçe pekişti. Bu nedenle ABD sonrası kurulan gevşek sistemli yönetim yapısı, kuruluşundan itibaren güçlü merkezi otoriter sistemle yönetilen Irak toplumunda boşluk, belirsizlik ve çekişmeleri körükledi. Bu içsel durum, bir anda ABD işgali sonrası federal yapı ile bir arada düşünüldüğünde “yerel krallıklar” ülkesini ortaya çıkardı. Buradan hareketle ABD işgalinin ülkenin sosyolojik yapısından devlet yönetimine kültüründen ekonomisine verdiği zarar ve ortaya çıkardığı etki uzun yıllar telafi edilemeyecek boyutta olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Nitekim Irak’taki toplumsal yapıya göre şekillenen devlet sisteminde, etnik ve mezhepsel gruplar, toplum içerisindeki ağırlıklarına göre temsil hakkı kazandı. Bununla birlikte cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı gibi makamlar da etnik ve mezhepsel denge üzerine kurgulandı. 2003’ten bu yana Irak yönetim sisteminde oluşan siyasi teamül itibariyle cumhurbaşkanlığı Kürtlere, başbakanlık Şiilere, meclis başkanlığı ise Sünnilere verildi. Bu görevlerin yardımcılıklarına ise kendilerinden olmayan Şii, Sünni ya da Kürt gruplardan birer yardımcı atandı. Bu durum her grubun ürettiği siyasetin grupsal çıkarları üzerinden şekillendirmesine sebebiyet verdi ve toplumda ciddi bir güvensizlik oluşmaya başladı. Buradan hareketle Irak toplumunun belki de en belirgin özelliğinin güvensizlik olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Bu güvensizlik tümevarımsal bir biçimde bireyden toplumun ve devletin en üst kademesine kadar çıkıyor. Bu anlamıyla Irak halkının toplumsal bir tükenmişlik sendromu içerisinde olduğu söylenebilir. Bu tükenmişlikte ABD’nin işgal yönetimi ve yeni devlet düzeninin de payı büyük.

ABD İşgalinin ortaya çıkardığı güvensiz ortam
ABD işgali ile birlikte oluşan yeni düzlem Irak’ta toplumlararası güveni ortadan kaldırırken (yatay), toplum ve devlet kurumları arasında da (dikey) güvensizlik ortaya çıkardı. Toplum gittikçe ayrışırken her grup kendi içerisinde daha fazla konsolide oldu ve karşı tarafa yönelik direnç geliştirdi. Bu da etnik ve mezhepsel kimliğe göre şekillenen devlet yapısında kurumsallaşmaya engel oldu. Halk arasındaki yatay güvensizlik devlet kurumlarının birbirleri ile olan ilişkilerine de yansıdı ve kurumlar arası mücadele ve çekişme devletin işleyişine zarar verdi. Böylece devlet yönetiminde güç boşluğu ortaya çıktı ve ülkede en temel kamu hizmetlerinin dahi sağlanamamasına yol açtı.

Bu noktada bugün itibariyle bireylerin Iraklı olmaktan çok, bir aşiretin, etnik ya da dini bir grubun üyesi ya da bir coğrafi bölgenin aidiyeti üzerinden kimlik tanımlaması yaptığı görülüyor. Başka bir deyişle Irak toplumundaki aşiret bağları, coğrafi bağlılık ve toplumsal muhafazakârlık halen üst seviyede olduğunu söylemek mümkün.

Öte yandan 2003’ten sonra kurulan hükümetlerin yapısı da devlet işleyişini ve toplumsal uyumu sekteye uğrattı. Zira Irak’ta 2003’ten bu zamana kadar kurulan bütün hükümetler “ulusal birlik” hükümeti olarak adlandırıldı ve meclise girmeye hak kazanan tüm parti ve koalisyonlar, aynı zamanda hükümette de yer alarak 15-20 partili koalisyon hükümetleri oluşturdu. Ancak sosyal yapı içerisindeki ayrışmalar nedeniyle Irak’ta ortak yönetim bilincine ulaşılabilmiş değil. Ayrıca hükümetler kurulurken siyasi partilere yönelik kota sisteminin uygulanması da devleti paralize etti. Bütün kesimler elde ettikleri makamı grupsal çıkarları için kullan. Bu anlamıyla ortak bir devlet kimliğinden bahsetmek zor.

Öte yandan parlamentoya girmeye hak kazanan bütün parti ya da koalisyonların aynı zamanda hükümet içinde yer alması da denetleme görevini yapabilecek bir muhalefetin varlığına imkân vermiyor. Ancak hükümet içindeki pozisyonundan memnun olmayan siyasi gruplar, hükümet içi muhalefet yaparak hükümetin işleyişini sekteye uğratıyor ve devlet kurumlarını işlemez hale getiriyor. Sistematik bir devlet yapısının ortaya çıkmaması, hükümette yer alan siyasi grupların elde ettikleri makamı grupsal çıkarları doğrultusunda kullanmalarına yol açıyor. Bu da büyük bir yolsuzluk sorununu ortaya çıkarmış durumda. Nitekim Irak, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yapmış olduğu Şeffaflık Endeksi’ne göre 180 ülke arasında 160. sırada.

Dört düzeyli çatışma dinamiği
Tüm bu problemler ülkedeki güvenlik sorunlarını da tetiklemiş durumda. Bu anlamıyla “Ortadoğu’nun minyatürü” olarak adlandırılan Irak’ın yerel, ulusal, bölgesel ve küresel olmak üzere dört düzeyli bir çatışma dinamiği içerisinde olduğunu söylemek mümkün.

Yerel düzeyde bir vilayette yaşayan farklı etnik ve mezhebi gruplar (örneğin Kerkük ya da Musul), aşiretler (örneğin Basra) ya da silahlı gruplar arasında (örneğin Diyala ya da Selahattin) bir çatışma dinamiği ortaya çıkarken, ulusal düzeyde peşmerge güçleri ile Irak merkezi hükümetinin güçleri arasında ya da terör gruplarının yaptığı eylemler şeklinde güvenlik problemleri kendini gösteriyor. Bölgesel düzeye bakıldığında; PKK, el-Kaide ya da DAEŞ gibi terör örgütlerinin ortaya çıkardığı güvenlik problemleri, Suriye ya da Yemen’de yaşanan olayların etkisinin yanı sıra, Suudi Arabistan – İran rekabeti ya da ABD-İran gerginliğinin bölgesel düzeyde Irak için bir güvenlik riski oluşturuyor. Yine küresel düzeyde, ABD – Çin – Rusya gibi küresel güçler arasındaki rekabetin de Irak’ta yankı buluyor.

Buradan hareketle 100 yılını geride bırakan Irak’taki kaosun kısa vadede sona ermesi mümkün görünmediği gibi, gittikçe derinleştiğini söylemek yerinde olacak. Hatta bu kaotik durum ülkede bir kısır döngüye dönüşmeye başlamış durumda. Bu anlamıyla Irak’taki yangını söndürmek kolay olmayacak gibi görünüyor.

Bu görüş 24 Aralık 2021’de Milliyet Gazetesi internet sitesinde "Bir Asrın İzleri" başlığıyla yayınlanmıştır.