İran Ekonomisinde Yeni Dönem ve Ortadoğu Hidropolitiğine Etkileri

2015 yılında varılan “nükleer anlaşma”, yalnızca İran ekonomisinde değil İran’ın Ortadoğu hidropolitiğindeki konumunda da yeni bir döneme işaret etmektedir. İran’ın kısıtlı, hassas ve hızla bozulan su kaynakları ile yarı kurak bir ülke olduğu bilinen bir gerçektir. Uzun yıllardır süren yaptırımların sona ermesi, İran’ın artan su sorunlarının çözümünde en uygun yol olarak gördüğü su transferi projelerinde patlama yaşanması anlamına gelmektedir. Yaptırımların sona ermesi İran’da su kullanımını da arttıracaktır, ki bu durumun hükümeti suyun tedarik edilmesinde yeni kaynaklar bulması için baskı altına sokması beklenmektedir. Öte yandan, İran’ın bu yeni ufku Ortadoğu’da yeni bir Pandora Kutusu’nun açılmasına neden olma ihtimali de taşımaktadır.

 

Yıllar süren bir dizi müzakerenin ardından, İran ve dünya güçlerinin bir kısmı (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Rusya Federasyonu, Fransa ve Çin ile Almanya ve Avrupa Birliği de dahil) İran’a uygulanan nükleer plan bağlantılı yaptırımları sonlandıran kapsamlı bir anlaşmaya varmışlardır. Uzmanlara göre Anlaşma, İran ekonomisine, özellikle de ülkenin enerji sektörüne büyük bir ivme kazandıracaktır. İran, küresel petrol rezervlerinin yüzde onunu ve doğal gaz rezervlerinin yüzde yirmisini elinde bulundurmaktadır. Ancak her halükarda ekonomik etkiler enerji sektörünün çok ötesinde olacaktır. İran ve büyük çoğunlukla Avrupalı ülkeler arasında daha farklı birçok sektörde ekonomik bağlantıların (yeniden) sağlanması, Anlaşmadan henüz günler sonra dahi bir ivme kazanmıştır.

 

Hâlihazırda hazırlık veya inşa aşamalarında olan birçok su transferi projesi bulunan İran, bu transferler için Ortadoğu’da gururla bazı devasa tüneller kazmaktadır. Bu önemli su transferi projelerinden bir tanesi de Umman Denizi’nde gerçekleştirilecek olandır. Yıllık yaklaşık 440 milyon metreküp su taşıması planlanan proje başlangıçta yalnızca Bölgenin güney kesimlerinde yaşayan vatandaşlara içme suyu temin etmeyi hedeflerken civarda bulunan sanayi bölgeleri de son zamanlarda projeden su talep etmektedir. Şimdilerde İran’ın bu büyüklükteki projeleri kendi imkânlarıyla finanse etmesinin ya da yabancı yatırımlar bulmasının kolaylaşması rahatlıkla beklenebilir.

 

Urmiye Gölü’nün canlandırılması ise bu projelerden bir diğeridir. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Gölün canlandırılmasında gerekli alternatifler üzerinde çalışması için bir komite kurmuştur. Uzmanlara göre Urmiye Gölü canlılığını sürdürebilmek için yıllık bazda 3.1 milyar küp suya ihtiyaç duymaktadır. Ancak mevcut yağış ve su kullanım  oranları dikkate alındığında Urmiye Gölü’nün kendi doğal süreci içerisinde canlılığını devam ettirmesi oldukça zor görünmektedir. Bu şartlar altında, yakın havzalardan su transferi acil bir alternatif olarak ön plana çıkmaktadır. Bu noktada bazı uzmanlara göre bir alternatif Van Gölü’nden su taşınmasıdır. Fakat farklı bir grup uzman ise bu transferin donör havza olan Van Gölü kapalı havzası için bir tehdit oluşturduğu uyarısında bulunmaktadır.

 

Kura-Aras sınıraşan havzasından su taşınması da geçmiş yıllardaki alternatifler arasında görülmüştür. Ancak proje, Azeriler’in yoğun itirazlarıyla karşılaşınca İranlılar projeden vazgeçmiştir.

 

Urmiye Gölü’nü canlandırmak için strateji arayışları sırasında gözler Fırat-Dicle sınıraşan havzasının bir alt havzası olan Küçük Zap’a çevrilmiştir. Bu kapsamda, yaklaşık 160 milyon metreküp su biriktirebilen ve Fırat-Dicle sınıraşan havzasından yıllık 121 milyon metreküp civarında su transferi yapabilen bir baraj ve tünel projesi öngörülmüştür. Her ne kadar bu proje bitmeye yakın olsa da konu burada noktalanmamıştır: sınıraşan Kura-Aras nehirlerinden su taşınmasına ilişkin proje de gündemdedir.

 

Bütün bu gelişmeler İran ekonomisi ve toplumu için kesinlikle bir genel pozitif etkiye sahiptir ve sahip olacaktır. Fakat bu projelerin İran’ın havza ülkesi olduğu sınıraşan su havzalarındaki baskıyı arttıracağı yönünde ciddi bir risk de söz konusudur. Yukarıda da tartışıldığı gibi, projelerin Fırat-Dicle sınıraşan havzasındaki etkileri aşırı düzeyde olacaktır. Bu konuda endişelerini dile getiren bazı İranlı uzmanlar da sürdürülebilir bir çözümün Gölü beslemekten değil tarımsal su kullanımını azaltmaktan geçtiğini dile getirmiştir. Yalnız yüzey sularının değil yer altı sularının da yetkisiz kullanımının yasaklanması, Urmiye Gölü’nün ve aynı biçimde çevresel tehdit altında olan sulak alanlar gibi yerlerin kaderinin tersine çevrilmesinde en iyi yol olacaktır.

 

İlgili literatürün önerdiği gibi, bir su transferi projesine başlamak için –asgari olarak- üç koşulun bulunması gerekmektedir: 1. Yerel hidrolojik koşulların su kaynaklarının kullanılabilirliğini kısıtlaması; 2. Devam eden kentsel gelişimleri destekleme bağlamındayerel kaynaklarınihtiyaçlarıkarşılayamaması; 3. Yerel su temini koşullarının tükenme ve kirlilik nedenleriyle iyileştirmeye ihtiyaç duyması. Bu kriterler “gereklilik kriterleri” olarak adlandırılabilir. Ancak inanmaktayım ki, bir projenin sosyal, çevresel ve uluslararası bakımdan sağlıklı ve meşru olabilmesi için “uygunluk kriterleri”ne de ihtiyacımız bulunuyor. Her ne kadar bu kriterlerin detaylarının tartışılması bu analizin kapsamı dışında olsa da daha karmaşık çıkarların risk altında olduğu sınıraşan durumlarda yukarıda sıralanan kriterlerin daha sıkı ve yakından incelenmiş olması gerektiği açıkça ortadadır.