İran’ın “Barış/Normalleşme” Fobisi/Korkusu

Doç. Dr. Mehmet Şahin, ORSAM Ortadoğu Danışmanı Gazi Üni. Uluslararası İliş. Böl.
1979 yılında gerçekleşen İslam devriminden sonra İran “rejim ihracı” politikasıyla başta Körfez Emirlikleri olmak üzere yakın çevresi tarafından ciddi bir tehdit olarak görülmüştü. Aradan geçen otuz dört yıla rağmen İran’daki rejim iç ve dış etkenlerin etkisiyle bir türlü normalleşemedi. Aksine, geçen sürede yakın çevresiyle ve uluslararası camia ile sorunlu hale geldi. 2009 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan olaylarında açıkça gösterdiği gibi zamanla “dini rejim” kendi halkının önemli bir kısmıyla sorun yaşamaya başladı. Başlangıçta “rejim ihracı” peşinde koşan İran, şimdi “rejim ithali”ni engellemekle meşgul olmaktadır. En azından rejimi elinde tutan bir grup azınlığın “dini rejim”i nasıl elimde tutarım çabasına girdiği görülmektedir. Bu uğurda, yakın çevresinde etkin olabileceği bir “gergin kuşak” istediği görülmektedir. Özellikle, son yıllarda sergilediği tavırlara bakıldığında, İran’ın başta Ortadoğu olmak üzere yakın çevresinde meydana gelen barış/normalleşme girişimlerinden rahatsızlık duyduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.
 
İsrail-Filistin Barış Görüşmeleri: 1991 yılında Madrid, 1993’de Oslo’da başlayan İsrail ile Filistin arasındaki “Barış Süreci” İran tarafından olumlu karşılanmadı. Aynı şekilde, 2011 yılında iki devletli çözümün bir parçası olarak Filistin’in Birleşmiş Milletlere “tam üye devlet” statüsü kazanmak için yapmış olduğu başvuru başta Filistinliler olmak üzere tüm Arap ülkeleri tarafından desteklenirken, İran söz konusu başvuruyu olumsuz bir gelişme olarak gördü. Aynı şekilde, bir yıl sonra 2012’de Filistinliler BM’ye “tam üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazanmak için başvurduklarında İran yine bildik davranışını sergiledi. İran, hem Filistin-İsrail barış görüşmelerinde hem de daha sonra Filistinlilerin uluslararası bir statü kazanmak için BM’ye yapmış oldukları başvurularda olumsuz tavır takındı. İsrail’i tanımadığından söz konusu süreçlerde İran, Filistinlilerin rahatlayacağı değil, İsrail’in rahatsız olacağı bir durumu kendi açısından faydalı gördü/görmektedir. Filistin Sorunu çözülmediği sürece İran için “stratejik” bir değer taşır. Bu sayede hem İsrail’i rahatsız edebilir hem de Filistin meselesini kullanarak varlık göstermede zorlandığı Arap dünyasında etkin olabilir/olabiliyor. Bugüne kadar çözülmemiş bir Filistin sorununu İran kullanarak Arap ve İslam dünyasında varlık göstermeye çalıştı/çalışmaktadır. İran, iki devletin olmayacağını, İsrail’in ortadan kalkması ve tarihi Filistin topraklarında tek Filistin devletinin olacağını ileri sürmektedir. Bu yaklaşım “olmayacak duaya âmin demek”ten başka bir anlam taşımamaktadır. İran’ın istediği Ortadoğu’nun en önemli kronik sorununun çözülmemesidir. Sorun çözülmesin ki, İran bölgedeki varlığını sürekli kılabilsin. Filistin sorununun çözülmesi İran’ı İsrail’le yürütmekte olduğu mücadelede zor duruma düşürürken, Arap dünyasındaki varlığını da çıkmaza sokacaktır. Bu yüzden, İran, İsrail-Filistin arasında barış görüşmelerinden ve muhtemel bir barıştan rahatsızlık duymaktadır.
 
Türkiye’de PKK ile yürütülmekte olan “Çözüm Süreci”: Bazı İranlı yetkililerin yapmış oldukları açıklamalarda ve İran’da yayınlanan yazılardan anlaşıldığı üzere, İran’ın Türkiye’de PKK ile yürütülmekte olan “barış süreci”nden oldukça rahatsız olduğu görülmektedir. PKK’nın eylemsizlik sürecini başlatması ve daha sonra Türkiye’den çekilme kararı alması İran’ı tedirgin ettiği görülmektedir. İran, sürecin ABD ve AB ülkeleri tarafından başlatıldığını iddia etmektedir. İran’a göre, “ABD ve AB sömürgeci emellerini gerçekleştirmek için Türkiye’deki söz konusu süreci başlatmıştır. Batı bölgede anti-emperyalist direniş cephesini kırmak için bu girişimi devreye sokmuştur.  İsrail’i güvenli kılmak istemektedir. Türkiye’deki söz konusu sürecin esas amacı İran ve Esad üzerinde baskı oluşturmaktır.” Bu iddiaların aksine, İran’ın bu süreçten korkmasının esas sebebi, Türkiye’de “Kürt Sorunu”nun normalleşme sürecine girmesi ve bunun sonucu olarak Türkiye’nin rahatlamasının İran’ın bölgedeki rekabet alanını zayıflatacak olmasıdır. Bu yüzden söz konusu sorunun çözümüne sıcak bakmamaktadır. Bunun yanında, PKK’nın İran’a karşı kullanılmasından da korktuğu söylenebilir. PKK’nın bir kart olarak kalması bazı ülkeler için olduğu gibi İran içinde önemlidir. Sorunun çözümü ile Türkiye’nin bölgede rekabet üstünlüğü sağlayacak olması İran’ı oldukça rahatsız ettiği anlaşılmaktadır.
 
İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi: 30 Mayıs 2010 tarihinde İsrail kuvvetlerinin Mavi Marmara gemisinde dokuz Türk vatandaşının öldürülmesinden dolayı İsrail’in Türkiye’nin başta özür olmak üzere Türkiye’nin isteklerinin kabul etmesi İran tarafından tepkiyle karşılandı. Özürle birlikte Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşme sürecinin başlamasını bazı İranlı yetkililer olumsuz gelişme olarak yorumladılar. İran Genel Kurmay II. Başkanı Mesut Cezayiri’ye göre, İsrail’in söz konusu özrü Ortadoğu’daki direnişi kırma amacını taşımaktadır ve İran’nı ve Suriye’yi hedef almaktadır. İranlı yetkiliye göre İsrail’in bu özrü Batı’nın girişimleri sonucunda “direniş ekseni”ni ortadan kaldırmaya matuf bir gelişmedir.
 
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ Sorunu: 1979 yılında yeni kimlikle ortaya çıkan İran’ın anayasasının da bir gereği olarak Azerbaycan’ın haklı davasının yanında olması gerekirken tam tersi, İran Ermenistan’a yakın politika takip etmektedir. Sorunsuz ve güçlü bir Azerbaycan’ın ortaya çıkmasını İran, rejim güvenliği/İran güvenliği açısından tehlikeli bulmaktadır. Kendi içinde sorunsuz bir Azerbaycan’ın İran’ın Azeri nüfusunu harekete geçireceğinden rahatsızlık duymaktadır. Karabağ Sorunu ile uğraşan bir Azerbaycan İran’ı rahatsız edemeyecektir. Bu yüzden, “dini” İran Karabağ Sorunu’nun çözülmesini kendi ulusal çıkarına uygun bir gelişme olarak görmemektedir.
 
Yukarıdaki dört gelişmede de görüldüğü üzere, İran yakın çevresindeki barış/normalleşme girişimlerinden rahatsızlık duymaktadır. Olağan üstü durumların rejimi olan İran’daki “dini rejim” olağan bir Ortadoğu ve çevre istememektedir. Çünkü olağan durumlarda yaşayamayacak kadar olağan olmayan bir kimliğe büründüğü görülmektedir. Bu yüzden yakın çevresindeki her normalleşme girişimini kendisi açısından tehdit olarak algılamaktadır. Ortadoğu’da muhtemel barış/normalleşme girişimlerinin İran’daki rejim için fobi haline dönüştüğü söylenebilir. Bu sebeplerden dolayı, İran her normalleşme girişimini kendisine yönelik bir hareket/tehdit olarak algılamaktadır/adlandırmaktadır.