İran’ın Nükleer Programı ve Ortadoğu’daki Süreç

Emre Gürbüz, ORSAM Asistanı, TOBB-ETÜ
İran’in nükleer olarak ortaya çıkardığı program,1950’li yıllarda ‘barış için atom’ adlı programın bir parçası olarak ABD’nin yardımı ile geliştirildi.79 İran Devrimi ile duraksamaya uğradı fakat batı destekli olarak tekrar uygulamaya konuldu.Günümüzde ise ABD ile İran arasında büyük bir gerilim yaşanmaktadır.Özellikle 11 Eylül’den sonra ABD’nin politikalarını kitlesel alana yayması ve terörizm,haydut devletler gibi kalıplar kullanmaya başlamıştır.ABD’nin işgalci ve dominant politikalarından özellikle Ortadoğu bölgesi etkilenmiştir.2002 yılının Ağustos ayında İran’ın nükleer alanda yaptığı gizli çalışmalar ifşa edilince devrimden bu yana daha pozitif olan ilişkiler,büyük bir gerilime dönüşmüştür.ABD’nin  bu gelişmelerle yetki alanlarına karşı potansiyel bir tehdit unsuru olarak gördüğü İran’a sert tepki göstermiştir.Özellikle 2003 Irak Savaşı’ndan sonra bölgedeki kaotik  ve istikrarsız ortamda,petrol ve enerji konularındaki mücadelenin önemi stratejik olarak artmış,nükleer gerilim bu alanlara da taşınmıştır.ABD,İran’a yapacağı bir operasyonu topyekün işgal şekilde değil,diplomatik müzakereler ve yaptırımlar aracılığıyla sağlanması öngörülmektedir.İran’ın karşısında olan devletler,sadece nükleer silah meselesine karşı değillerdir.İran’ın son yıllarda uluslar arası alanda yetki ve otorite sahibi olan bir aktör olma çabasının da önü kesilmek istenmektedir.Özellikle mezhepçilik ve Amerikan karşıtlığı konularında yetki gücünü kullanmak istemektedir.Bu tutum ise ABD’nin İrana karşı olan tavırlarını daha da sertleştirmektedir.Türkiye ise bu krizde merkezi ülke olması hasebiyle oldukça önemli bir konumdadır.Türkiye için en iyi seçenek,müzakereler ile anlaşmanın sağlanmasıdır.Çatışma durumları Türkiye’nin mütttefik olma durumuna itip,bölge operasyonlarında aktif rol alarak zor duruma düşmesine neden olabilmektedir.Ayrıca operasyonlara aktif katılımın olması,büyük miktarlarda maliyet gerektirmektedir.Bu operasyonlar Türkiye’nin ekonomisini olumsuz etkileyebilmektedir.   2002 yılında Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın bilgisi dışında nükleer silah yapımında da kullanılan Uranyum zenginleştirmesi ve Arak’ta ağır su tesisi inşasının tespit edilmesiyle gerginlik daha da artmıştır.Irak’taki istikrarsızlık,bölgedeki aktörlerin fazlalığı ve oluşan kaotik ortamda İran’ın olası otorite boşluklarını doldurması ihtimali de ABD’nin endişelerini arttırmaktadır. 
  Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın son raporunda ise İran’ın askeri anlamda nükleer bir güç olacağı ve İsrail’in İran’a karşı yapabileceği saldırı ihtimallerini arttırmıştır.Ancak İran’ın Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi UAEA’nın tutumunu değiştirmesi halinde işbirliğine gidilebileceğini duyurmuştur.
  İran’ın başta bahsedilen yetki talebi ile diğer bölge devletleri,zincirleme reaksiyonlar ile kendilerini güç dengelerinde önemli bir seviyede tutmaya çalışacaklardır.Bu şekilde olası bir nükleer silahlanmada,soğuk savaş dönemindeki dehşet dengesine benzer bir durum ortaya çıkabilmektedir.Hesapların nükleer silahlar konusunda yapılması,stratejilerin bunun üzerinden yürütülmesi ise bölge için tehlikeli bir durum oluşturabilmektedir.Özellikle UAEA’nin son raporu dikkate alındığında,rapor nükleer denge konusunda istikrarsızlıkların,güvenlik sorunlarının kapılarını aralamaktadır.Soğuk savaş dönemindeki çift kutuplu sistemdeki bu dengenin,çok kutuplu bir sisteme dönüşmesi de endişeleri artırabilmektedir.Böyle bir dengenin sağlanması da şüphesiz çok zor olacaktır.Hem bölgenin çok karmaşık bir konumda olması,hem de ileri teknoloji ürünlerinin küresel dünyada bütün aktörlerin eline geçebilmesi düşünüldüğünde,birçok tehlike unsuru ortaya çıkabilir.Bölgedeki çatışmaların yanı sıra terörist aktivitelerinde bu kontrolü zor olan gücü eline geçirmesi,geriye döndürülemeyen facialara yol açabilir.
  Sonuç olarak İran’ın nükleer programı bölgede hareketlilik yaşanmasına neden olacaktır.Birtakım protokoller imzalansa,anlaşmalar yapılsa bile konvansiyonel olarak çatışma riskileri mevcut durumdadır.İsrail,İran’a karşı olası bir saldırı düzenleyebilme ihtimali vardır.Son günlerde İran,İsrail ve ABD’ ye ait predator tipinde casus uçaklarını elinde geçirdiğini duyurmuştur.Ayrıca İsrail tehditlerinden endişeli olan İran,nükleer tesislerini taşıma operasyonlarına hazırlanmaktadır.İran’ın bu hareketi ise olayların ciddi boyutlarda olduğunu gözler önüne sermektedir.İran’ın müdahelelere karşı reaksiyonlarının sert olabilme riskinden dolayı,karşıtı olan devletler temkinli ve uzlaşmacı tavır sergilemelidirler.Türkiye ise herhangi bir müttefik kimliğiyle değil,son yıllarda takındığı uzlaşmacı,arabulucu tavrını sürdürerek,bölge barışı için çeşitli politikalar üretmek durumundadır.Aksi takdirde bulunduğu jeopolik konum itibariyle,çatışmalardan olumsuz etkilenebilir.Çok kutuplu sistemde yetki talebinde olan devletler,herhangi bir baskın karakterli eylemlere sert tepki gösterebilmektedirler.Uluslararası sistemin bütün aktörleri,ilk olarak askeri müdahale ve operasyonlardan kaçınmalı,diplomatik seçenekler ile ilişkileri sürdürmelidirler.Aksi takdirde ya nükleer dengeler altüst olabilir ya da konvansiyonel olarak da bölgede yıkım getirecek çatışmaların yaşanmasının ihtimali artabilir.