İran’ın Su Krizi ve Olası Yansımaları

İran için 2014 yılı, ülkede bir süredir devam eden su krizinin giderek daha ciddi hale geldiği bir dönem oldu. 2015 yılının da benzer bir dönem olacağı beklenebilir. Zira her ne kadar genellikle su kıtlığı yaşanan yılları, görece su kaynaklarının bollaştığı yıllar takip ediyor olsa da İran özelindeki su durumu daha temel bir soruna işaret ediyor.
 
İran’ın batısında, Ortadoğu’nun en büyük gölü durumundaki Urmiye, yıllar içinde önemli ölçüde küçüldü. Havzadaki aşırı su kullanımına eşlik eden kuraklık koşulları, bu sonucu doğuran nedenlerin başında geliyor. 2011 ve 2012 yıllarında Urmiye Gölü’nün giderek bozulan durumu ile ilgili geniş çaplı olaylar çıktı. Olaylarda onlarca kişinin tutuklandığı bilgisi basına yansıdı. Bölgedeki Kürt varlığı ve bunun yarattığı hassas dengeler de dikkate alındığında Urmiye Gölü’nün geri dönülmez biçimde küçülmesinden kaynaklanabilecek sorunların yalnızca su konusu ile sınırlı kalmayacağı beklenmelidir.
 
Öte yandan doğuda, Afganistan ile Helmand Nehri bağlamındaki gelişmeler de yakından izlenmeyi hak ediyor. İki ülke arasında 1970’li yılların ilk yarısına dayanan bir su paylaşım antlaşmasının varlığına karşın, Afganistan’daki olaylar ve özellikle Taliban döneminde İran-Afganistan ilişkilerinin problemli seyri ve Taliban dönemi sonrasındaki gelişmeler, bu ülkeden İran’a antlaşmada belirtildiği şekliyle (26 metreküp/saniye) düzenli bir su akışının olmadığı uzunca bir dönem yarattı. Bu dönemde bölgeden kent merkezlerine ciddi boyutta iç göç yaşandığı biliniyor. Göçlerin belki de en büyük etkisi, kentlerin zaten sıkıntıda olan altyapılarına ek yük getirmesi oldu. Bu göçlerin etkilerinden bir diğeri de, eskiden ekilen arazilerin boş kalması ve dolayısıyla bölgedeki kum fırtınalarının şiddetinin artması oldu.
 
Tahran, İran’daki su sıkıntısının kendini en çok gösterdiği yer konumunda. 2014 yılının Eylül ayında Tahran’da büyük su kullanıcılarının sularının -günde birkaç saat de olsa- kesildiği yönündeki haberleri, resmi yetkililerden ülkedeki su sorununun kritik boyutlara ulaştığı yönündeki açıklamalar izledi. Aslında İran, net su varlığı açısından çok fakir sayılabilecek bir ülke değil, özellikle de Ortadoğu bağlamında. İran’da yıllık 2000-2100 mm gibi çok büyük boyutlarda kabul edilebilecek yağış alan Hazar kıyısındaki yerlerin yanında, iç kesimlerin kimi noktalarında 50 mm’ye kadar düşen yağışlar da söz konusu. Kişi başı yıllık yenilenebilir su kaynağı ise 1600-1700 metreküp civarında. Bu rakam, Türkiye dâhil hemen tüm Ortadoğu ülkelerinin kişi başı su varlığından fazla. Ancak, süre giden nüfus artışına paralel gelişen dengesiz nüfus dağılımı ve bu çerçevede Tahran başta olmak üzere belli kentsel aglomerasyonlardaki aşırı yoğun nüfus birikmeleri, bu bölgelerde su teminini zorlaştıran etkenler arasında.
 
İran’ın orta kesimlerinde de, başarısız su yönetimi sonucunda zayıf pek çok derenin kuruduğunu bilmekteyiz. Yine bu bölgede, belli sayıda sulak alanın da kaybedildiği bilgisi bulunuyor. Aldığı yetersiz yağışlar nedeniyle bölge, İran’ın su konusunda en kritik toprakları arasında bulunuyor.
 
İran’ın nüfusu, İslam Devrimi’ni izleyen yirmi yıl içinde, İran-Irak Savaşı’na rağmen neredeyse iki katına çıktı. Tahran’ın 1950’li yılların ortasındaki nüfusu 2010’lu yıllarda altı kattan fazla artmış durumdaydı. Kilometrekareye düşen insan sayısı, benzer nüfus büyüklüğün sahip İstanbul’un dört katından fazla. Diğer kentsel merkezlerde de benzer artışlar söz konusu. İran artık büyük oranda kentsel nüfusa sahip bir ülke. Eskiden, çok sayıda, yakın mesafede bulunan ve irili ufaklı su kaynağından beslenen dağınık bir kırsal nüfus yerine günümüzde günlük yüz binlerce metreküp su ihtiyacı bulunan yoğun nüfuslu merkezler bulunuyor. İran’ın su yönetimi politikasının bu hızlı değişime ideal ölçüde ayak uyduramadığı anlaşılıyor. Fiiliyattaki su kısıtını doğuran nedenlerden bir diğerini de kentsel kişi başı su tüketimi istatistiklerinin, şaşırtıcı boyutlarda israfı gözler önüne seren verilerinden öğreniyoruz: Örneğin Tahran’da, tehlikeli boyutlardaki su yetersizliğine karşın kişi başı günlük su tüketimi, benzer su kısıtı yaşayan bölgelerdekinin birkaç katına, 400 litreye kadar çıkıyor. Son olarak bakımsız su altyapılarından kaynaklanan su kaybının da çok büyük boyutlarda olduğunu belirtmek gerek. Bu türde altyapı kaynaklı kayıplar toplam suyun üçte birine ulaşmış durumda. Tüm bu istatistikler, su yönetimi açısından bir sürdürülemezliğe işaret ediyor.   
 
Ancak bu noktada İran’ın temel yaklaşımı, talep odaklı su yönetimi çözümlerine (suyun -eskiyen altyapıları da onarma maliyetini de içerecek biçimde- gerçek maliyetinin fiyatlara yansıtılması gibi) odaklanmaktan çok; arzı artırmayı hedefleyen bir çizgide gerçeklik buluyor. Bu çerçevede, İran’ın yaşamakta olduğu su kısıtının giderek uzun mesafelerden su temini alternatiflerine, diğer bir ifadeyle havzalar arası su transferi projelerine yönelmesi, belki kısa vadede olmasa bile, orta ve uzun vadede yoğun olarak yaşanması beklenen bir gelişmedir. Böyle bir yaklaşımın ilk adımlarını, ülkenin güneybatısında, Arapların nüfusun üçte birini oluşturduğu Huzistan eyaletinden iç bölgelere su transferi projesinin geliştirilmesi ve sonrasında da yaşanan protestolar sonucunda projenin durdurulması oluşturdu.
 
Bu ve benzeri projelerin gerçekleşmesi ile Dicle-Fırat havzası sularının ülkenin su kısıtının bulunduğu iç kısımlara doğru nakledilmesinin yaratabileceği etkiler çok boyutlu olacaktır. Hâlihazırda İran’ın Dicle’ye katılan kollar üzerinde çok sayıda barajı bulunmaktadır. Bu yeni 'havzalar arası su transferi' politikasının Dicle-Fırat havzasına fiilen uygulanması durumunda ise, bölgede zaten kritik bir denklemde cereyan eden sınır aşan su siyasetinin daha da gerilmesi beklenebilir. Konuyla ilgili politikasının bir kısmını, Dicle’nin fazla sularının Dicle-Fırat havzasındaki kıyıdaşların (Irak ve Suriye) taleplerinin karşılanması için kullanılması hususuna dayandıran Türkiye’nin de giderek bu olası yeni duruma adapte olan bir yaklaşımı gündemine alıp tartışmaya başlaması yerinde olacaktır.

Bu yazı “İran’ın Su Krizi ve Olası Yansımaları” başlığıyla Ortadoğu Analiz Dergisi'nde yayınlanmıştır.