İsrail ile BAE ve Bahreyn Arasında Normalleşme Süreci: Tereddütler, Tepkiler, Çıkarımlar

İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in diplomatik, siyasi ve ticari ilişkilerini normalleştirmesine ara buluculuk yapan Trump yönetimi, İsrail heyetleri ile ortak bir şekilde bölge ülkelerinin de aynı yolu izlemesi için yoğun ve aceleci bir diplomasi trafiği yürütmektedir. Fakat görünen o ki bu diplomasi trafiği beraberinde bölgesel anlamda somut barışçıl çıktıların yerine iç politik kazanımları hedeflemektedir.

Trump yönetiminin 2017 yılından itibaren izlediği İsrail yanlısı Ortadoğu politikaları, ağustos ayında bir diğer ABD müttefiki BAE’nin İsrail ile normalleşmesini sağlayan zemini de hazırlamış oldu. 13 Ağustos 2020 tarihinde Donald Trump tarafından İsrail ve BAE arasındaki diplomatik normalleşmenin başladığının duyurulmasının ardından, Trump yönetimi ve İsrail’den ortak heyetlerin kurulması ile birlikte bölgede normalleşmeyi destekleyecek ülkeler hedeflenerek yoğun bir diplomasi trafiği başlatıldı. Normalleşme anlaşmasının duyurulmasının ardından bölge ülkelerinden yükselen olumlu ve olumsuz tepkilerin yanında daha da önemli bir husus ise bundan sonra İsrail meselesinin ABD-Körfez ilişkilerini nasıl etkileyeceği sorusuydu.

Nitekim İsrail-BAE normalleşmesinin hemen ardından ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve beraberindeki heyet İsrail, Sudan, Bahreyn, BAE ve Umman’ı kapsayan bir tura çıktı. Bu turun ardından ise Başkan Danışmanı ve beraberindeki heyeti ile Jared Kushner Mısır, İsrail, BAE, Katar, Bahreyn gibi bölge ülkelerini kapsayan bir tur daha düzenledi. Fakat ziyaret edilen ülkelerin içerisinden ve diğer Ortadoğu ülkelerinden normalleşmeye yönelik tereddütlü, temkinli ve tepkili açıklamalar, Pompeo-Kushner ikilisi yanında Trump ve Netanyahu yönetimleri için de hayal kırıklığı yarattı.

Normalleşme anlaşması (Abraham Accords), Ortadoğu ülkelerinden hangilerinin BAE’yi bu konuda takip edeceği hususunda da bir tartışmanın başlamasına sebep olmuştu. Bu tartışma ABD ve İsrail yetkililerinin aynı minvaldeki açıklamaları ile de pekişmişti. BAE’nin ardından neredeyse bir ay kadar sonra yapılan açıklama ile Bahreyn’de İsrail ile ilişkilerin normalleştirileceğini açıkladı ve 15 Eylül’de Washington’da anlaşmanın imzalandığı seremoniye katıldı.

Diplomasi trafiğinin amacının “BAE’nin İsrail ile normalleşme sebebiyle tebrik edilmesi ve bölgede İran’ın yıkıcı etkisinin tartışılması” olduğunun açıklanması da “olası art arda normalleşmelerin” Ortadoğu’da birincil gündem maddelerinden olmasını sağladı. Fakat aceleci diplomatik ziyaretlerin, normalleşmenin bölgesel olası sonuçlarını dikkate almadan Trump ve Netanyahu yönetimleri tarafından birer iç politika zaferi olarak kullanılmaya başlandığını görmek zor değil.

Bölge Ülkelerinin Normalleşme Tereddüdü
Diplomasi trafiğinin en önemli durakları kuşkusuz İsrail ve BAE oldu. Pompeo İsrail’de üst düzey yetkililer ile anlaşmayı değerlendi ve ABD’nin İsrail’e olan sarsılmaz desteğini teyit ettikten sonra, İsrail’i Sudan’a bağlayan ilk aktarmasız uçuş ile başkent Hartum’a ulaştı. Sudan’da üst düzey diplomatlar ve yetkililer tarafından karşılanan Pompeo, ABD’nin Sudan-İsrail ilişkilerinin derinleşmesine olan desteğini iletmek için burada bulunduğunu belirtti. Fakat normalleşme anlaşması karşısında Sudan’daki iç politik dengelerin kırılganlığı ve istikrarsız siyasi ortam nedeniyle de net bir şekilde tavır alınamadı. Anlaşmaya destek ifade eden Sudan Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin görevine son verilmesi ve Başbakan Abdullah Hamdok’un ülkesinin geçici hükûmetinin İsrail ile normalleşmeye karar vermesinin öncelik olmadığını ve yetkisinin dışında olduğunu ima etmesi, ABD’nin diplomasi trafiği kapsamında Pompeo’nun Sudan’dan hüsran ile ayrılmasına sebep oldu.

Pompeo, Sudan’ın başkenti Hartum’dan ayrılarak Bahreyn’in başkenti Manama’da da üst düzey devlet yetkilileri ile temaslar kurdu. İran’ın bölgedeki yıkıcı faaliyetleri karşısında Körfez’in bir bütün olması gerekliliği ve ABD-Bahreyn ilişkilerinin seyrinin görüşüldüğü toplantılar sonrasında Pompeo, Manama’dan ayrıldı. Ziyaret sırasında Bahreyn Kralı Hamed bin Isa el-Halife, Filistin-İsrail sorununun çözümüne yönelik çabaların artırılması gerektiğini ifade ederken, başkenti Kudüs olan bir Filistin devletini de içerecek olan iki devletli çözüme destek verdiklerini belirtmişti. Fakat bütün bu söylemsel çekincelere rağmen Bahreyn’de BAE’nin yolundan giderek yaklaşık bir ay sonra İsrail ile normalleşme konusunda anlaşma imzalayacağını açıklayan ikinci Körfez ülkesi oldu.

Normalleşme Hız Kazanırken Ortadoğu’dan Tepkiler Artıyor
Pompeo ve Kushner’in Ortadoğu turları sonucunda Trump ve Netanyahu yönetimleri BAE ve Bahreyn ile normalleşmenin hızını artırdı. Fakat bölgede normalleşmenin doğasına ve ABD’nin rolüne yönelik tepkiler de artmaya devam etti. İsrail, BAE ve Bahreyn arasında temaslar artarken bölgeden çeşitli tepkiler de gelmeye devam etti. Bu minvalde, Fas Başbakanı Saadeddin el-Osmani, “Filistinlilerin hakları Fas hükûmeti açısından bir kırmızı çizgidir” açıklamasını yaparak İsrail ile normalleşmenin önünü kapatan ifadeler kullandı. Fas’ın ABD ve BAE desteğiyle İsrail ile normalleşmeye karşı duruşu, sadece siyasi bir duruş olmaktan öte toplumda da destek buldu. Şeyh Zayid Kitap Ödülü için aday gösterilen birçok Faslı akademisyen ve yazar, gelecek yıl BAE’de düzenlenecek olan programdan normalleşme anlaşması sebebiyle çekildiklerini duyurdular.

Fas’ın yanında, BAE’ye yönelik tepkiler çeşitli kişi ve gruplardan gelmeye devam etmektedir. Bu minvalde İslam’da Kadınlar (Women in Islam) isimli insan hakları derneğinin kurucusu, Amerikalı Müslüman aktivist Ayşe el-Adeviye, BAE’de üye olduğu Müslüman Toplumlarda Barışı Teşvik Forumu’nun (Forum for Promoting Peace in Muslim Societies) İsrail ile normalleşmeye dair destek açıklamaları yapması üzerine kuruluştan istifa ettiğini duyurdu. Forum’un böyle bir açıklama yaparak “emanete hıyanet” içerisinde olunduğunu belirten el-Adeviye’nin istifası, BAE’nin  İsrail ile normalleşmesinde Filistin’i nasıl araçsallaştırdığını da göstermiş oldu. El-Adeviye’nin ardından, Kudüs Müftüsü Muhammed Hüseyin’in yanında  Kuveyt Kraliyet Mahkemesi danışmanlarından olan Abdullah el-Matuk da üye oldukları forumdan istifa ederek normalleşmeye destek veren açıklamanın yanında olmadıklarını gösterdiler. Bu sırada ise forumun başkan yardımcılığını üstlenen ve BAE’de önde gelen dinî âlimlerinden sayılan Hamza Yusuf da normalleşmeyi benimsemesi sebebiyle dinî çevrelerden tepki topladı ve toplumsal anlamda sert eleştirilere maruz kaldı.

Ürdün’den de normalleşmenin diğer Körfez ülkelerini kapsamasına yönelik aceleci diplomasi trafiğine karşı BAE ve ABD’ye tepkili açıklamalar geldi. Ürdün Kralı Hüseyin’in üçüncü oğlu ve şu anki Kral II. Abdullah’ın üvey kardeşi Prens Ali bin Hüseyin, Middle East Eye haber sitesinde yayınlanan ve BAE ile İsrail arasındaki normalleşmeyi kınayan bir yazıyı sosyal medya hesabında paylaştı. Yazının Ürdünlü bir prens tarafından paylaşılması, özellikle BAE çevrelerinde tepkiyle karşılandı ve BAE yetkililerinin söz konusu twit üzerine Kral Abdullah ile iletişime geçtiği iddia edildi. Bunun yanında Ürdünlü karikatürist İmad Hajjaj’ın, Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’i F-35 savaş uçaklarının BAE tarafından satın alınmasını İsrail’in reddetmesini karikatüre konu etmesi de Arap dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Karikatür bu anlamda da Arap sokağının tepkisini özetlediği için de BAE çevreleri tarafından büyük tepki ile karşılanmıştı.

Normalleşme Anlaşmalarına İlişkin Çıkarımlar
Bahreyn İçişleri Bakanı Raşid bin Abdullah el Halife, normalleşmenin herşeyden önce ülkesinin çıkarlarını koruyacağını ifade etmişti. Bakanın söz konusu açıklamasında da belirtildiği üzere normalleşme anlaşmasının sadece Bahreyn için değil İsrail ve BAE için de herşeyden önce güvenlik ile ilgili olduğu ve ülkelerin bu anlamdaki çıkarlarını korumaya hizmet edeceği belirtilebilir.

BAE ve Bahreyn’in İsrail ile normalleşme anlaşması imzalaması en azından üç temel sonuca işaret etmektedir. BAE’nin ardından Körfez’de İsrail ile normalleşme anlaşması imzalayan ikinci ülkenin Bahreyn olması, Abu Dabi’nin Manama’da artan etkisini göstermektedir. Bunun yanında normalleşme anlaşmaları, Abu Dabi’nin Ortadoğu’da liderlik arayışlarının hızlandığını ve BAE’nin büyük güçlere eklemlenme ve peşine takılma stratejisi yoluyla bu hamlesini pekiştirmek istediği görülebilir. Normalleşme anlaşmalarının bir diğer bölgesel sonucu ise Filistin meselesinin Pan-Arapçılık ideolojisinin meşruiyeti olarak kullanılmasını sona erdirecek olmasıdır.

Abu Dabi’nin Manama üzerinde nüfuzu, 2011 yılında ülkedeki protestoların Suudi Arabistan ve BAE’nin yardımları sayesinde bastırılmasından itibaren artmıştır. 2011 sonrası dış politikasında Suudi Arabistan ve BAE’nin eğilimleri ile bir hizalanma içerisinde olan Bahreyn yönetimi, İran karşıtlığı treninin lokomotifi olan BAE ve Suudi Arabistan’ı takip etmeyi temel strateji olarak görmüştür. 2020 yılına gelindiğinde Bahreyn siyasetinde ABD, İsrail ve BAE’nin Suudi Arabistan’dan daha etkili bir pozisyonda olduğu söylenebilecektir. Burada Abu Dabi’nin Manama siyasetinde nüfuzunu artırma girişimlerinin de başarılı olmaya başladığı görülmektedir.

Manama’da Abu Dabi’nin artan etkisi, Muhammeb bin Zayid’in BAE’nin bölgesel bir lider olma arayışları ile de doğrudan bağlantılıdır. Suudi Arabistan’da 2015 yılında Kral Abdullah’ın ardından Kral Selman’ın göreve gelmesi, kabinede ve yönetimde yapılan üst düzey değişikliklerin hayata geçirilmesi süreçleri, Muhammed bin Selman’ın savunma bakanı ve ardından 2017 yılında veliaht prens olarak atanmasının getirdiği değişimler, Yemen’e müdahalenin beklenildiği gibi gitmemesi, Kaşıkçı cinayeti sonrası Batılı çevreler ile ikili ilişkilerin zedelenmesi ve son dönemlerde petrole olan talebin azalması ile birlikte bütün bu gelişmeler BAE’nin bölgede Suudi Arabistan pahasına daha nüfuzlu bir aktör olarak görülmesine sebep olmuştur.

ABD ve İsrail’in Körfez ülkelerine yoğun diplomasi trafiği aracılığıyla normalleşme yönünde yaptıkları baskı, İsrail-BAE-Bahreyn arasındaki temasların hızını artırmış olmasına rağmen bölgede barış ve istikrara bir katkı sunmaktan uzaktır. İsrail, BAE, Bahreyn arasındaki diplomatik, ticari ve siyasi temaslar normalleşme iklimi sonrası artmış olsa da yoğun diplomasi turunun sonuçlarının gösterdiği üzere normalleşmenin meyvelerinin Ortadoğu’da barışa hizmet etmekten çok Trump ve Netanyahu yönetimleri tarafından iç politikada toplanması kuvvetle muhtemeldir. Zira normalleşme anlaşmasının 15 Eylül’de Washington’da Trump, Netanyahu ve BAE ile Bahreyn Dışişleri Bakanları nezdinde imzalanması, gerek anketlerde Demokrat Başkan Adayı Joe Biden’ın gerisinden gelen Trump’a bir “can suyu” sağlayabileceği düşüncesi ile gerekse içeride memnun olmadığı koalisyonu değiştirme arayışlarında olan Netanyahu’ya harikulade bir fırsat olması ile ilgilidir.

Tıpkı ABD ve İsrail ortaklığınında Ortadoğu barışı ve Filistinliler için daha iyi bir gelecek arayışı olduğu lanse edilen “Yüzyılın Anlaşması” gibi normalleşme anlaşmasında da Filistinliler için ne barış ne de daha iyi bir gelecek olası görünmektedir. Normalleşme kararlarından daha vahim olan mesele ise Arap Ligi’nin Filistin temsilcisinin normalleşmenin reddedilmesi kararını onaylamamasıdır. Buradan hareketle, içerisinde bulunduğumuz dönemde Pan-Arapçı ideolojinin meşruiyeti için Filistin meselesinin araçsallaştırılmasının sona erdiği söylenebilir. Mısır’ın 1979 yılında İsrail ile normalleşmesinin ardından, Lübnan kökenli Amerikalı Ortadoğu Uzmanı Fouad Ajami  de “Pan Arapçılığın sonunun geldiğini” belirtmişti.[1] Bu anlamda Arap dünyasının, Filistin meselesi ile ilgili içerisinde bulunduğu “normatif parçalanmanın” (normative fragmentation[2]), Körfez ülkeleri ve İsrail normalleşmesi ile birlikte ve Arap Ligi’nin halet-i ruhiyesinin de gösterdiği üzere derinleşmesi muhtemeldir.

 

[1] Fouad Ajami, “The End of Pan Arabism”, Foreign Affairs, Cilt 57, Sayı 2, 1978, 355-373.

[2]  Michael Barnett, Dialogues in Arab Politics, New York: Columbia University Press, 1998.