İsrail’in Gazze'ye Yardım Konvoyuna Müdahalesi ve Uluslararası Hukuk

Doç. Dr. Sadi Çaycı, Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk AD Öğretim Üyesi, sadicayci@gmail.com
Konu, İsrail-Filistin uyuşmazlığı, bölgedeki güncel stratejik durumun nitelendirilmesi, İsrail-HAMAS çatışması; düşünce ve ifade özgürlüğü; insani yardım/insani müdahale, güç kullanma -zorlama kavramlarına ilişkin hukuk- yerleşik uygulamalar ve İsrail’in askeri harekâtı vb., çok farklı unsurlardan oluşan, karmaşık bir süreci ilgilendirmektedir. Basın ve kamuoyunda bu boyutların sadece biri esas alınarak yapılan tartışmalar ve değerlendirmeler hem eksik kalmakta, hem de zaman zaman bu değerlendirmelerin saptırılarak hedef kitlelere ulaştırılması, vahim derecedeki yanlış anlamalara neden olabilmektedir.   Bugün gelinen aşamada, düşünce ve ifade özgürlüğü, insani yardım kavramıyla ilgili yerleşik hukuk ve uygulamalar boyutunun tartışılması, önemini ve önceliğini kaybetmiştir. İnsanlar ölmüş, insanlar yaralanmıştır. Gönül, sağduyunun ve basiretin hâkim olmasını ve insanların ölmemesini, öldürülmemesini, yaralanmamasını dilerdi.   Bu hususlar saklı kalmak kaydıyla; İsrail’in, Özgür Gazze Hareketi öncülüğündeki sivil ve insani girişime müdahalesi, gerek deniz hukuku, gerek silahlı çatışma hukuku, gerek insan hakları hukuku bakımından; gereksiz, ölçüsüz ve insanlık dışı olmuştur. Bu harekâtın, ne askeri bakımdan (harekâtın genel yaklaşımı, çatışma ve davranış kuralları), ne insani bakımdan, ne de bizzat İsrail’in ulusal çıkarları bakımından savunulması mümkün değildir.   İsrail’in Gazze’ye uyguladığı deniz ablukası, Birleşmiş Milletler, uluslararası toplum ve uluslararası hukuk bakımından zaten eleştiri ve kınama konusu olmuştur. Bunun üzerine bir de böylesine anlamsız bir harekâtın düzenlenmesi, İsrail’in konumunu ve durumunu çok daha vahimleştirmiştir.   Uluslararası hukuk, olayın bizzat İsrail tarafından soruşturulmasını ve kovuşturulmasını; hasar ve zararların İsrail Devleti tarafından karşılanmasını öngörmektedir. Ancak geçmiş benzer olaylardaki olumsuz örnekler, uygulamalar, bu konuya ilişkin soruşturmanın uluslararası bir düzen aracılığıyla yapılmasını gerekli kılmaktadır.   Bireysel hakların ve çıkarların da korunabilmesi ve elde edilebilmesi bakımından, bu aşamadan sonra başlıca hukuki seçenekler ve dayanaklar, iki başlık altında ifade edilebilir: İsrail Devleti’nin, haksız filli nedeniyle hukuki sorumluluğu; bu harekâtı planlayan, emreden ve icra eden sivil-asker görevlilerin, hem ulusal, hem uluslararası suçlardan dolayı bireysel cezai sorumlulukları.   Hak aranmasında ve suçluların cezalandırılmasında hukuk, dürüst ve adil bir yargılama elbette önemlidir. Ancak hukuk düzeni kendiliğinden işlememektedir. Deyim yerindeyse, başta zarar görenler olmak üzere, ilgili devletlerce “işletilmesi” gerekmektedir. Üstelik, dürüst ve adil bir yargılama, doğal olarak uzun zaman alabilir. Zira yargılama, basit bir formaliteden ibaret değildir; gerçeğin ve olabilecek sorumlulukların tarafsız bir şekilde araştırılmasını amaçlar. Bunun tersi, linç kültürü, yahut silahlı güç kullanarak sorunları önleme-çatışmaları çözme eğilimidir.   Özellikle bireysel hak aramada, sabır ve kararlılık, güçlü bir hukukçu kadrosu ve teknik destek önemlidir. Bu aşamada en önemli unsur, olayların, olguların belgelenmesi, kayda alınmasıdır. Human Rights Watch, Amnesty International vb. sivil toplum örgütleri yanında, İsrail’deki insan hakları örgütlerinin desteğinden yararlanılması olanaklarının da araştırılması gerekir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin açıklamaları, bu bağlamda olumlu bir işarettir.   İsrail devletinin kuruluşu, tarihi ve hukuki bir hata olmuştur. İsrail’in Filistin halkına ve bölgeye yönelik politikaları ise durumu daha da vahim kılmaktadır. Sebepler böyle olmaya devam ettikçe, sonuçlar da değişmeyecektir. Kısır döngü devam edecektir. İsrail-Filistin sorununun, dayatmalarla ve güç kullanılmasıyla değil; akıl, basiret ve sağduyulu yaklaşımlarla ve diplomasi yöntemleriyle çözümlenmesi gerekmektedir.   Ne yazık ki, -kendi takdirlerine göre- yaşamsal derecede önemli olduğu derecede, hemen bütün devletler, uluslararası hukuku göz ardı edebilmektedirler. Bu, hayatın bir gerçeğidir. Oysa sorunların kalıcı şekilde çözümü, hukuka uygunlukla doğru orantılıdır; diğer başarılar -çoğu zaman- geçicidir ve aldatıcıdır.   Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bütün olanlara rağmen, sakin olmaya çalışmalı, kaliteli milli istihbarata önem vermeli, diplomasi - iletişim kanallarını açık tutmalı, tepkilerinde ölçülü olmaya çalışmalı, uluslararası ilişkilerde ulusal çıkar ve karşılıklılık kavramlarının gereklerini gözden uzak tutmamalıdır.