İsrail Ürdün Filistin Arasında Su İşbirliğine İlişkin Değerlendirme

Dr. Seyfi Kılıç, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı seyfikilic@yahoo.com
Dünyanın kara üzerindeki en alçak bölgesi olan Ölü Deniz temel beslenme kaynağı olan Şeria (Ürdün) nehrinin yoğun bir şekilde tüketilmesinden dolayı hızla kurumaktadır. Şeria nehri taşıdığı küçük su miktarına rağmen uluslararası su politikasında ve uluslararası politikada oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Nehir havzasında Ürdün, İsrail, Suriye, Lübnan ve Filistin yer almakta ve İsrail ve Ürdün için ana yer üstü su kaynağını oluşturmaktadır. Filistinliler için şu anda bu kaynaktan su tüketim faaliyeti bulunmamaktadır.
 
Yılda yaklaşık üç metrelik bir düşüşün gözlendiği gölün kurtarılmasına ilişkin planlar ise özellikle 1990’lar ile gündeme gelmiştir. Bu planların başında gelen Kızıldeniz-Ölü Deniz bağlantısı artık gerçekleşmek yolunda ilerlemektedir. Söz konusu dönemdeki projelerde Kızıldeniz ile Ölüdeniz arasındaki yükseklik farkından faydalanarak elektrik üretimi de hedeflenmekteyse de, mevcut planda en azından şimdilik bu yönde bir hedef bulunmamaktadır. Dünya Bankası’nın mali desteği ile gerçekleştirilecek proje ile Ürdün’ün Akabe kentinde kurulacak bir tuzdan arıtma tesisi ile Ürdün ve İsrail’e ek su sağlanması planlanmaktadır. Ayrıca Filistin’in de Ölü Deniz kıyısında yer alması nedeniyle İsrail devlet su şirketi Mekorot’tan yıllık 20-30 milyon metreküp ilave su satın alabileceği de Mutabakat Zaptı’na geçirilmiştir.
 
İmzalanan metnin üç ülke arasındaki ilişkilerde büyük önemi olmakla birlikte İsrail işgali altındaki Filistin topraklarındaki durumun tespit edilerek Filistin’in sosyal ve ekonomik gelişmesinin önünde nasıl engel oluşturduğuna bakmak gerekmektedir. Filistin’deki su kaynakları da tıpkı diğer azgelişmiş bölgelerde olduğu gibi aşırı nüfus artış hızı nedeniyle azalmakta ve yetersiz hıfzıssıhha hizmetleri nedeniyle kirletilmektedir. Bu ise gerek kalite gerek miktar açısından artan bir kıtlık yaratmakta ve suyun farklı kesimlerde yani evsel, endüstriyel ve tarımsal kullanımları arasında ihtilafa neden olmaktadır. Ancak Filistin’i diğer az gelişmiş ülkelerden ayıran özel bir durum da söz konusudur. Filistin toprakları 1967 öncesi sınırlar dikkate alındığında, söz konusu tarihten bu yana İsrail işgali altındadır ve coğrafi ve iklimsel nedenlerden kaynaklanan su sıkıntısının yanı sıra siyasi olarak da oluşturulmuş bir su sıkıntısıyla karşı karşıyadır. Batı Şeria’da bulunan İsrail yerleşimlerinin atık sularının, kasıtlı bir şekilde Filistinlilere ait arazilere bırakıldığına ilişkin haberler basında sıklıkla yer alması da. Burada vurgulanması gereken bir diğer noktadır.
 
İsrail’in Batı Şeria’daki işgali buradaki yeraltı sularını tek taraflı olarak çekmesini sağlamaktadır. Batı Şeria’daki İsrail işgali Filistinlilerin yeraltı su kaynaklarını kullanmasını engellemektedir. İsrail 1967 yılında işgal etmiş olduğu Batı Şeria’da, sistemli olarak Filistinlilere ait olan kuyuları tahrip etmektedir. Bu bölgede herhangi bir kuyunun açılması için İsrail askeri makamlarından izin almak zorunludur. Aynı zamanda Filistin yerleşim birimlerinde uzun dönemli su kesintileri rutin bir olaydır. İsrail aynı zamanda işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yasadışı bir şekilde İsrailli yerleşimciler yoluyla işgalini devam ettirme politikası da izlemektedir. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yerleşimciler Filistinlilerin ödediği fiyatın evsel kullanım için 3’te 1’ini, tarımsal sulama için ise 10’da 1’ini ödemektedirler. Miktar olarak bakıldığında ise Batı Şeria’da bir İsrailli yerleşimcinin tükettiği su miktarı yıllık bazda bir Filistinlinin yedi katıdır. 2005 yılında yerleşimciler boşaltılmadan önce Gazze Şeridi’nde ise bu oran 13’e 1’dir. Bu rakamlar dikkate alınmadan imzalanan metni yorumlamak gerçeğin gözden kaçması anlamına gelmektedir.
 
Projeye ilişkin mutabakat zaptı 9 Aralık 2013 tarihinde Dünya Bankası’nın merkezi olan Washington’da imzalanmıştır. Proje kapsamında sadece bölgede su elde edilmesi amaçlanmamakta aynı zamanda ekolojik dengenin de korunması hedeflenmektedir. Ancak yine de çevresel nitelikli bir takım eleştiriler bulunmaktadır. Bölgenin ekolojik dengesinin ve yeraltı sularının projeden olumsuz bir şekilde etkileneceği dile getirilmektedir.
 
Mutabakat zaptının her üç ülke için geçerli olmak üzere en önemli özelliği, su konusu başta olmak üzere, siyasi ihtilafların bir yana bırakılarak müzakerelere başlanması durumunda, ortak çıkarların oluşturulmasının mümkün olacağını göstermesidir. Bir diğer özellik ise Dünya Bankası gibi ciddi bir mali gücü harekete geçirme özelliğine sahip olan ve müzakerelerde etkin bir şekilde yer alan bir kurumun ya da arabulucunun varlığı durumunda taraflar arasında daha kolay sonuca ulaşma imkanının ortaya çıkmasının bir kere daha gözlemlenmesidir. Tarihsel açıdan bakıldığında yine Dünya Bankası’nın Hindistan ile Pakistan arasındaki İndus uyuşmazlığında da etkin bir rol oynadığı görülmektedir. Diğer yandan, imzalanan mutabakat zaptının, su sıkıntısı konusunda uzun yıllardır dile getirilen “su savaşları” kavramını ortadan kaldırdığı ifade edilmektedir. Ancak bu değerlendirme söz konusu mutabakat zaptının tarafları arasında halen işgal altında olan bir ülke ile -Filistin- işgalci bir ülke -İsrail- olması açısından anlamsızlaşmaktadır. Bu mutabakat zaptının sadece işbirliğini geliştirme açısından önemli olarak değerlendirilmesi daha gerçekçi bir yorum olacaktır. Varılan anlaşma çerçevesinde İsrail aynı zamanda Ürdün’ün başkenti Amman’a Galile gölünden yılda 30 ile 45 milyon metreküp su sağlamayı da taahhüt etmiştir. İki kısma ayrılabilecek olan Şeria nehrinin yukarı kısmı nehrin kaynaklarından Galile gölüne kadar olan kısım, aşağı kısmı ise Galile gölünden Ölü Deniz’e kadar olan kısım olarak kabul edilmektedir. İsrail ile Ürdün arasında daha önceki yıllarda gerçekleşen müzakerelerde İsrail, Ürdün’ün sadece Aşağı Şeria’ya kıyıdaş olduğunu belirterek Galile gölünden su taleplerini reddetmiştir. Hidrolojik olarak bir anlam içermeyen bu tutum uzun yıllar boyunca İsrail tarafından takip edilmiştir. Anlaşmada yer alan bu hüküm İsrail’in uzun yıllar boyunca Şeria nehrinin yukarı kısmına ilişkin Ürdün’ün taleplerini dikkate almama politikasının değiştiğini de göstermektedir. İmzalanan bu düzenlemenin önemli sonuçları arasında bu anlayışın değişmesi de yer almaktadır.