Kasım Süleymani Suikasti ve Muhtemel Bölgesel Sonuçları

Dünya gündemi 3 Ocak sabahı Ortadoğu’dan ulaşan şok bir haberle sarsıldı. ABD güçlerinin düzenlediği bir hava operasyonunda, Bağdat Havalimanı’nda bulunan İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani öldürüldü. Süleymani’nin ölümü hem ABD hem de İran tarafından teyit edildi. Süleymani ile birlikte öldürülenler arasında Haşdi Şabi’nin önemli komutanlarından Ebu Mehdi el-Mühendis de bulunuyordu. ABD’nin bu beklenmedik Süleymani hamlesi, pek çokları tarafından 1. Dünya Savaşı’nı başlatan, Avusturya Arşidük’ü Franz Ferdinand suikastine benzetiliyor ve bu hamlenin bölgede geniş çaplı bir savaşı tetiklemesinden korkuluyor. Süleymani operasyonunun ABD Başkanı Trump’ın bilgisi ve onayı dâhilinde olduğu yine ABD makamları tarafından teyit edilmiş durumda.

Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin önemini kavrayabilmek için, Süleymani’nin İran için ifade ettiği değeri tespit etmek gerekmektedir. Devrim Muhafızları’nın sınır ötesi operasyonlarından sorumlu birim olan Kudüs Gücü’nün komutanı sıfatıyla Süleymani, on yıllardır İran Dini Lideri Ali Hamaney’in emirleri doğrultusunda İran’ın bölgesel siyasetini şekillendirmektedir. Suriye iç savaşı sırasında İran’ın sahadaki tüm kuvvetlerinin kontrolü ve Afganistan ile Pakistan başta olmak üzere diğer ülkelerden getirilen Şii milislerin koordinasyonu tamamen Süleymani’nin elindeydi. Yine Süleymani Irak’ta DEAŞ’a karşı girişilen operasyonlarda Haşdi Şabi şemsiye yapılanmasını koordine eden önemli isimlerin başında geliyordu. Süleymani, Lübnan’daki Hizbullah ile de yakın temas halindeydi ve bölgesel siyaset anlamında İran Dışişleri Bakanlığı’ndan daha fazla güce sahipti. Öyle ki Esad’ın geçen yıl Tahran’ı ziyaretinden İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in haberi olmazken Süleymani ziyaret sırasında huzurda bulunuyordu. Hatta bu duruma oldukça bozulan Zarif, istifasını vermiş ve fakat istifası kabul edilmemişti. Bölgede sürekli yer değiştirmesinden ve pek çok ülkede faaliyet göstermesinden dolayı “gölge komutan” olarak adlandırılan Süleymani, İran ve bölgede İran’a bağlı savaşan güçler arasında efsane statüsüne çoktan yükselmişti. Hatta Maryland Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre Kasım Süleymani, İran’ın en popüler ismiydi. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi bile geride bırakıyordu.

Süleymani’nin öldürülmesi, İran’ın bölgesel operasyon kapasitesinin ciddi anlamda sakatlanması anlamına geliyor. İran’ın bölgesel siyaseti ve askeri stratejisi, asimetrik savaş anlayışına dayandığından, karizmatik komutanların saha içerisindeki ağırlığı ve önemi son derece yüksek. Süleymani gibi birinin boşluğunun kısa sürede doldurulması imkânsız ve uzun vadede doldurulmasının da garantisi yok. Dolayısıyla İran yalnızca önemli bir komutanını değil; aynı zamanda uzun bir süredir yatırım yaptığı bölgesel siyasetinin payandalarından birini de kaybetmiş durumda.

ABD Trump’ın başkanlığından bu yana İran’ın bölgesel nüfuzunu sınırlandırmak amacıyla “maksimum baskı” denilen bir siyaseti uygulamaya başlamıştı. Maksimum baskının esas fonksiyonu, İran’ın bölge ülkelerinde artan siyasi ve askeri ağırlığının azaltılması ve son tahlilde yok edilmesiydi. Şimdiye dek daha çok ekonomik yaptırımlar ile ilerleyen süreçte geçtiğimiz yılın Nisan ayında İran Devrim Muhafızları’nın ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Yabancı Terör Örgütleri listesine alınmasıyla birlikte farklı bir aşamaya geçilmişti. İran da cevap olarak Amerikan Merkez Komutanlığı’nı (CENTCOM) terör örgütü olarak kabul edip misilleme yapmıştı. Dolayısıyla iki taraf da birbiriyle doğrudan askeri angajman için zemin yaratmıştı. İlerleyen dönemde İran üzerindeki ekonomik baskıların artmasına paralel olarak Körfez’de gerginlikler yaşanmış ve askeri çatışma kıvılcımları kendini göstermeye başlamıştı. Son aylarda İran, Irak ve Lübnan’da yaşanan protesto hareketleri de İran için tehlike çanlarının çalması anlamına geliyordu. Sürüp giden bu gerginliğin patlama noktasına ise geçtiğimiz günlerde Irak’ta ulaşıldı. Haşdi Şabi güçlerinin ABD tarafından vurulmasına karşılık olarak aralarında Ebu Mehdi el-Mühendis’in de olduğu milisler, ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğini kuşatıp duvarlarını ateşe verdiler. Bunun üzerine ABD Başkanı Trump, attığı bir Tweet ile çok etkili bir cevap verileceğini söylerken aynı tweeti alıntılayan İran Dini Lideri Hamaney ise, “ABD hiçbir şey yapamaz” şeklinde cevap verip meydan okumuştu. Trump’ın Süleymani cevabı, İranlı yetkilileri hazırlıksız yakaladı. Daha önce defalarca ABD’nin menziline girip çıkan Süleymani’ye dokunulmuyordu. Fakat bu kez beklenmeyen bir hamle geldi.

İran’da Süleymani’nin ölümünün ardından 3 gün yas ilan edildi. Ülkenin en yüksek makamının başında bulunan Dini Lider Ali Hamaney, yayınladığı bir mesajda “Katilleri suikast sonrası acı bir intikam bekliyor” diyerek ABD’yi tehdit etti. Cumhurbaşkanı Ruhani de aynı şekilde Süleymani’nin intikamının alınacağını söyledi. Sadece olağanüstü güvenlik durumlarında acil olarak toplanan İran’ın Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani başkanlığında toplandı. Yıllardan sonra ilk kez Dini Lider Hamaney de Konsey toplantısına iştirak etti. Dışişleri Bakanı Zarif bir tweet atarak, “ABD’nin bir uluslararası terörizm eylemiyle, DEAŞ, El Kaide, Nusra vd. ile savaşta en etkili güç olan General Süleymani’yi hedef alıp öldürmesi son derece tehlikeli ve aptalca bir gerginlik hamlesi. Bu haydutça maceracılığın tüm sorumluluğu ABD’ye ait” diyerek İran’ın muhtemel cevabını işaret etti. İran’da bir ABD Büyükelçiliği ya da ABD’li bir diplomatik temsilci bulunmamaması nedeniyle İsviçre’nin Tahran Büyükelçiliği ABD’yi temsil ediyor. Bu yüzden İsviçre Büyükelçisi, olayla ilgili olarak İran Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Yine eski Devrim Muhafızları Komutanı Muhsin Rızai de “İntikamımız ağır olacak” diyen bir tweet attı. Pek çok İranlı komutan, intikam yeminleri ederken Hamaney’in emriyle Süleymani’den boşalan koltuğa Tuğgeneral İsmail Kaani atandı.

ABD’nin Süleymani gibi bir sembol ismi, yaşarken efsaneleşmiş bir kilit komutanı öldürmesi, İran yönetimini de ağır bir cevap yükünün altına soktu. İran’daki sistemin devamlılığı açısından sert bir cevap verileceği aşikâr. Aksi takdirde sistemin ciddiyeti ve temelleri İranlı muhafazakârlar tarafından da sorgulanabilir hale gelecek. Ancak verilecek cevabın niteliği ve zamanı tartışmalı. İran’ın vereceği cevabın ne olacağı büyük oranda Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi toplantısında netleşecek. Misillemenin ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını sürdürülemez hale getirecek tarzda uzun bir zamana yayılarak yapılması, İran’ın doğrudan ve hemen ABD’ye saldırmasından daha ağır basan bir ihtimal. ABD’nin askeri varlığının bulunduğu bölge ülkeleri İran’ın hedefinde yer alıyor. Irak bu ülkelerin başında geliyor. Ülkedeki İran nüfuzunun boyutu, Haşdi Şabi gibi devasa bir ordunun İran ile olan ilişkisi, Mukteda es-Sadr’ın Mehdi Ordusu’nu yeniden canlandıracağını açıklaması, Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin suikasti kınaması ve Irak Şiilerinin lideri Ayetullah Sistani’nin de Süleymani’ye yapılan saldırıyı kınaması ve ondan bir “kahraman” olarak bahsetmesi Irak’ı en muhtemel cephelerden biri haline getiriyor. Ayrıca ABD’den yapılan açıklamada vatandaşlarının Irak’ı derhal terk etmelerinin istenmesi ve ABD‘nin Bağdat Büyükelçiliğine asker takviyesi yapılması da önemli göstergelerden. İran ile ABD arasındaki gerginliğin Irak’ta iç savaşa varabilecek bir çatışmaya dönüşmesi de seçenekler arasında. Dolayısıyla ilk etapta bu gerginlikten en çok Irak’ın zarar göreceği söylenebilir. Irak dışında Suriye, Lübnan, Yemen, Körfez, Körfez Arap ülkelerindeki ABD askerleri ve üsleri de İran’ın yöneleceği muhtemel hedefler arasında yer alıyor.

Süleymani’nin öldürülmesi İran’ın iç siyasi dengeleri açısından da önemli. İran için bu kayıp kısa vadede rejim için birleştirici bir unsur olacaksa da uzun vadede İslam Devrimi anlatısının güç kaybetmesine sebep olacak. Son yıllarda İran’ın sınır ötesindeki faaliyetlerine ayırdığı kaynaklar, ekonomik yaptırımların yıkıcı etkisiyle birleştiğinde İran halkının yönetime karşı bir tür güvensizlik ve hayal kırıklığı beslemesi sonucunu doğurmuştu. İran siyasal kültüründe içkin ve Şii teolojisinin de köşe taşlarından olan “yas” olgusunun devreye girmesiyle birlikte rejimin kaybetmiş olduğu halk desteğini kısa vadede yeniden kazanacağı düşünülebilir. Bu sebeple İran yönetimi Süleymani’nin kaybını bir süre etkileyici sokak törenleriyle işleyip ölümsüz bir mit yaratmaya çalışacaktır. Şimdiden Süleymani’nin kenti Kerman başta olmak üzere çeşitli İran şehirlerinde –ve hatta İran sınırları dışında yer alan Keşmir gibi bölgelerde dahi- başlayan yas törenleri bu durumun habercisidir. Süleymani’nin Tahran’da düzenlenecek cenaze töreni İslam Cumhuriyeti tarihinde eşine az rastlanır bir kitlesel gövde gösterisine dönüşecektir.

İran dış siyasetinin izleyeceği yol da bu saatten sonra ABD, İsrail ve Batı’ya yönelik tavizsiz ve sert bir tutum zemininde şekillenecektir. 2020 İran Meclisi ve 2021 İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaderi de büyük oranda bu suikast eylemi ve beraberinde getireceği sonuçlar tarafından çizilmiş durumdadır. Ruhani gibi ılımlıların yerini sertlik yanlısı muhafazakârların alması kaçınılmaz gibi görünmektedir.  Elbette bu durumun hem bölge hem de küresel siyaset anlamında da bir takım ciddi dönüşümleri tetikleme ihtimali mevcuttur.