Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Soğuk Barışı

2011 öncesinde Katar ve BAE, ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında kendilerini konumlandıran, arabuluculuk ve uluslararası yardımlar gibi diplomatik alanlara yoğunlaşarak yumuşak güç ve devlet markalaştırma odaklı stratejiler izleyen ve sahip oldukları ekonomik kaynaklarla Batı dünyasına yaptıkları agresif yatırımlarla öne çıkan küçük Körfez ülkeleriydi. Ancak siyasi, sosyal ve ekonomik benzeşmelere rağmen Katar ve BAE, 2011 sonrasında küçük devlet kalıplarının ötesinde izledikleri dış politika ile farklılaşarak büyük bir siyasi mücadele içine girmiştir. 2011 yılında başlayan Arap ayaklanmaları süreci, Katar ve BAE için önemli bir dönüm noktası olmuştur. İki ülke geleneksel “küçük devlet” sınırlılıklarını aşarak agresif, müdahaleci ve pro-aktif bir dış politika izleyerek Suriye, Libya, Mısır, Tunus ve Yemen gibi birçok ülkedeki Arap Baharı’nın tetiklediği değişim süreçlerini şekillendirmeye çalışmıştır. Arap devrimleri süreciyle birlikte Katar ve BAE benzer araçlar etrafında ekonomik, siyasi ve askerî olarak oldukça müdahaleci politikalar izleyerek bölgesel nüfuz ve etki alanlarını genişletme arayışına ve yarışına girmiştir. Öte yandan, bölgede nüfuz yarışına giren bu iki devlet farklı tehdit ve fırsat algılarının tetiklediği devrimci ve karşı-devrimci pozisyonlar alarak birçok ülkede birbirleriyle çatışan politikalar izlemiştir.

Başta Kuzey Afrika ve Afrika Boynuzu bölgeleri olmak üzere iki Körfez ülkesi arasındaki nüfuz ve etki mücadelesi bölgesel jeopolitik denklemin belirgin bir unsuru hâline gelmiştir. Bu noktada Katar’ın artan bölgesel nüfuzu, BAE’nin Müslüman Kardeşler ve İran’a yönelik tehdit algısıyla bağlantılı bir şekilde Abu Dabi tarafından sert bir şekilde güvenlikleştirilmiştir. Ayrıca Katar’ın Arap Baharı etrafında cereyan etmeye başlayan bölgesel düzendeki değişimin peşine takılması, BAE’nin otoriter ve askerî rejimler etrafında yeniden tesis edilmeye çalışılan bölgesel düzen vizyonuyla çatışmaktadır. Bu sebeple 2011 sonrası Katar’ın bölgesel aktivizminin sınırlandırılması ve geri döndürülmesi, BAE’nin dış politika önceliklerinden biri hâline gelmiştir. Bu noktada Mısır, Libya ve Tunus gibi kayda değer dönüşümler geçiren ülkelerde BAE ve Katar’ın giriştiği siyasi mücadele öne çıkmıştır. Yine bu doğrultuda Katar’ın terörizm destekçisi bir ülke olarak lanse edilmesi ve bu algının özellikle Batı kamuoyunda yerleşik hâle getirilmesi, BAE’nin Katar karşıtı propaganda faaliyetlerinin odağını oluşturmuştur. BAE bu amaçla özellikle Washington D.C merkezli olarak lobi şirketlerine ve düşünce kuruluşlarına büyük fonlar sağlamıştır.

Bu ikili mücadelenin doğurduğu en büyük kriz 2014 yılındaki Büyükelçiler Krizi ve 2017 Körfez krizi olmuştur. Katar’ın izlediği bölgesel politikalar sonucu olarak onu cezalandırmayı ve izole etmeyi amaçlayan Suudi Arabistan ve BAE liderliğindeki bir grup ülke önce 2014 yılında büyükelçilerini Katar’dan çekmiş ve daha sonra 2017 yılında ise Katar ile diplomatik ilişkilerini kesip bu ülkeye yönelik bir ambargo başlatmıştır. Bu iki kriz Katar ve BAE arasındaki jeopolitik mücadelenin en büyük iki tezahürü olarak değerlendirilebilir. Bu süreçlerde Katar’ın hedef tahtasına konulmasının öncülüğünü ise BAE yapmıştır.

El-‘Ulâ Uzlaşısı
BAE ve Katar arasında yaklaşık son on yıldır devam eden bu gerilimlerle dolu mücadele 5 Ocak 2021 tarihi itibarıyla yeni bir safhaya taşınmıştır. Bu tarihte imzalanan “Dayanışma ve İstikrar Bildirisi” ile Körfez krizinin sonlandırıldığı ve Katar’a yönelik ablukanın kaldırıldığı ilan edilmiştir. Özellikle Joe Biden’ın ABD Başkanı olarak seçilmesiyle birlikte Donald Trump döneminde Suudi Arabistan ve BAE lehine devam eden siyasal iklimin tersine döneceğine yönelik güçlü bir beklenti oluşmuştu. Buna karşılık, Körfez krizinin Suudi Arabistan liderliğinde çözülmesi bu geçiş sürecine hazırlıkta ön alıcı bir hamle olarak değerlendirilmişti.

Bu süreçte BAE çok fazla istekli gözükmese de Suudi Arabistan’ın peşine takılma stratejisi izlemiştir. Çünkü değişen jeopolitik şartlar dışında Katar, BAE’nin tutumunu değiştirmesine neden olacak ve geri adım anlamına gelecek herhangi bir politika değişikliğine gitmemişti. Buna rağmen ambargonun sona ermesi Katar için bir siyasi başarıyken, BAE için bu süreç gönülsüzce kabul edilen bir mağlubiyetti. Takip eden süreçte ise kâğıt üzerinde çözülen krizin kısa vadede taraflar arasındaki güveni yeniden tesis etme konusunda yetersiz olduğu görülmüştür. Her ne kadar anlaşma sonrasında Katar’ın Suudi Arabistan ve Mısır ile ilişkilerinde kademeli olarak gözle görülür bir iyileşme yaşanmış ve taraflar birbirine karşı diplomatik adımlar atarak bu süreci ilerletmeye yönelik istekli bir görünüm vermişlerse de BAE ve Bahreyn için bu adımlar oldukça kısıtlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan ve Mısır’ın yaklaşık 4 yıllık bir kesintinin ardından Katar’a büyükelçilerini tekrar göndermeleri bu gelişmenin en güncel ve somut yansıması olmuştur. Öte yandan, Katar ve BAE ilişkileri ne el-‘Ulâ öncesindeki gibi kalmış ne de geleceğe yönelik iyimser bir görünüm sergilemiştir.

Körfez’in Soğuk Barışı
Gelinen noktada BAE ve Katar arasındaki açık rekabetin ve mücadelenin soğuk bir barışa evrildiği söylenebilir. Yeniden başlatılan diplomatik ilişkilerin ve müzakerelerin taraflar arasındaki açıktan hasmane tutumu ve açıklamaları söylem düzeyinde törpülediği görülürken, işin eylem boyutunda özellikle BAE’nin Katar’a karşı attığı çeşitli adımlar zıtlaşmanın devam ettiğini göstermektedir. İki ülke heyetlerinin el-‘Ulâ Anlaşması’nın uygulanması amacıyla bir araya gelerek ortak mekanizmaları ve süreçleri tartışması bu yönde atılan ilk olumlu adımlardan biri olmuştur. Bu süreci de karşılıklı verilen olumlu mesajlar takip etmiştir. Son olarak krizin dördüncü yıl dönümünde BAE Devlet Başkanı’nın Diplomatik Danışmanı Enver Gargaş, Katar ile ülkesi arasındaki gerilimin ve sürtüşmenin geride bırakıldığını ve artık yeni bir sayfa açıldığını söylemiştir. Benzer bir şekilde, Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman es-Sani geçtiğimiz haftalarda iki ülke ilişkilerini yeniden kurma yolunda karşılıklı olumlu görüşmelerin gerçekleştiğini teyit eden açıklamalarda bulunmuştu.

Ancak bu diplomatik iyimser görünümün arkasında BAE tarafından Katar’a yönelik atılan iki öne çıkan adım eylem boyutunda gerilimlerin devam ettiğinin açık bir göstergesi olmuştur. Bunlardan ilki BAE’nin sekiz Afrikalı gazeteciyi Katar’da düzenlenecek 2022 Dünya Kupası’na ilişkin karşıt manipülatif içerik üretme konusunda yönlendirmeye çalışmasıdır. Afrikalı Gazeteciler Birliği (Federation of African Journalists-FAJ) tarafından yapılan açıklamaya göre BAE’li üst düzey yetkililer, Afrikalı gazetecilerden Katar’ın Dünya Kupası organizasyonu konusunda basın toplantısı düzenlemelerini ve Katar’daki işçi hakları sorunları üzerinden Afrika ülkelerinin millî takımlarının organizasyonu boykot etmeleri çağrısında bulunmuşlardır.

BAE tarafından Katar’ın uluslararası imajını zedelemeye amacıyla atılan benzer bir son adım ise BAE fonlu bir filmde Katar’ın terörizm destekçisi ve finansörü olarak sunulması olmuştur. 11 Haziran’da Amerika’da vizyona giren “The Misfits” (Uyumsuzlar) isimli filmin BAE tarafından finanse edildiği ve BAE merkezli bir film yapım şirketi tarafından Hollywood sinemasının önde gelen yapım şirketleriyle iş birliği içinde çekildiği belirtilmektedir. Hollywood sinemasının seçkin simalarının rol aldığı bu filmde Katar, “Jazeeristan” adıyla terörizm finansörü ve Katar’da yaşayan, Müslüman Kardeşler’in önde gelenlerinden ve Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi ise küresel terörizmin destekçisi olarak lanse edilmiştir. Bu da BAE’ye yönelik birçok eleştiriyi beraberinde getirmiştir.

Son dönemde yaşanan bu iki gelişme BAE’nin Katar’a yönelik tutumunda söylem boyutunda belirtilenin aksine çok fazla bir değişiklik olmadığını göstermektedir. Bu da son on yıldır devam eden Katar ve BAE rekabetinin, görünürlük açısından belli oranda törpülense de arka planda devam ettiğini ve özellikle BAE’nin Katar’ı bölgedeki İslamcı aktörlerle geliştirdiği iyi ilişkiler sebebiyle tehlikeli bir öteki olarak görmeye devam ettiği anlamına gelmektedir. Özellikle 2013 sonrasında devrimci ve karşı-devrimci olarak adlandırılabilecek bölgesel bloklaşmalar arasında yumuşamaların ve normalleşmelerin yaşandığı bir dönemde BAE’nin belli tavizlerle de olsa önceki sert bölgesel pozisyonunu koruduğu ve bu dönemde elde ettiği kazanımlardan ve etki alanından kopamadığı söylenebilir. Her ne kadar görünürde bölgedeki jeopolitik değişime uygun olarak politika revizyonları yapmış olsa da karşı-devrimci bölgesel düzen tasarımı içinde kendisini belirleyici bir bölgesel güç olarak konumlandıran BAE’nin bu doğrultudaki çıkarlarını koruma noktasında yeri geldiğinde daha agresif politikalar izlemeye devam etmesinin muhtemel olduğu belirtilebilir. Burada da kendisine en benzer ve tehlikeli öteki olarak konumlandırdığı Katar ile ilişkileri BAE’nin bölgesel siyasetinin gidişatına yönelik önemli ipuçları verecektir.