Libya’da Kaosun İlanı: Milisler ve Devlet

Nebahat TANRIVERDİ YAŞAR, ORSAM Ortadoğu Uzman Yrd.
10 Ekim 2013 tarihinde Libya Başbakanı Ali Zeydan’ın kaldığı otelde silahlı bir grup tarafından kaçırıldığı haberi dikkatlerin Libya’ya odaklanmasına neden oldu. Kısa bir süre sonra ise başbakan Zeydan’ın ABD yetkililerine El Kaide üyesi olan bir Libyalının tutuklanması operasyonunda yardımcı olduğu gerekçesi ile İçişleri Bakanlığı'nca gözaltına alındığı ortaya çıktı. Bahsi geçen silahlı grubun ise İçişleri Bakanlığına bağlı milis güçler olduğu anlaşıldı. Aynı günün ilerleyen saatlerinde serbest bırakılan Zeydan, "Allah'a şükür iyiyim. Beni kaçıranlar, istifamı istiyordu. Ama istifa etmeyeceğim." sözlerinin öne çıktığı bir basın açıklaması yaparak konuya biraz olsun açıklık getirdi.
 
Başbakan Zeydan’ın tutuklanmasının ardında girift hale bir dizi sorun ve istikrarsızlık yatmakta. Uzun bir süredir El Kaide’nin giderek güçlendiğine yönelik iddiaların daha görünür hale geldiği Libya’da, şiddet gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş durumda. Sıradan insanlar kadar ülkenin siyasi isimleri de bu istikrarsızlık ortamından payını alıyor. Bu noktada Libya’da Başbakanın tutuklanması olayının arka planına bakmak bu açıdan çok önemli.
 
İç Savaş ve Milisler
 
2011 tarihinde kanlı bir iç savaşın ardından yıkılan ve Kaddafi’nin şahsında kişiselleşen Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi’nin yerini alan “Libya” devleti hala derin güvenlik sorunları ile boğuşuyor. Eylül 2011’de kurulan yeni rejimin öncelikleri, siyasi ve idari yapısının yeniden kurulması, istikrarın sağlanması, silahlı aşiretlerin silahsızlandırılması ve ekonominin onarılması gibi temel hususlardı. Çünkü iç savaş sırasında Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi’nin tüm idari ve siyasi yapıları çökmüş ve çözülmüştü. Yerel yönetimlerin güçlü olduğu eski sistemin merkezi ortadan kalkınca yereller özerklik elde etmiş ve iç savaş sırasında silahlanarak ayrı birimler haline gelmişti.
 
İç savaşın yaşandığı sekiz aylık süre içerisinde muhaliflere yardım etmek amacıyla Libya’ya kontrolsüz bir şekilde silah akışı gerçekleşmiştir. Kaddafi hâlihazırda ülkenin merkezi dışındaki bölgelerin çoğunun kontrolü tamamen ya da kısmen kaybetmişti. Bu bölgelerde de askeri silah ve mühimmat depoları muhaliflerin eline geçmişti. Bu dönemde tahmini olarak 125.000 Libyalının silahlandığı yönünde bilgiler bulunuyor.
 
Silahlanmanın kitlesel olarak arttığı bu dönemin ön önemli unsuru ise isyancılardan oluşan milis güçleridir. Aşiret yapısının egemen olduğu Libya toplumunda merkez çökünce silahlı tugaylar/milisler önemli ölçüde fiziki ve siyasi güç elde ettiler ve iç savaş döneminde küçük merkezler çevresinde pek çok özerk bölgenin ortaya çıkmasına vesile oldular. Ancak iç savaşın bitmesi bu durumun tersine çevrilmesinde yeterli olamadı. İç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana ülkede 1.700 civarında milis grubunun ortaya çıktığı düşünülüyor. Bu küçük özerk güç merkezlerinin yeni rejim tarafından devlet kontrolü altına alınması gerekiyordu. Fakat Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi’nin kurumları çözülmüş, dağılmış ve yıkılmıştı. Bu nedenle de Libya’da devletin yeniden tesis edilmesi gerekiyordu ve bu durum hala gerekliliğini korumaktadır.
 
Libya’da Devlet-Milis İlişkileri
 
Devletin yeniden inşa edilmesinin en önemli gerekleri ülkede etkin kontrolü sağlayacak askeri yapının ve bürokratik kurumların yeniden tesis edilmesidir. Özellikle devletin şiddet tekeline ortak olan milis güçlerin savaş sonrası dönemde kontrol altına alınması en önemli gerekliliklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletin tamamen çöktüğü ve federalizm tartışmalarının güçlü bir şekilde devam ettiği, güvenliğin yerel aşiretler tarafından sağlandığı ülkede bu hedefleri gerçekleştirmek bir hayli zor. Nitekim Ağustos 2012’de göreve gelen seçilmiş hükümetler bu hedeflerde kayda değer gelişmeler elde etmek konusunda pek çok sorunla karşılaştı ve karşılaşmaya da devam etmekteler.
 
Ulusal Geçiş Konseyi’nin seçilmiş parlamentoya yetki devri yaptığı Ağustos 2012 tarihinden beri parlamento içinde yaşanan siyasi gerilim ve çekişme, hükümetin bahsi geçen güvenlik sorunlarına yaklaşımı doğrudan olumsuz yönde etkilemektedir. Siyasi çekişme nedeniyle güvenoyu alamayan ilk hükümet geri adım atmak zorunda kaldı, Ali Zeydan liderliğinde yeni hükümet Ekim 2012’de göreve geldi. Ancak yeni hükümet de siyasi çekişmenin önünü alamadı. Bu siyasi çekişme yeni rejimin güvenlik sorunları, istikrarsızlık ve devletin yeniden inşası gibi hususlarda etkin politikalar izlemesine engel olmaktadır. Dahası parlamento içerisindeki farklı gruplar, milis güçlerini siyasi üstünlük elde etmek amacıyla kullanmaya devam etmektedir.
 
İç savaşın en önemli askeri birlikleri olan milis güçleri Ekim 2011 sonrası dönemde hükümetler tarafından yeni düzene entegre edilmek istenmiş ve bu doğrultuda iki önemli strateji takip edilmeye çalışılmıştır: silahsızlandırma ve merkezi ordu altına düzenli birliklere dönüştürme.
 
Silahlanmanın kontrolsüz bir biçimde arttığı ülkede milis güçleri silahsızlandırılması hem seçim öncesi Ulusal Geçiş Konseyi’nin hem de seçim sonrası ülkenin yönetimi devralan parlamento ve hükümetlerin denediği bir çalışmaydı. Ancak iç savaş sırasında milis güçleri, önemli sayılabilecek derecede silah gücü elde etmiştir. Büyük bir kısmı, tank gibi ağır savaş araçlarına sahiptir. Sahip oldukları fiziksel gücün yanı sıra, milisler idari olarak da özerk yapılar oluşturarak kendilerini kurumsallaştırmayı başardılar. Bu kurumsal yapılara savaş sonrasında küçük ölçekteki silahlı gruplarda eklemlenmiştir. Milislere bağlı savaşçıların silah bırakmaya ikna edilmesi konusunda yürütülen çalışmalar ve projeler yetersiz kalmış ve bu inisiyatifler sonuç olarak başarısız olmuştur. Öncelikle iç savaşa etkin olarak katılan milisler yeni dönemde söz haklarını koruyabilmek ve elde ettikleri gücü koruyabilmek adına silah bırakmayı reddetmişlerdir.
 
Buna karşılık yeni rejim silahsızlandırmanın mümkün olmadığı grupları merkezi ordu komutası altına almaya çalışmıştır. Özerk yapılara sahip ve belli coğrafi bölgeleri kontrol eden milislerin merkezi komuta altında birleştirilmesine yönelik çalışmalar da etkili olamamıştır. Bir yandan merkez askeri olarak milisleri tek komuta alabilecek seviyede güçlü ve üstün değilken diğer yandan da milislerin liderlik kadroları bu çalışmalara ciddi direniş göstermiştir. Sonuç itibari ile milisler özerkliklerini korumaya devam etmektedirler.
 
Yeni rejim bu noktada stratejisini değiştirerek özerkliklerini ortadan kaldıramadığı milis güçlerine yasal statü tanımış ve bu milis birliklerini İçişleri Bakanlığı’na bağlamıştır. Böylece yasal bir düzenleme ile milis güçler merkezi ordunun yanı sıra ülkenin silahlı birliklerine dönüştürülmüş oldular. Pratikte bu uygulamanın anlamı, devletin milislerin özerkliğini yasal olarak tanıması ve milisler karşısında güçsüzlüğünü kabul etmesidir. Bu durum aynı zamanda özünde Kaddafi sonrası dönemin kontrolünün büyük ölçüde milis güçlere geçtiğinin de kabulüdür. Libya Başbakanı Ali Zeydan’ın resmi açıklamaya göre İçişleri Bakanlığınca, pratikte ise resmi statü tanınan ve İçişleri Bakanlığına bağlanan fakat kontrol edilemeyen milis güçlerince kaçırılması/tutuklanması Libya’daki mevcut durumun en somut örneğidir.