Libya’da Milis Güçleri Düzenleme Çabaları: BM Anlaşma Taslağının Değerlendirilmesi

BM, Eylül 2014’te Libya, Gadamis’te başlattığı ve halen devam eden Libya müzakere sürecinde tarafları uzlaştıracak bir anlaşma metni oluşturmaya çaba harcamakta. Libya’daki rakip taraflara şimdiye kadar dört taslak metin sunan BM, yürüttüğü barış görüşmeleri ile tarafları bir yol haritası üzerinde uzlaştırarak uluslar arası bir güvenlik sorununa doğru evrildiğini düşündüğü Libya’daki iç savaşa bir son vermeyi amaçlıyor. Şimdiye kadar hazırlanan taslak anlaşmaların üç ortak başlığı göze çarpıyor: ulusal uzlaşı hükümeti, Libya’daki farklı pek çok aktörün siyasi sürece katılımını sağlayacak konseylerin oluşturulması ve milis güçlerin yarattığı parçalanmışlığı ortadan kaldıracak ve güvenlik açığını kapatacak ulusal ordu. BM’nin her bir başlık için ortaya koyduğu yol haritası derin bir analizi gerektirmektedir. Dahası BM’nin taslak anlaşma çerçevesinde ortaya koyduğu Libya’da ulusal ordu kurma çabasının 2011’den itibaren ülkenin en önemli sorunlarından biri haline gelen milis güçlerin düzenlenmesi ya da elimine edilmesi, diğer başlıkları doğrudan etkileyeceği için ayrı ve geniş bir değerlendirmeyi hak etmektedir.

Önceki Başarısız Denemeler
Muammer Kaddafi, iktidarda olduğu süre boyunca kendisine bir darbe yapılmasından korkmuş ve bu darbe ihtimalini ortadan kaldırmak adına Libya ulusal ordusunu zayıf bırakacak bir takım önlemler almıştır. Özellikle 1990’lardan itibaren ordudaki etkin bazı aşiretler hedef alınmış, üyeleri ordudan tasfiye edilmiş, düzenli orduya alternatif olarak oğulları başta olmak üzere Kaddafi’nin güvendiği isimlerin kontrolünde paralı-yabancı askerilerden oluşan lejyon birlikleri kurulmuştur. Bu nedenle de 2011 iç savaşı sırasında Libya ordusu dağılmış, askerler ekseriyetle milis güçlere dahil olmuş ya da milis güç benzeri yerel birlikler oluşturmuşlardır. Ordunun bu duruma paralel olarak, milis güçler, ülkede askeri anlamda merkezi koordinasyondan yoksun olmalarına rağmen 2011 iç savaşı sonrası devam eden silahlanma trendi ile birlikte ülkenin en önemli aktörü haline geldiler. Bu milis güçler bir yandan ülkedeki güvenlik açığını kapatırken diğer yandan da ironik bir şekilde en büyük güvenlik sorununa dönüştüler. İç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana ülkede 1.700 civarında milis grubunun ortaya çıktığı düşünülüyor. Bu denklem içinde aşiretler, büyük aileler ve siyasi blokların siyasi üstünlük elde etme mücadelesinde milis güçler önemli bir araç ve denklem değiştiren aktör haline geldiler.

İç savaşın en önemli askeri birlikleri olan milis güçleri Ekim 2011 sonrası dönemde hükümetler tarafından yeni düzene entegre edilmek istenmiş ve bu doğrultuda iki önemli strateji takip edilmeye çalışılmıştır: silahsızlandırma ve merkezi ordu altında düzenli birliklere dönüştürme. Silahlanmanın kontrolsüz bir biçimde arttığı ülkede milis güçleri silahsızlandırılması hem seçim öncesi Ulusal Geçiş Konseyi’nin hem de seçim sonrası ülkenin yönetimi devralan parlamento ve hükümetlerin denediği bir çalışmaydı. Ancak iç savaş sırasında milis güçleri, önemli sayılabilecek derecede silah gücü elde etmiştir. Büyük bir kısmı, tank gibi ağır savaş araçlarına sahiptir. Sahip oldukları fiziksel gücün yanı sıra, milisler idari olarak da özerk yapılar oluşturarak kendilerini kurumsallaştırmayı başardılar. Bu kurumsal yapılara savaş sonrasında küçük ölçekteki silahlı gruplarda eklemlenmiştir. Milislere bağlı savaşçıların silah bırakmaya ikna edilmesi konusunda yürütülen çalışmalar ve projeler yetersiz kalmış ve bu inisiyatifler sonuç olarak başarısız olmuştur. Öncelikle iç savaşa etkin olarak katılan milisler yeni dönemde söz haklarını koruyabilmek ve elde ettikleri gücü koruyabilmek adına silah bırakmayı reddetmişlerdir.

Buna karşılık yeni rejim silahsızlandırmanın mümkün olmadığı grupları merkezi ordu komutası altına almaya çalışmıştır. Özerk yapılara sahip ve belli coğrafi bölgeleri kontrol eden milislerin merkezi komuta altında birleştirilmesine yönelik çalışmalar da etkili olamamıştır. Bir yandan merkez askeri olarak milisleri tek komuta alabilecek seviyede güçlü ve üstün değilken diğer yandan da milislerin liderlik kadroları bu çalışmalara ciddi direniş göstermiştir. Sonuç itibari ile milisler özerkliklerini korumaya devam etmektedirler.

Yeni rejim bu noktada stratejisini değiştirerek özerkliklerini ortadan kaldıramadığı milis güçlerine yasal statü tanımış ve bu milis birliklerini İçişleri Bakanlığı’na bağlamıştır. Böylece yasal bir düzenleme ile milis güçler merkezi ordunun yanı sıra ülkenin silahlı birliklerine dönüştürülmüş oldular. Pratikte bu uygulama ile devletin milislerin özerkliğini yasal olarak tanımış ve milisler karşısında güçsüzlüğünü kabul etmiştir.

BM Taslağı’nda Libya Ulusal Ordusu
BM’nin 8 Haziran’da duyurduğu barış anlaşmasında Güvenlik Düzenlemeleri başlığı altında 14 madde (Madde 36-Madde49) bulunmaktadır. Bu 14 madde ile BM, ordu ve polis güçlerinin inşasına ilişkin bir yol haritası oluşturmuştur. Öncelikle ordu ve polis teşkilatının inşası ve geliştirilmesi görevi, ulusal uzlaşı hükümetine verilmiştir. Taslak anlaşma, bu inşa süreci boyunca uygulanması öngörülen bir takım geçici güvenlik önlemleri düzenlemiştir. Bu geçici güvenlik önlemleri ateşkesin uygulanması, milis güçlerinin şehirlerden, yerleşkelerden, ve stratejik öneme sahip yapılardan çekilmesi ile silahsızlandırmanın gerçekleştirilmesi hususlarını içermektedir. Gene geçici önlemleri düzenleyen 37. Madde’ye göre bu amaçların uygulanması ve uygulamaların denetlenmesi için gerekli mekanizmaların ulusal uzlaşı hükümeti tarafından oluşturulması gerekmektedir. Bu mekanizmayı denetleyecek 'Geçici Güvenlik Önlemlerinin Uygulanmasını İzleme Komitesi' (Madde 40) yerel toplulukları da içerecek şekilde tesis edilecek ve gerektiğinde BM’den destek isteyebilecektir. Uzlaşı anlaşmasının imzalanması ile yürürlüğe girecek ateşkesin ardından 30 gün içinde milisler önce başkent Trablus’tan ve ardından diğer yerleşim birimleri ile yapılardan çekilecekler (Madde 42-43). Ateşkesin ardından 60 gün içerisinde de ağır ve orta silahlar BM’ye teslim edilecektir (Madde 44). Madde 45-48 ise silahsızlandırılan milis üyelerinin rehabilite ve topluma entegre edilmesi ile ilgili niyet beyanlarını içermektedir. Buna göre ulusal uzlaşı hükümeti rehabilitasyon ve entegrasyon için gerekli düzenlemeleri yapacaktır. Ayrıca uygun görülen eski milis üyeleri güvenlik birimlerine transfer edilebilecektir.

Öncelikle 14 Madde içinde ortaya koyulan hususlar niyetler çerçevesi ile sınırlı kalmaktadır. Bu açıdan bakıldığında 2011 sonrası ülkede bu niyetler sürekli dile getirilmiş, ancak bu niyetlerin gerçekleştirilmesi için ortaya konan çabalar başarısız olmuştur. 2011-2014 yılları arasında Libya’da milis sorununun çözümü için pek çok alternatif strateji denenmiştir. Önce silahsızlandırma ve rehabilitasyon denenmiş ve şehir merkezlerine konuşlanan milislerin çekilmesini sağlamak için görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Ardından milis güçler merkezi bir komuta altına disipline edilmeye çalışılmış ve en son olarak da mevcut halleriyle sisteme entegre edilmek istenmiştir. Milisleri dağıtmaktan sistem içinde ehlileştirmeye varan bu farklı taktiklerin hiçbiri başarılı olamamıştır. Bu nedenle, BM’nin taslak anlaşmasında bu niyet beyanının ötesine geçilmesi ve önceki uygulamaların başaramadığını nasıl gerçekleştirmeyi planladığını ortaya koyması gerekmektedir.

Örneğin, 'Geçici Güvenlik Önlemlerinin Uygulanmasını İzleme Komitesi' çatısı altında rakip grupları ve yerel aktörleri dahil ederek ateşkesin uygulanması ve milislerin dağıtılması hususlarında başarı elde etmeyi ummak fazlasıyla iyimser bir yaklaşımdır. Rakip grupların bir araya gelmesi tek başına, sorunların çözümünü ya da yol haritasının uygulanmasını garanti etmemektedir. Elbette ki anlaşmazlık içindeki aktörlerin kurumsal yapılar içinde ortak çalışmalar yürütmeye çalışmaları uzlaşı için önemli bir zemin sağlamaktadır, ancak bu ancak bir başlangıç noktası olarak alınabilir. Eğer BM, metin içerisinde belirtilen kısa süreler içerisinde bu eylem planının uygulanmasını istiyor ise, tarafların müzakere sürecinde detayları belirlemesi ve bu detaylar üzerinde anlaşması gerekmektedir.

Öte yandan BM’nin taslak anlaşması, milis üyelerinin silah bırakması için teşvik edici herhangi bir programa sahip değildir. Milis güçlerle ilgili 2011 sonrası dönemde karşılaşılan en önemli zorluk, silahlanmış Libyalıların silah bırakmaya ikna edilmesiydi. Libya’da milis güçleri silah bırakmaya zorlayacak ya da milis güçleri içinde eritebilecek merkezi askeri bir yapı olmadığı için milis güçlerin silahsızlandırılması için başlatılan inisiyatifler başarısız olmuştur. Bu noktada Libyalıları milis güçlere iten temel motivasyonun öncelikle bireysel güvenlik kaygısı olduğu unutulmamalıdır. Buna paralel olarak aşiretlerin de sadece güç için mücadele etmediği, beka kaygısı içinde oldukları da hesaba katılmalıdır. 2011’den itibaren Libya’da demografi de büyük bir hareketlilik içindedir. Örneğin Fizan’da Tebular ile Tuareglerin karşı karşıya gelmesinde Trablus-Tobruk mücadelesi kadar Tuareglerin Tebuların yaşadığı bölgelere inme çabası da önemli bir paya sahiptir. Benzer bir şekilde Misrata ve Zintan milislerinin Fizan’a kadar inerek çatışmalara taraf olması da beka kaygısını derinleştirmiştir.

Son olarak milislerin şehirlerden, yerleşkelerden, ve stratejik öneme sahip yapılardan çekilmesi de diğer hususlarda görülen aksaklar taşımaktadır. Trablus başta olmak üzere liman kentleri ve önemli yerleşim merkezleri ile havalimanı, petrol ve altyapı tesisleri gibi stratejik öneme sahip yerlerde milis güçlerin varlığı bir gerçektir. 2014 yılından itibaren ise bu yerlerde kanlı bir mücadele yaşanmaktadır. Zintan aşiretinin kontrolündeki sivil havalimanı Trablus MGK’ya bağlı birliklerce bombalanırken, Trablus’taki pek çok yer de defalarca Tobruk TM’ye bağlı güçlerce bombalanmıştır. Bu nedenle bu yerlerin çatışmadan arındırılması oldukça önemlidir. Ancak taslak anlaşmanın ortaya koyduğu yol haritasında milis güçlerinin yetkiyi kime devredeceği muğlaktır. Çekilmenin 30 gün, silahsızlanmanın 60 gün içinde gerçekleştirilmesi öngören BM, Ulusal Ordunun oluşturulması ile ilgili herhangi bir zaman çizelgesi ya da çekirdek yapı belirtmemektedir. Örneğin bu yapının merkezine Tobruk TM’ye bağlı silahlı kuvvetler konacaksa, Trablus’taki milisler buna nasıl ikna edilecekler? Ayrıca milislerin çekilmesi ifadesi milis güçlerin, tüm yerleşim yerlerinde dışarıdan gelen silahlı birlikler olarak konumlandırıldığı intibasını uyandırmaktadır. Fakat milislerin büyük bir kısmı yerel ölçeklidir ve yerel güvenliği sağlamaktadır. Güvenlik ihtiyacını ikame edecek kurumlar oluşturulmadığı sürece bu milis güçlerinin silah bırakması mümkün görünmemektedir.

BM’nin Eylül 2014 itibari ile ortaya koyduğu çatışma çözümü çabalarındaki en temel eğilim tarafları biraya getirecek kurumsal mekanizmaların oluşturulmasına öncülük etmektir. Ekonomiden siyasete ve güvenliğe bir dizi sorunun çözümü bu görüşmelerin bir parçası değildir. BM, tarafları bir araya getirecek ve koordinasyonu sağlayacak öngörülen mekanizmaların kurulması ile süreci Libya’daki aktörlere bırakmayı ve kendini destekleyen konumuna çekmeyi hedeflemektedir. Ancak mevcut taslak ile BM’nin bu hedefine ulaşması pek mümkün görünmemektedir. BM’nin ve uluslararası toplumun Libya’daki krizin çözümüne olumlu yönde katkı yapması bir sorumluluk gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna ek olarak, mülteci krizi ile mücadele yolları arayan Avrupa için çözüm, Libya karasularında insan ticareti yapan gemileri batırmak değil, Libya’da kalıcı bir barış tesis etmektir. 

Bu yazı “Libya’da Milis Güçleri Düzenleme Çabaları: BM Anlaşma Taslağının Değerlendirilmesi” başlığıyla Ortadoğu Analiz Dergisi'nde yayınlanmıştır.