Lübnan’da Fransa-Hizbullah Yakınlaşması

Beyrut Limanı'nı ve başkentin büyük bir bölümünü tahrip eden devasa patlama Lübnan’ı sonu belirsiz bir tünele sokmuştur. 4 Ağustos 2020’de meydana gelen sarsıcı patlama ardında yüzlerce ölü ve yaralı bırakmış, milyarlarca dolarlık ekonomik kayba neden olmuştur. Patlama, Kovid-19 nedeniyle zaten sıkıntılı bir süreçten geçen Lübnan’da tepkileri artırmış ve Lübnan halkı yaşanan sıkıntılardan tüm siyaset ve güvenlik kurumları ile Hizbullah’ı sorumlu tutmuştur. Lübnanlılar, Ekim 2019 tarihinden bu yana uluslararası topluma seslerini duyurabilmek için gösteriler düzenlemeye başlamıştır. Halkın tepkisinin nedeni; uluslararası toplumun Lübnan’ı, bölgesel ve uluslararası anlamda izole etme çabaları ve ABD tarafından uygulanan ekonomik yaptırımlardır. Lübnanlılar düzenledikleri gösterilerle yolsuzluk, sorumsuzluk, ihmal, kota sistemi ile şekillenen ve ülkeyi açmazlara sürükleyen siyasi yapıya da baş kaldırmıştır.

Patlamanın hemen ertesinde uluslararası toplumdan Lübnan’a insani, maddi ve manevi destek gelmiştir. Dış dünyanın Lübnan’a ilgisi altında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Beyrut ziyaretleri öne çıkmıştır. Lübnanlı yetkililer, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ziyaretinin ardından Fransa’nın Lübnan’a uyguladığı ambargoyu kaldırdığını ifade etmiştir. Macron, Lübnan halkını teskin etmek; Fransa’nın ve Fransızların Lübnan’ın yanında olduğunu göstermek amacı güden Lübnan ziyareti esnasında, diğer Batılı ülkeler gibi “Reformlar gerçekleştirin” söylemini yinelemiştir. Macron bir adım öteye geçerek “Lübnan’ın yol haritasının yeni bir siyasi düzen inşa etmek olduğunu” belirtmiştir. Bu noktada zihinlerde beliren soru, yeni bir sistem inşa etmek ile neyin kastedildiğidir. Siyaset ve ekonomide yapılacak değişiklik ve reformlar devlete mi tabi olmalıdır yoksa ufukta yeni bir manda kâbusu mu belirmektedir? Patlama sonrasında hükûmetin istifasını sunmasının ardından Lübnan’ı neler beklemektedir? Tüm bu gelişmeler Lübnan’ın siyaset sahnesinde gerçek bir değişim doğuracak mıdır?

Macron, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aoun’un zımni onayıyla yeni bir siyasi düzen oluşturulmasını teşvik etmektedir. Macron, mevcut sistemin hızlı karar alıp uygulayabilecek nitelikten uzak olduğunu belirterek değişimin şart olduğunu vurgulamıştır. Beyrut’ta meydana gelen patlama, siyasi oyunun kurallarını değiştirebilir. Halkın ve uluslararası arenanın desteği alınarak Büyük Lübnan’ın kuruluşunun 100. yıl dönümü münasebetiyle yeni bir hükûmetin kurulması ve mezhep eksenli yönetim sisteminin sona erdirilmesi, Lübnan’ın öncelikli gündem maddeleridir. Macron’un bahsettiği yeni düzende Hizbullah’ın silahları bırakması ile ilgili bir hükme yer verilmemektedir. İran, önceki Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin gözetimindeki Saint-Cloud Konferansı’nda, Hristiyan-Şii-Sünni üç taraflı karar alma mekanizması önerisinde bulunmuştur. Söz konusu öneri tüm siyasiler ve Maruni Patrikhanesi tarafından reddedilmiştir. Patrik Mor Bechara Boutros al-Rahi, patrikhanenin sunulacak siyasi çözümlerin Lübnan’ın değerleri, halkın beklentileri ve ülke kimliği ile uyumlu olması gerektiğine önem verdiğini belirtmiştir. Al-Rahi, Hristiyanlık-İslam ortaklığına saygı duyan, medeniyet ve beraberlik ruhu taşıyan çözümlerin değerlendirmeye alınması gerektiğinin altını çizerek, Lübnan’ın değerlerinin ayrılmaz bir bütün olduğuna, bir kesime yönelik darbenin herkesi ilgilendirdiğine ve ortak temelleri ihlal etmenin varlığa hakaret anlamına geldiğine dikkat çekmiştir. Bunun yanı sıra çözümün, sistemin din anlayışındaki değişikliklerle değil ancak ve ancak anayasal ve kurumsal çalışma mekanizmalarında yapılacak düzenlemelerle geliştirilebileceğini vurgulamıştır. Maruni Patrikhanesi, Hristiyan-İslam ortaklığını savunan ve üçlü karar mekanizması önerisini reddeden Daru’l-Fetva ile aynı tutuma sahiptir. Buradan hareketle iç ve dış destek görmeyeceği düşünülen üçlü karar mekanizması önerisinin yeni Lübnan rejiminde yer bulamayacağı açıktır.

Öyleyse Macron’un Hizbullah’ı kendi tarafına çekmek ve yeni siyasi düzeni kabul etmesini sağlamak için elinde bulundurduğu kart nedir? Bugün baktığımızda gündemde Lübnan ve Hizbullah’ın karşı karşıya olduğu uluslararası bir güç mücadelesi söz konusudur. Hizbullah Suriye, Irak ve Yemen başta olmak üzere yakın ülkelerde yayılmacı bir politika izlemektedir. Bu bağlamda Fransa’nın radikal reformların gerçekleştirilmesi ve tarafsızlık politikasının uygulanması karşılığında Hizbullah’ın silahlı faaliyetlerini bir süre askıya almasını önermesi olasılığı dikkate alınmalıdır.

Önümüzdeki günlerde tıpkı Taif Anlaşması ve Doha Anlaşması’nda olduğu gibi yeni usullere dayanarak Lübnan mekanizmalarında yapılacak reformları konu alan “Hizbullah’ın Silahları Karşısında Devlet ve Anayasa” başlıklı uluslararası camianın gözetiminde ulusal bir konferans gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Bu konferans uluslararası bir talebi de temsil etmektedir. Konferans, Washington’ın Hizbullah’a kendisine bağlı şahıs ve oluşumlar üzerinden yaptırımlar uyguladığı ayrıca Hizbullah’ı terör listesine dâhil ettiği bir dönemde gerçekleşecektir. Sezar ve Magnitsky Yasaları, Lübnan’ı ekonomik bir çıkmaza sürüklemiştir.

Macron, Beyrut ziyareti sırasında aralarında Hizbullah’ın da bulunduğu Lübnan parti liderleri ile bir araya gelmiştir. Macron-Hizbullah görüşmesinde örgütün siyasi kanadı Direnişe Sadakat Bloğu yer almıştır. Bloğun başkanlığını Muhammed Ra’d yürütmektedir. Macron, Hizbullah’ı dâhilî ve bölgesel bir çözüme yaklaştırmak için çalışmaktadır. Sonrasında ise ABD Başkanı Donald Trump’ı, Lübnan’ın çöküşünün vahim sonuçlar doğuracağına ve bu nedenle ülkenin İran eksenine kaymasını önlemek gerektiğine ikna etmiştir. Peki Macron, gerçekten Hizbullah’ı çözüme ikna edebilmiş midir? Hizbullah’ın Beyrut Limanı’nda silah saklaması, Macron’un çözüm çabalarının yanıt bulduğuna mı işaret etmektedir? Hizbullah patlamanın sorumluluğunu üstlenecek midir? Yoksa Lübnan’ın üzerindeki uluslararası baskıya son verilmesi ve Hizbullah’ın müttefiklerine uygulanan yaptırımların kaldırılması için çalışmaya devam mı edecektir?

Fransa Cumhurbaşkanı’nın Lübnan’dan başlayarak Ortadoğu’da yeni bir rol oynamak istediği herkesin malumudur. Hizbullah’a bağlı el-Ahbar Gazetesi, Macron ve T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın Lübnan ziyaretlerinin, ülkeyi Türkiye ve Fransa arasında yeni bir rekabet ve çatışma sahasına dönüştüreceğini ima etmiştir. Nitekim Beyrut Limanı’nın yeniden inşası tartışılırken Trablus Limanı aktif hâle gelmiştir. Tüm bu gelişmeler bağlamında akıllara Türkiye’nin Lübnan’a yönelik yaklaşımı nedir sorusu gelmektedir. Türkiye Lübnan’ın iç işlerine müdahale etmediği gibi insani yardım kuruluşları ile Lübnan’ın yanında yer almış, Müslüman–Hristiyan ayrımı yapmadan tüm ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşmuş, Lübnan’ın bağımsızlık ve egemenlik mücadelesine destek vermiştir. Sonuçta Hizbullah’ın, Lübnan’da bir Türk-Fransız çatışması izlenimi oluşturarak Beyrut patlamasının faillerini unutturmaya çalıştığı söylenebilir. Hizbullah bunun yanı sıra Lübnan’ı, Fransa ve Türkiye arasında bir seçime zorlayarak ülkeyi İran’ın Akdeniz’e kolayca geçiş sağlayabileceği bir arena hâline getirmeyi amaçlamaktadır.