Mahsa Emini’nin Ölümü: İran’da Kadın Meselesi

İran’da 22 yaşındaki Mahsa Emini'nin “başörtüsü kurallarına uymadığı” gerekçesiyle İrşad Devriyeleri (Ahlak Polisi) tarafından gözaltına alındıktan sonra rahatsızlanarak hastaneye kaldırılması ve 16 Eylül'de yaşamını yitirmesiyle başlayan gösteriler bir kez daha İran’ı uluslararası toplumun gündemine taşımıştır. İran’da kadın hakları talepleriyle başlayan protestolar Emini’nin Kürt kökenli bir kadın olması vesilesiyle de İran’ın Kürt vilayetlerinde etno-politik eylemlere dönüşmüştür. Bu eylemler Azeri Türklerinin yaşadığı bölgelerde de benzer bir mahiyet kazanmıştır. Ayrıca bu eylemlerde İran sokakları işsiz ve gelecek ümidi olmayan gençlerin de kontrolsüz bir biçimde kendini ifade etme mekânı hâline gelmiştir. “Toplumsal cinsiyet” ve “milliyetçiliğin” kesiştiği İran’daki eylemler baskıcı rejime ve onun eril tahakkümüne karşı kadın ve azınlık hakları için tabandan direniş şeklinde daha geniş olarak ele alınmayı hak etmektedir. Son protestolar, özellikle cinsiyet, din ve etnik köken temelinde kesişen baskı biçimlerine karşı verilen bir özgürlük mücadelesi olarak okunabilir. Elbette İran’da daha önceki protestolarda olduğu gibi Halkın Mücahitleri Örgütü, PJAK, İKDP, Komela gibi illegal örgütler sokağı manipüle etmeye, protestolarda kendilerine alan açmaya çalışmaktadır. Ancak bu, İran’daki uzun süredir devam eden sosyolojik gerilimi ve siyasi sahadaki daralmayı göz ardı etmeye neden olmamalıdır. Müslüman Ortadoğu'nun başka yerlerinde olduğu gibi İran'da da “kadın hakları” ile ilgili endişe, modernitenin kalıcı bir mecazı olmuştur. Ancak İran’da kadın haklarını konuşmak bu soruna içkin olan güç ilişkilerini göz önünde bulunduran daha geniş tarihsel süreçlere değinmeyi gerektirir. İran’da kadınlara yönelik baskının kökeninde İslam’a dair sadece indirgemeci bir anlayışı görmek soy kütüksel sorunu anlamayı engellerken İslamofobiyi de körüklemektedir. Ayrıca medya, rejime karşı İran kadın hareketinin talep odaklı ve eşitlikçi eylemini öfkeli bir harekete ve isyana indirgemektedir. İran’da kadın hareketinin yüzyıllık bir tarihi olduğu unutulmamalıdır.

Kadını çarşaflı olarak sahneye koyan İran İslam Devrimi, Batı dünyasına ve seküler Şah rejimine karşı başkaldırışının siyasi simgesi hâline getirmiştir. İran Devrimi, Fransız ya da Rus devrimi gibi seküler ideolojilerin aksine İslamı ideolojileştirmiştir. Bu nedenle İran yönetimi için İslam sadece bir din değil aynı zamanda rejimin ideolojisidir. Dolayısıyla kıyafet değişiklikleri, önceki rejim tarafından reddedilmiş olan kültürel bir özün yeniden inşa edilişinin dünyaya sunulan bir göstergesi olarak hizmet etmektedir. Nitekim devrimin önde gelen isimlerinden Ayetullah Talegani, kadınları çarşaf giymeye çağırırken “İran’da bir devrimin, derin bir değişimin olduğunu göstermek istiyoruz” demektedir. Talegani'nin ifadesi, dinsel kaygıların ötesinde devrimci yönetim için kadın bedenin politikleştiğini göstermektedir. İran devrimi örneğinde olduğu gibi Batı karşıtlığının ağır bastığı durumlarda tesettür, Batı kültürel modelinin reddinin bir simgesi ve İslami kimliğin bir ifadesi hâline dönüşebilmektedir. Ancak İran’daki sıkıntı bunun devlet eliyle kamusal alanda zorla dayatılmasıdır. 90’lı yıllarda Türkiye örneğinde zorla “açma” ile devrim sonrası İran örneğindeki zorla “kapatma” arasında bir fark yoktur. Her ikisinde de temel kaygı kamusal alanda “kültürel iktidar” mücadelesidir. Bu durum İran’da rejiminin kamusal alanı “ahlakileştirme” çabası olarak meşrulaştırılmıştır.

İran Devrimi kuşku götürmez bir biçimde İslam ile çarşaflı kadın arasında bir özdeşlik kurmuştur. Nilüfer Göle’nin ifade ettiği gibi kitlelerin devrimci ayaklanışını Batı dünyasının belleğine kazıyan, kara çarşaflı devrimci kadınlardır. Sonrasında en çok kadınların muhalif olacağı bir devrimin en görünen simgesi kadınların kara çarşafı olmuştur. Paradoksal bir biçimde, İran İslam Devrimi kadını ön plana çıkarırken, İslami geleneklere dönüşü simgeleyen kara çarşaf, kadının aktif bir biçimde siyasi gösterilere katılmasının da bir simgesi hâline gelmiştir. Zihinlere yerleşmiş kaderine boyun eğen, pasif-yumuşak başlı, itaatkâr, geleneksel kadın imgesi, evinin kapalı kişisel dünyasından çıkarak kolektif kitlesel hareketlere katılan, aktif, talepkâr, hatta eylemci olan devrimci kadınlar tarafından kırılmıştır. Aslında İran’da devrimden sonra kamusal alanda kadınların ciddi ve cesur bir varlık göstermediği hiçbir alan kalmamıştır. Dolayısıyla öğrenci hareketi, işçi hareketi, reform hareketi ve protesto hareketleri gibi diğer hareketlerde de kadınların güçlü bir varlık gösterdiği görülmektedir. Bu gerçek varlığın sonuçları, istihdam, eğitim, kaynaklardan yararlanma, sağlık, haklar vb. kadınların ihtiyaç ve talepleri hâline gelmesine neden olmuştur. Bilincin ve hassasiyetlerin artmasının ardından, kadınların sosyal ve yasal eşitliğinin gündeme getirilmesi gerektiği açıktır. Bu taleplerin sözcüsü orta sınıf kadınlardır. İran’da orta sınıf kadınların özelliği genellikle eğitimli olmalarıdır; haberleri okuyorlar, takip ediyorlar, mevcut düzenden memnun değiller ve belirli zamanlarda itirazlarını dile getiriyorlar. Orta sınıf kadınları toplumsal ve anayasal hakları açısından dışlandıklarını hissettikleri için daha çok anayasal haklarına yönelik, toplumsal ve siyasal talepleri dile getiren protestolara katıldıkları görülmektedir. Ancak protestolar, ekonomik taleplere odaklandığında onları meydanlarda daha az görüyoruz ve çoğunlukla yoksul ve yoksun erkekler daha fazla bu tarz protestolarda yer alıyor.

1979-1982 yılları arasında, İslamlaştırma politikası, tesettürün kademeli olarak zorlanmasına ve önemli sayıda seküler kadının siyasi ve sosyal hayattan uzaklaştırılmasına, eş zamanlı olarak birçoğunun Batılı ülkelere göç etmesine yol açmıştır. Bu şekilde 80'ler, siyasi muhaliflerin şiddetli bir şekilde bastırıldığı ve Irak ile yapılan savaş nedeniyle kadın haklarına yönelik bir sessizliğin hüküm sürdüğü bir on yıl olmuştur. İran yönetimi devrim sonrası kamuda görevli kadınlara çarşaf giyme zorunluluğu getirirken 1983'te de kamuya başörtüsü olmadan çıkmayı genel ahlaka aykırı bir suç hâline getirmiştir. Bununla birlikte, pratikte birçok kadın tesettür dayatmasına itiraz etmiştir. Özellikle de devrimden sonra doğan ve seküler bir hayat tarzını benimseyen kadınlar tarafından başörtüsü sürekli geri itilmiş ya da baştan düşürülmüştür.  Devrim sonrası tesettür konusunda halkın sessiz kalması ve pratikte buna karşı çıkması, eski rejimin ideoloji ve politikalarından kaynaklanmıştır. Rıza Şah, modernleşme projesinin bir parçası olarak bir “açma” politikası uygulamıştır. 1936'da çıkarılan bir yasa, çarşaf giymeyi veya Avrupa şapkası dışında herhangi bir başörtüsünü kamusal alanda takmayı suç hâline getirmiştir. Geleneksel İran örtüsü takan kadınlar tutuklanmış ve örtüleri zorla açılmıştır. O zamandan beri, tesettür meselesi İran toplumunun kolektif bilincinde derin bir yara hâline gelmiştir.

Ziba Mir Hüseyni’nin tespit ettiği gibi 1997’de cumhurbaşkanı olan Muhammed Hatemi'nin liberal kültür politikaları, özgür ve çok sesli bir basını beslemiş ve devlet politikalarının ideolojik inşasına yönelik bir eleştiri dalgasını ortaya çıkarmıştır. Daha önce tabu sayılan politikalar ve konular artık reformist basında tek tek yayımlanıp tartışılmaya başlanmıştır. Devrimden hemen sonra başörtüsünün dayatılmasının tartışılması, kimsenin geçmeye cesaret edemediği ve resmî politikanın hiçbir eleştirisine müsamaha gösterilmeyen kırmızı çizgilerden biriydi. Kadın haklarının diğer alanlarının tam tersine, tesettür konusunda anlamlı bir tartışma yapılmamıştı. Zenan gibi cüretkâr bir dergi bile İslam hukukunda cinsiyet haklarının inşasına yönelik eleştirilerinde başörtüsü meselesinden kaçınmaya özen göstermişti. Ancak 1997'den sonra, siyasi alanın açılması ve haklar söyleminin genişlemesiyle birlikte, devrimden bu yana başarıyla bastırılan başörtüsü meselesi üzerindeki tartışmalar yeniden alevlenmiştir. Reformist basında, başörtüsü dayatma politikasının meşruiyetini sorgulayan ve bunun reformist hükûmetin savunduğu yeni özgürlük söylemleriyle uyuşmazlığına işaret eden bir dizi makale yayımlamıştır. İki binli yıllar ise kadın hakları bilincinin daha yaygınlaştığı bir dönem olurken Ahmedinejad dönemi bu yönde çok daha büyük itirazlara sahne olmuştur. Özellikle 2009’daki Yeşil Hareket’te kadının rolü büyüktür. 14 Mayıs 2002'de Tahran Üniversitesinde modernizm konulu bir konferans veren Habermas konuşmasını dinlemek için konferans salonunda bulunan çok sayıda kadını görünce, İran'ın geleceğinin kadınlara ait olduğunu söylemiştir. Yirmi yıl aradan sonra benzer bir şekilde İran toplumunun geleceği üzerinde en büyük etkiye orta sınıf eğitimli kadınlar sahip olacaktır demek mümkündür.

Sonuç olarak devrimin “ideal kadın” ve “ideal toplum” ütopyası tüm toplum mühendisliği girişimlerine rağmen başarılı olamamıştır. Zira İran’da vaktiyle devrimin gerçekleşmesine katkıda bulunmuş bazı entelektüeller bile bugün din ve siyaset alanlarının özerkliğini hoşgörüyle karşılamanın yeni yollarının aranmasını ve İslami toplumun ütopik kurgularının kendi kendini sınırlandırmasını talep etmektedir. Fakat kamusal alanda “kapanma” zorunluluğu İran rejiminin hâlâ kırmızı çizgisidir.