Mısır Cumhurbaşkanlığı Seçimi: Firavunun Gücü

Doç. Dr. Mehmet ŞAHİN, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Mısır’da 16-17 Haziran 2012 tarihlerinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu Müslüman Kardeşlerin adayı Muhammed Mursi resmi olmayan sonuçlara göre oyların yüzde 52.5’ini alarak kazandı. Her ne kadar Müslüman Kardeşlerin adayı Mursi seçimi kazanmış gözükse de seçim sürecinde eski rejimin çok fazla değişmediğini en azından kısa sürede değişmeyeceğini gösteren çok fazla gelişmeye şahit olundu.
 
Cumhurbaşkanlığı seçimine birkaç gün kala Mısır Anayasa Mahkemesi Müslüman Kardeşlerin yüzde 47 ile birinci, Selefilerin ise yaklaşık yüzde 24 ile ikinci parti olduğu meclis seçimlerinin anayasal olmadığını ileri sürerek meclisi feshetti. Bu gelişme başta İslamcılar olmak üzere, demokrasi yanlısı gruplar için tam bir yargı darbesi olarak görülebilir. Öyle anlaşılıyor ki, birçok sebepten dolayı ordu ile engellenemeyen muhalefet yargı yoluyla engellenmek istenmektedir. Nitekim, Müslüman Kardeşlerin ve Selefilerin çoğunluğu aldığı ilk demokratik seçimle oluşan meclis Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde anayasaya aykırılık iddiası ileri sürülerek feshedildi. Böylece, Müslüman Kardeşler yetkileri dahi tam olarak belli olmayan Cumhurbaşkanlığını az bir oy farkıyla kazanırken, büyük bir güç elde etmiş oldukları meclisi kaybetmiş oldular.
 
Bu arada Müslüman Kardeşlerin adayı Mursi’nin Cumhurbaşkanlığını kazanacağının ortaya çıkması üzerine Yüksek Askeri Konsey tarafından yeni bir anayasa hazırlandığı iddiası ortaya atıldı. Neredeyse Mısır’da ki tüm yetkileri elinde bulunduran Yüksek Askeri Konsey ilk defa demokratik seçimler sonucu oluşmuş olan meclisi feshetmekle kalmayıp, seçilen Cumhurbaşkanı’nın da hangi yetkilere haiz olup olmayacağını, sistem içinde nasıl hareket etmesi gerektiğine karar vermek istemektedir. Adeta, son aylarda Mısır’da yaşanan gelişmeler Musa’nın kazandığını değil Firavun’un canlandığını göstermektedir. Şubat 2011’den bu yana yaşanan gelişmelere bakıldığında Müslüman Kardeşlerin ciddi hatalar yaparak Musa’yı zor durumda bıraktığı, Firavun’a ise tekrar canlanma fırsatı verdiği söylenebilir. Devrime gençlerden, liberallerden, solculardan ve diğer demokrasi yanlısı gruplardan sonra katılan Müslüman Kardeşler daha örgütlü oldukları için diğer devrim yanlısı gruplardan daha ön planda gözüktüler. Devrime öncülük etmeleri gerekirken, ilk önce devrimi değil, grup çıkarını ön planda tutarak legalleşme yolunu seçtiler. Bir anlamda devrime sonradan katıldılar, ama sistem içinde güçleneceklerini görünce devrimi erken terk ettiler. Kısaca, Firavun’un öldüğünü düşünerek siyasi alana neredeyse tek başlarına hâkim olacaklarını düşündüler. Fakat söz konusu süreçte pusuda ki Firavun’u fark edemediler.
 
Müslüman Kardeşlerin Şubat 2011’den beri yaşananları doğru okuyamadığı söylenebilir. Beklenmedik bir hızla Baş Firavun’un siyasi alanın dışına itilmesini “iş bitti” olarak gördüler. Fakat Mısır’da esas gerçekleşen şey Baş Firavun’un kurban verilerek eski düzenin sürdürülmek istenmesiydi. Çünkü 2011’in başlarında iç ve dış konjonktür bunu gerektiriyordu.
 
Şubat 2011’den önce Mısır’da illegal bir örgüt muamelesi gören Müslüman Kardeşler devrim sürecinde demokrasi yanlısı gruplarla hareket etmek yerine sistem içinde legal bir yapı olmayı tercih etti. Söz konusu süreçte, rejim tarafından kendilerine açılan sınırlı alanı kabul ederek, kendilerini dar bir alana /ordunun inisiyatifine teslim ederek her geçen gün devrimci/demokrasi yanlısı gruplardan uzaklaşmış oldular. Böylece, demokrasi yanlısı gruplar bölünme sürecine girerken, eski rejim düzene tekrar hakim olmaya başladı.  Bu süreçte Müslüman Kardeşler sistemin bir parçası olmayı ön planda tutup demokrasi yanlısı grupları bırakmamalıydı. Ordu ile anlaşma yolunu seçmemeliydi. Eski rejimi ikna etmek yerine halkı/demokrasi yanlısı grupları kazanmaya çalışmalıydı.
 
Müslüman Kardeşlerin ve Selefilerin meclisin yaklaşık dörtte üçüne sahip olmaları ve Müslüman Kardeşlerin ikna edici ve tutarlı bir siyaset ortaya koyamamaları sadece eski rejim yanlılarını değil aynı zamanda gençleri, solcuları, Hıristiyanları ve demokrasi yanlısı diğer grupları da rahatsız etti. Bir anlamda demokrasi yanlısı gruplar Ordu ile İslamcı arasında kaldıklarını düşünmeye başladılar. Müslüman Kardeşler devrim sürecinde takındıkları tutumla kendi grupları dışında güven oluşturamadılar. Bu süreçte hem demokrasi yanlısı grupları zayıflatırken, eski rejim karşısında kendileri de yalnız kalmış oldu.
 
Mısır dışında ise Müslüman Kardeşler demokrasi taleplerinin yanında olduklarını söyleyen Batı Dünyası’nın da güvenini kazanamadılar. Bu konuda HAMAS deneyiminden faydalanılabilinirdi. HAMAS seçimi kaybettiği için değil, dış dünyanın desteğini alamadığı için hükümet olamadı. Müslüman Kardeşler yeni Mısır’ı, yeni Ortadoğu’yu ve yeni dünyayı anlayabilmeliydiler.

Bugün Mısır’ın demokrasi yanlısı gruplar açısından Şubat 2011’den daha geride olduğu söylenebilir. Nasıl mı?
 
-Bugün eski rejim muhalifleri daha parçalı, Hüsnü Mübarek’in gitmesini isteyen gruplar artık birlikte hareket edemiyorlar.
 -Yeni seçilen meclis feshedilmiş durumda.
-Eski rejim ordu ile doğrudan yapamadığını yargı yoluyla halledebiliyor.
-Ordu siyasi ve ekonomik alanı tekelinde tutacağını açıkça gösteriyor
-Bölgedeki gelişmeler demokrasiden daha çok güvenlik ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Bu durum orduyu siyasette daha etkin kılacaktır.
-Yeni anayasanın ordu kontrolünde hazırlanacağı anlaşılıyor.
 
Mısır’da Baş Firavun ölüm döşeğinde olmasına rağmen eski rejim hala canlılığını koruyor.