Mısır’da Sivil-Asker Çekişmesi: Aktörler Arası İlişkiler ve Öngörüler

Nebahat Tanrıverdi Yaşar, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı, nebahattanriverdi@orsam.org
Mısır’da Kasım 2011 tarihinden beri süregelen seçim maratonu son gelişmeler ile bir kez daha ana gündem maddesi haline geldi. Parlamento alt ve üst şura seçimlerinin ardından devlet başkanlığı seçimleri ile siyasi hayatın normalleşmesi sürecinin önü açılacağına yönelik öngörüler, Yüksek Anayasaya Mahkemesi’nin aldığı karar ile ucu açık bir tarihe ertelenmiş oldu. Yüksek Anayasa Mahkemesi parlamentoda bağımsız adaylara ayrılan kotanın uygulanmamasından ötürü parlamentoyu ve dolayısıyla aldığı tüm kararları “yasa dışı” ilan ederek deyim yerindeyse Yüksek Askeri Konsey’e “yumuşak/yargı darbe”nin kapısını araladı. Parlamentonun feshedilmesinin ardından devlet başkanının da yetkilerinin kısıtlanması ve Yüksek Askeri Konsey’e yeni anayasa yazımı, iç politika, ekonomi ve dış politika karar alma süreçlerinde üst yetkiler veren kararın açıklanması genel itibari ile bu yumuşak darbenin ana hatlarını oluşturmaktadır. Ancak öncelikle bu sonuca varan sürecin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
 
İlk olarak Kasım 2011’den itibaren parlamentoda oluşan siyasi dengenin Müslüman Kardeşler lehine oluştuğunu ancak Kasım’dan bugüne kadar geçen sürecin Müslüman Kardeşler tarafından etkin ve rasyonel bir şekilde yönetilemediği görülmektedir. Parlamentoda seçimlerinde sandıktan çıkan sonuçlara göre Müslüman Kardeşler çok önemli bir zafer kazanmıştı. Özellikle Selefilerin Nur Partisi’nin aldığı oy oranı Müslüman Kardeşlerin siyasi yörüngelerini muhafazakar bir siyasileşme mi yoksa radikalleşme yönünde mi ilerleyeceği sorusunu da beraberinde getirdi. Bu bağlamda Müslüman Kardeşlerin yaklaşımı iki dönemde şekillenmiştir. İlk dönemde Selefiler ile radikal biçimde farklılaşan ve muhafazakar siyasi çizgide yaklaşımı korumaya çalışan Müslüman Kardeşlerin ilk dönem yaklaşımı, ne yazık ki Nur Partisi’nin dalgalanan istikrarsız ama radikal çizgisi başkanlık seçimlerindeki siyasi çekişme ortamı ile birlikte hırslı bir noktaya evrildi. Özellikle Anayasa Komisyonu için sürdürülen görüşmelerde benimsenen tutum Müslüman Kardeşler ve Selefiler dışındaki siyasi unsurların dışarıda kalması ile sonuçlandı. Sonuç itibari ile Mübarek iktidarını sona erdiren siyasal ittifak ciddi bir şekilde zarar gördü. Bu nedenle de Yüksek Askeri Konsey’in ve Yüksek Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karara ciddi bir muhalefet harekete geçirilemedi.
 
Bir diğer önemli husus ise Yüksek Askeri Konsey ile Müslüman Kardeşler arasında örtülü bir şekilde varılan mutabakatın sona ermesidir. Parlamentoda ağırlığa sahip olan Müslüman Kardeşler, devlet başkanlığı için aday açıklamayacağını beyan etmişti. Böylece söze dökülmeyen bir şekilde parlamentonun Müslüman Kardeşler tarafından domine edilmesine Yüksek Askeri Konsey karışmazken, bunun karşılığında devlet başkanlığını da de Yüksek Askeri Konsey’in desteklediği bir ismin yapması konusunda mutabakata varılmıştı. Ancak Müslüman Kardeşlerden Ebul Futuh’un bireysel bir şekilde adaylığını açıklaması ile başlayan süreç Muhammed Mursi’nin adaylığı ile sonuçlanarak bugünkü krizin temelini oluşturdu. Müslüman Kardeşler, parlamentonun fes edilmesine kaynaklık eden mevcut ihlalin farkında olmasına rağmen Yüksek Askeri Konsey’in bu yönde bir karar alacak kapasiteye sahip olmadığı yönündeki öngörüden hareket ederek siyasi anlamda ciddi bir yanlış hesaplama yapmıştır. Sonuç itibari ile parlamentonun feshedilmesi ile birlikte yetkileri kapsamlı bir şekilde sınırlandırılmış bir devlet başkanlığını kabul etmek durumunda kalmıştır. Siyasi kayıpların telafi edilmesi, siyasetten askerin çekilmesi ve sivilleşebilmesi için gerekli olan sivil mobilizasyon kaynağını oluşturan geniş spektrumlu muhalif ittifakın parçalanması da Müslüman Kardeşlerin bugün ciddi bir tepki verememesinin altındaki en temel etkendir.
 
Öte yandan Müslüman Kardeşlerin Kasım 2011’den beri kendisine oy veren tabanını da iyi besleyemediği Başkanlık seçimlerine ait istatistiklerden anlaşılmaktadır. Genel olarak seçime katılım oranlarının parlamento alt ve üst şura seçimlerine kıyasla ciddi oranda düşmesi, bu bakımdan tabanın oy sandığına rağbet etmede parlamento seçimlerindeki kadar ve Mübarek döneminde olduğu gibi istekli olmadığının açık bir ifadesidir. Özellikle Müslüman Kardeşlerin destek aldığı ülkenin güney kısmında seçimlere katılım oranı 0’larda kalmıştır. Genel olarak parlamento seçimlerinde seçmen katılımı `'ın üzerindeyken parlamento seçimlerinde bu oran F'da kalmıştır. Son altı ayda tüm siyasi manevralara rağmen gündelik hayatında somut değişimler gözlemleyemeyen hatırı sayılır sayıda Mısırlı, oy vermek yerine evde oturmayı tercih etmiştir.
 
Son olarak Müslüman Kardeşler dışında kalan diğer siyasi aktörlerin konumu da değişmiş görünmektedir. Selefi Nur Partisi, Müslüman Kardeşler gibi parlamentonun feshedilmesinden ve devlet başkanının yetkilerinin kısıtlanmasından rahatsız olmuştur. Parlamento seçimlerinde kazandığı sandalyeleri kaybeden Nur Partisi Yüksek Anayasa Mahkemesinin böyle bir karar alma yetkisi olmadığını belirtmektedir. Ancak diğer sol, seküler, liberal ve milliyetçi aday ve partiler karara şiddetli bir tepki koymayarak alınan kararı kabul ettiklerini dolaylı bir şekilde göstermekteler. Müslüman Kardeşler (Adalet ve Özgürlük Partisi) ile Nur Partisi’nin parlamentoda bu grupları dışlaması bu kararda temel etkendir. Öte yandan parlamento seçimlerinin yenilenmesi bu grupların çıkarına da görünmektedir. Bu noktada bazı partiler ve adaylar usulsüzlük yapmayan (yani bağımsız adaylar konusunda ) bağımsız adayların ve partilerin, parlamentoda çalışmalarına devam etmesini talep etmektedirler. Ancak bu opsiyon Adalet ve Özgürlük Partisi ile Nur Partisini parlamento dışında bırakacağı için rasyonel bir seçenek olarak görünmemektedir.
 
Bundan sonraki süreçte neler olacağını kestirmek ülkedeki dinamiklerin aktif ve fazla olması nedeniyle oldukça zor. Temel olarak Yüksek Askeri Konsey’in kendini geçiş sürecinde nasıl konumlandıracağı bütün olasılıkları şekillendirecektir.
 
Öncelikle Yüksek Askeri Konsey, geçiş sürecinin başat aktörü olarak kendini tanımlayıp tüm süreci belirleme yönünde karar alabilir. Bu durumda temel yasalar (Anayasa, seçim yasası, medya yasası gibi) Yüksek Askeri Konsey’in kontrolünde şekillenecek ve doğal olarak da askeri vesayet altında ordu mevcut kazanımlarını garanti altına alırken bir ihtimal bunları arttırma eğilimine de girebilecektir. Bu durumda kısa, orta ve uzun vadede askeri yönetim ülkedeki siyasi, ekonomik ve sosyal sorunların muhatabı ve dolayısıyla da kaynağı haline gelecektir.
 
Bir diğer olasılık ise Yüksek Askeri Konsey’in devlet başkanı olarak ilan edilen Muhammed Mursi’yi daha ön plana çıkararak gölge aktör olmayı seçmesidir. Böylece asker bir yandan ülkedeki geçiş sürecini yönlendirirken diğer yandan da ülkedeki sorunların sorumluluklarını Müslüman Kardeşler ve sivil siyasa aktörleri ile paylaşabilecektir.
 
Son seçenek ise Yüksek Askeri Konsey’in mevcut kazanımlarını garanti altına alan ve parlamentoda daha dengeli bir dağılım sağlayacak yasal düzenlemeleri hızlı bir şekilde hazırlayarak parlamento seçimlerini yenilemesidir. Özellikle bu son seçenekte askerin kendini siyaset üstü bir denge unsuru olarak ülkede konumlandırması çabası en olası sonuç olarak görünmektedir. Fakat bu yöndeki bir çabanın ülkede kabul görüp görmeyeceği ise meçhuldür.
 
Sonuç itibari ile Mısır’da asker kendini sivil siyasetten bağımsız ve siyaset üstü bir konumda yeniden tanımlamak çabası içerisindedir. Kendini merkez aktör olarak geçiş süreci içerisinde konumlandıran askerin bu yöndeki eğilimi, özellikle Müslüman kardeşlerin son altı ay içerisinde yürüttüğü etkisiz ve yanlış siyasetler ile kendine meşru bir zemin bulmuştur. Her ne kadar ülke halkı ve muhalif gruplar bu durumdan hoşnut olmasalar da şimdilik birleşmiş cephe olarak askerin karşısına çıkmaktan uzaklar. Bu yöndeki bir süreç ancak siyasi aktörlerin radikal duruşlarından vazgeçerek uzlaşıya varmaları ile başlayabilir. Özellikle Müslüman Kardeşlerin bundan sonraki süreçte aldığı kararlar ülke geleceğinde belirleyici olacaktır.