Musul’un Kurtarılması Operasyonu ve Telafer: Riskler ve Fırsatlar

DAEŞ’e karşı yürütülen mücadele, Musul savaşı ile yeni ve kritik bir boyuta taşındı. Sahte “Hilafetin” Irak’taki başkenti durumundaki Musul’un DAEŞ açısından ne denli önem taşıdığını, militanların şehri teslim etmemek için sergiledikleri kararlılık ve dirençten anlıyoruz. Örgüt daha önce bölgede çok sayıda şehri çatışmaya dahi girmeden terk etmişti. Örgüt kaybedeceğini bildiği hiç bir savaşı sürdürmedi. Öte yandan, ilk haftalarda gelen zafer haberlerine karşın Musul eksenli çatışmalar tahmin edilenden daha uzun, hatta aylar sürme potansiyeli taşımaktadır.

DAEŞ Militanlarının, daha öncekilerin aksine, saldırmak yerine savunmada kalacakları beklentisi herkes tarafından paylaşılan ortak görüştü. Örgüt öncelikle keyfi olarak gerçekleştirdiği toplu infazlarla sivil halk arasında korku ve panik yarattı. Bu şekilde kent sakinlerini şehrin merkezinde yoğunlaştırarak, onları olası bir kent savaşında canlı kalkan olarak kullanmayı planladığı anlaşılmaktadır. DAEŞ bununla birlikte beklenmedik yerlerde gerçekleştirdiği karşı saldırılarla kendini göstermeyi sürdürüyor. Örgüt bu şekilde, mesela, Bağdat ile Amman arasındaki otoyolu kesintiye uğrattı. Yine, Musul operasyonun başlaması ile birlikte Kerkük’te hiç beklenmedik şekilde uyuyan hücrelerini harekete geçirdi.

DAEŞ’in eninde sonunda Musul’dan çıkartılacağı konusunda ortak bir kanaat var. Bu konudaki tartışma daha çok “ne zaman” sorusu etrafında yoğunlaşmış vaziyette. Kürt askeri uzmanlara göre Musul savaşının en erken 6 ayda tamamlanması öngörülüyor. Ancak kötü senaryo olarak ise sivil katliamı akıllara geliyor. ABD’liler ise Kasım seçimlerine endeksli yorumlarıyla 2 ay gibi gerçekçi olmayan sürelerden bahsediyor.

Öte yandan, Musul’da gerçekleşecek bir askeri başarı da DAEŞ’in bittiği anlamına gelmeyecektir. Çünkü örgütün yönetici ve militanlarının bir kısmı Suriye’ye geçmiş vaziyette. Irak'tan gelen istihbarat raporlarına göre son 3 haftadan bu yana 2 bin 300 militanın Rakka hattına geçtiği kaydediliyor. Bu da onları orada güçlendirerek savaşın sürmesini sağlayacaktır. Musul’da ise çok kalabalık bir militan tutmadan gerilla savaş tekniği ve sivil halkı kalkan olarak kullanarak direnç seviyesini yüksek tutacaktır. Örgüt, Irak’ta da aklı çelinen, hayal kırıklığı içerisindeki Sünni Iraklıların örgüte katılması için yer altına çekilip, bekleyecektir. Bu anlamda örgüte yeni katılımlar, özellikle Şii milislerin Musul’a girişi sırasında Sünnilere yönelik intikam eylemleri gerçekleştirmesi durumunda yaşanabilir. Neticede bu ilk kez karşılaşılan bir olgu değildir.

Öte yandan, Sünnilerin eğilim ve hareket tarzlarını etkileyecek olaylardan biri de Şii ağırlıklı merkezi hükümetin, Musul’un DAEŞ’den kurtarılmasının ardından Sünnilere yaklaşım tarzı ile bağlantılı olacaktır. Musul, herkesin mücadele verdiği ortak düşmanın yenilmesinin ardından, Irak’ın “Sünni sorununun” çözüm anahtarı olabileceği gibi, yeni bir iç savaşın tetikleyicisi de olabilir.

Musul savaşı, DAEŞ’in amansız direnci ve Irak’ın çözümlenemeyen “Sünni sorunu” nedeniyle zaten oldukça tehlikeli bir boyut kazanmış vaziyette. Şuana kadarki göstergeler, iç savaş tehdidinin daha olası bir senaryo olduğu yönünde. DAEŞ’e karşı ortak mücadele kapsamında Irak’a askeri anlamda müdahil olma veya destek olma amacını taşıyan ülkelerin, bu tehlikeye ilaveten ayrıca bölgesel denklemi çok iyi okuması gerekir. Aksi takdirde Musul bir iç savaş konseptinden çıkıp bölgesel savaşın fitilini ateşleyebilecektir.

Ankara açısından, en öncelikli konu, artık bölgede önlenmesi zorlaşan terör meselesidir. PKK ve DAEŞ meselesinin çözümü artık kendi toprakları yerine bölgesel müdahale, yani Suriye ve Irak’a girmesini gerektirmektedir. Bu denklem öylesine karmaşık bir hale dönüştü ki, her ikisine de aynı öncelikle müdahale ihtiyacı net biçimde ortaya çıkmıştır. Ancak Batı ve bazı Ortadoğu ülkeleri terör örgütlerini sadece kendilerine oluşturdukları tehditler açısından öncelik sıralamasına tabi tutarken, bir çoğu için PKK neredeyse terör örgütü listesinden çıkarılmış durumdadır. Örgütleri bir birinden öncelemeden sahaya inmek durumda kalan Türk hükümeti, kararlılığını açık bir biçimde sürdürecektir.

Bir diğer komşu ülke İran’ın Irak’taki ayrıştırıcı tavrı ve Şii milisleri doğrudan sahaya sürme arzusu Irak’ta önlenemeyen iç savaşı tırmandırma riski barındırmaktadır. İran'ın Haşdi Şaabi gruplarına verdiği doğrudan destek Irak’ta iç çatışmaları derinleştirebilir. Yine İran, Kürt gruplar KDP ve KYB- Goran arasında bölgede diğer bir gerilim hattını da ortaya çıkarttı. Ayrıca Sünni grupların kendi aralarındaki sürtüşmeler ve Şii-Sünni Türkmen kavgasının arkasında da zaman zaman İran karşımıza çıkmaktadır. PKK ile geçmişten bu yana doğrudan kurduğu ilişki tarzı ise düşündürücü olmuştur.

Musul savaşında rol oynayan çok önemli ve gözden kaçırılmaması gereken yerel etkenler var. Farklı aşiretler veya mezhebi kimliğe sahip gruplar arasındaki çatışma dinamikleri kuvvetlenmektedir, ve bu durum uzun vadede DAEŞ’in lehine bir gelişmedir. Özellikle de Cezire Çölü üzerinden Suriye’ye doğru uzanan Musul’un güney ve batı kuşağı içinde farklı Arap, Kürt, Türkmen unsurlar arasında çatışma dinamikleri önemli bir risk oluşturmaktadır. Bu çatışma potansiyeli, DAEŞ kentten çıkarılsa bile daha fazla alevlenme riski taşımaktadır.

Musul’un güneyinde aşiret yapılanmalarının olduğu Şura ve Hammam el Alil bölgeleri, Amerikan güçleri Irak’a girdiğinde bu güçlere karşı olan silahlı direnişin kadim birer kalesiydi. Bu bölgeler el Zerkavi döneminde el Kaide örgütünün en belirgin çekirdeğini teşkil etti. Söz konusu bölgede Suriye sınırına doğru yayılan aşiret uzantıları bulunmakta, ki bunların çoğu Al Mutetavit, Al Cıheyş ve Şammar aşiretlerindendir. Bu aşiretlerin bölgeleri geçmiş on yılda silahlı Kürt güçlerle çatışmalara sahne oldu. Bunun sonucu söz konusu bölgedeki birçok köy göç etti. Bağdat’ın 2003 yılında düşmesiyle Irak Kürdistan Bölgesi’nin çok sayıda çekişmeli yeri kontrol altına almasından bu yana söz konusu çatışmalar devam etti. Bu durum, çoğunluğu Şammar ve Al Cerba aşiretlerinden olup Suriye-Irak sınırındaki Rabia nahiyesinde Kürt güçler ile ittifak yapan toplulukların olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Bu bölge ile Al Baac sahrasına doğru olan güney kuşağı bir çöl derinliği teşkil etmektedir ki bu derinlik DAEŞ ve daha öncesinde el Kaide örgütü için bir siper olmuştur. ABD’nin Irak’taki tecrübeli komutanı David Petraeus son açıklamasında bu bölgeyi askeri operasyonlarda en önemli kilit bölge olarak nitelendirmektedir. Çünkü söz konusu bölge Deyr el Zor ve Rakka’daki örgüt bölgelerine uzanmaktadır. Nitekim Musul’u el Cezire bölgesi üzerinden Rakka’ya bağlayan hat, DAEŞ  için en çok öneme haiz hayati alandır. Özellikle de bu bölge kuzeydeki Kürt bölgelerinden ve Irak’ta Şiilerin ağırlıkta olduğu bölgelerden çok uzaktır.

Bölgesel gerginliği besleyen diğer bir faktör ise Musul’un batısındaki Telafer üzerinden yürütülen farklı hesaplardır. IŞİD’in bölgeyi kontrol etmesinden sonra bölgede çoğunluğu oluşturan Türkmenler arasındaki mezhebi ayrışmaların derinleşmesi riski ortaya çıkmıştır. Telafer’in Musul’dan Suriye’ye giden yolun başlangıcında ve çöl derinliğinin kuzeyinde yerleşmiş olduğu hatırlanırsa, bu derece stratejik bir konuma sahip bir bölgenin geleceği yeni bir çatışmayı tetikleyebilir. Bu çatışmanın mezhebi kimlikler üzerinden yapılmaması önemli bir ihtiyaçtır.

Türkiye’nin Musul sürecinde masanın dışında kalması durumunda 2003’den bu yana ülkedeki iç dengelerin marjinalleşmeye zorladığı Türkmenler üzerindeki radikalleşme baskısı artabilir. Bu süre. Yönetilemezse bir süre sonra Türkmenler bu coğrafyada büyük bir katliamla da karşı karşıya bırakabilecektir. Marjinalleşen Türkmen grupları normalleştirme sürecine dahil etmek en önemli önceliklerden biri olmalıdır.  Arap aşiretleri ile Kürtler ve Sünni Türkmenler ile Şii Türkmenler arasındaki gerginlikler, DAEŞ örgütünün savaşı uzatmasına uygun bir zemin sunabilir. Özellikle de Musul’un güney ve batı kuşaklarındaki çatışmalar bu süreçten etkilenebilir.

 

İRAN KOORİDORU, ANKARA İLE TAHRAN’I KARŞI KARŞIYA GETİREBİLİR

Haşti Şaabi milis birliklerinin Türkmen kenti Telafer’e yönelmesinin stratejik bir hedefi olduğu bir gerçek. Bu hareketin arkasında mezhepçi grupları destekleyip Irak üzerinden Suriye’ye doğru serbest bir koridor temin etmeyi önemseyen İran’ın hedeflerinin olduğu görülmektedir. İran’ın hedefi bu koridoru temin etmekten öte olup, Avrupa kıtasına gaz ihraç etme planlarını da içerecek şekilde, Suriye sahilleri üzerinden Akdeniz’e doğru bir geçit sağlamakla ilgilidir.

Telafer beldesi coğrafi konumu nedeniyle İran açısından çok önemlidir. Nitekim coğrafi konumu Telafer’i, İran’dan Suriye’ye giden maddi ve beşeri olanakların devamı bağlamında merkezi bir istasyon haline getirmektedir. Telafer, demografik yapısı nedeniyle diğer yerlerden daha garantili bir noktadır. Telafer'in nüfusu IŞİD'in eline geçmeden önce Şii ve Sünni Türkmenlerden oluşuyordu. Haşti Şaabi milislerinin bu beldeyi kontrolleri altına alma hedeflerinin DAEŞ örgütünün Suriye’ye kaçmasını engellemekle sınırlı olduğu iddiaları, bölgedeki siyasilere göre ikna edici değildir.

Haşdi Şaabi içindeki milislerin Musul sınırına yaklaşmasının engellenmesinin ardından, İran’ın önünde Suriye’ye doğru yolun kesilmemesini sağlayacak başka seçenek kalmamaktadır. Bu ise Telafer’in Musul’u geri alma ajandasına eklemlenmesiyle mümkün olabilir. Bu noktada Telafer’in Musul’daki askeri operasyondan ayrı tutularak milislerin tekeline geçmesi İran’ın öncelikli hedefidir. İran, Irak’taki çok sayıda bölgede kontrolünü sağlama hedefi bağlamında Türkiye’nin bugünlerde yapmaya çalıştığı gibi doğrudan bir askeri müdahaleye ihtiyaç duymuyor. Zira bu bağlamda söz konusu Haşti Şaabi milislerini bu hedeflerine dönük kullanıyor.

Haşdi Şaabi’nin önde gelen gruplarından Asaib Ehlul Hak milislerinin sözcüsü Cevad el Tilebavi, yaptığı açıklamada “Haşd el Şabi yönetimi bizi Telafer kazasının kurtarılması bağlamında resmi olarak görevlendirdi” dedi. El Tilebavi “Haşdi Şaabi’nin görevinin DAEŞ unsurlarının Suriye’ye doğru kaçmasını önlemek ve Musul’u Suriye’den tam olarak tecrit etmek olduğunu” açıkladı. Öte yandan, Haşdi Şaabi gruplarının bazılarının Başika’daki Türk güçlerinin mevzilerine sadece birkaç km uzaklıkta bir bölgeye konuşlanmak için hazırlık yaptığı kulislerde konuşuluyor. Bu bilgiler, söz konusu grupların konuşlanacağı mevzinin, Türk güçlerinin top atışı menzilinde, keza Türk güçlerinin de bu grupların top atışı menzilinde olacağına işaret ediyor.

Bu açıdan İran (vekilleri üzerinden) ile Türkiye arasında bahsi geçen bölgede çatışma çıkması ihtimalleri artmaktadır. Bu ihtimaller tartışılırken özellikle de Haşdi Şahabi yönetimi ile -savaşçıları Doğu Sincar’ın çevresinde konuşlu olan- PKK arasında bir işbirliği olduğuna işaret eden bilgilerin  varlığını da gözden kaçırmamak gerekiyor.