Olası ABD-Suudi Arabistan Güvenlik Anlaşmasının Körfez Siyasetine Etkileri

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Suudi Arabistan arasında bir güvenlik ve savunma iş birliği anlaşmasının imzalanmak üzere olduğu bir süredir konuşulan meseleler arasındadır. Anlaşma ile ABD, Suudi Arabistan ve İsrail arasında bir normalleşme anlaşması kotarmayı, Çin’in Suudi Arabistan’daki siyasi ve askerî angajmanlarını azaltmayı amaçlarken Suudi Arabistan’ın anlaşmadan en büyük beklentisi ABD’de sadece Joe Biden yönetiminden ziyade, senatonun da onayını alacak resmî bir ABD garantisidir.

Fakat Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme konusunda iki devletli çözüm meselesini ön şart olarak sunması ve İsrail’in bu konuyu değerlendirmemesi, ABD’nin meseleye farklı çözümler getirmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Aslına bakıldığında, İsrail ile normalleşme ve İsrail’in bir devlet olarak tanınması meselesinde, Suudi dış politikasında öne sunulan şartların değiştiğini söylemek zordur. Suudi Arabistan, 2002 yılında Arap Barış Girişimi’nde duyurulduğu üzere, geçen yılların ardından, İsrail politikasında iki devletli çözüm meselesini öne sürmeye devam etmektedir.

İsrail’in güvenliği
Ortadoğu’da İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve İran’ın, dolayısıyla İran destekli güçlerin etkisinin azaltılması ABD’de Biden yönetimi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ortaklaştığı amaçlardan birisini yansıtmaktadır. Aslında bu ABD ve İsrail’in farklı hükûmetlerinin politikaları olarak değil bu iki ülkenin bir devlet politikası hâline dönüşmüş durumdadır. Bu minvalde Donald Trump döneminden itibaren İran’a yönelik olarak başlatılan “maksimum baskı” politikası, İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas ve Sudan’ın diplomatik ilişkilerini normalleştirmesini beraberinde getirmiştir. Yine Trump döneminde ortaya atılmış fakat sonradan teşkil ettirilememiş olan “Ortadoğu NATO’su” yahut Ortadoğu Stratejik İttifakı (MESA-Middle East Strategic Alliance), İran’ın bölgedeki faaliyetlerini ve Manama, Bağdat, Şam, Beyrut, Gazze ve Sana’a’da etkin İran destekli güçlerin faaliyetlerinin etkilerini en aza indirmeyi hedefliyordu.

ABD’nin Ortadoğu’dan çekildiği söylem
Bu çerçevede ABD’nin 30 Ağustos 2021 tarihinde Afganistan’dan askerî olarak çekilmesi ve Taliban’ın Afganistan İslam Emirliği’ni 1996-2001’in ardından ikinci kez ilanı, 24 Şubat 2022 tarihinde de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, İran’ın bölgesel faaliyetlerinin uluslararası siyasette daha tolere edilebilir olarak değerlendirilmesine neden olmuştu. ABD’nin dikkatinin Doğu Avrupa ve Avrasya’ya kaymış olması, Ortadoğu’daki gelişmelere olan ilgisinin azalmasına neden olmuş ve İran’ın bölgesel faaliyetlerine olan baskıyı azaltmıştı. Fakat 7 Ekim tarihinde İsrail ve Hamas başta olmak üzere Gazzeli gruplar arasında başlayan çatışmalar, İsrail’in devam eden orantısız saldırıları İran’ın bölgesel faaliyetlerini uluslararası siyasette tekrardan ön plana çıkarmış ve ABD ile Suudi Arabistan arasında bir güvenlik anlaşmasının gündeme gelmesini gerektirmiştir.

Öyle ki 7 Ekim’den bu yana ilk defa İsrail ile İran birbirlerinin topraklarını karşılıklı olarak hedef almış, saldırıların etkileri minimum düzeyde kalsa dahi, iki ülke üzerinden devam eden bölgesel çatışma ortamında belirli sınırlar aşılmıştı. Nitekim, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın bir helikopter kazasında hayatlarını kaybetmesi, ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın İran politikalarını yeniden değerlendirmelerine neden olmuştu.

7 Ekim’den itibaren İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarındaki artış, ABD’nin Körfez ve Ortadoğu’daki ortakları ile ilişkilerini yeniden değerlendirmesine sebep olmuş, bu bakımdan Suudi Arabistan ile ilişkiler gündeme gelmiştir. Bu çerçevede, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Riyad’ın yanında diğer Körfez başkentlerine düzenlediği ziyaretler, ABD’nin İsrail-Filistin konusunda yahut sadece İsrail politikası bağlamında Körfez’deki ortaklarının desteğini almaya çalıştığını göstermekteydi. ABD’nin bu desteği en çok aradığı ülkelerin başında ise Suudi Arabistan gelmektedir.

Güvenlik iş birliği ve yakın dönem güvensizlik iklimi
ABD ve Suudi Arabistan arasında bir güvenlik iş birliği anlaşmasının gerekliliği, temelde Suudi Arabistan’ın son yıllarda İran’ın Şii milisleri gibi Husiler gibi güçlere karşılık yaşadığı güvensizliğin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Suudi Arabistan’ın, tıpkı diğer Körfez ülkeleri gibi İran’ın bölgedeki Şii milis yapılarına verdiği lojistik, istihbari ve askerî/siyasi destekten son derece rahatsız olduğu aşikârdır. Hatta bu konu Riyad’ın ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri başkentlerinin güvenlik politikalarının neredeyse temelini oluşturmaktadır.

Suudi Arabistan ABD’yi, 2019 yılındaki Bıkayk ve Hırays beldelerindeki petrol işleme tesislerine İran destekli Husiler tarafından yapılan saldırılardan bu yana Körfez güvenliğine yeteri kadar önem vermemesi ile eleştiriyordu. Nitekim 2019 sonrası dönemde, bu eleştirilere binaen sadece Suudi Arabistan’ın değil, BAE gibi bölgenin diğer güç odaklarının da Rusya, Çin ve Hindistan gibi alternatif güç merkezleri ile geliştirdiği güvenlik ve askerî ilişkiler, ABD tarafından ciddi şekilde takip edildi. Nitekim 7 Ekim gelişmeleri ile beraber değerlendirildiğinde, ABD’nin önceki dönemlerde Suud-İsrail normalleşmesini sağlamak için devam eden çabaları, ABD-Suud güvenlik iş birliğinin bu minvalde değerlendirilmesini gerekli kılmıştı. 7 Ekim öncesi dönemde ABD Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Beyaz Saray olmak üzere, bir keresinde Cidde’de Başkan Biden’ın da katıldığı toplantılar silsilesi, temelde ABD-Suud güvenlik iş birliğini ve bu minvalde Suud-İsrail normalleşmesini konu edinmişti.

Askerî yükümlülük ve bölgesel sonuçlar
Bu çerçevede, ABD’nin NATO’nun 5. maddesine benzer şekilde Suudi Arabistan topraklarına yapılacak saldırılarda askerî yükümlülüğünün olacağı ifade edilen anlaşmada, Suudi Arabistan’ın Çin ile askerî ilişkilerini asgariye indirmesi ve İsrail’in de iki devletli çözüme onay vermesi, tarafların birbirlerine karşı şartlarını içermektedir. Söz konusu anlaşmanın ABD Senatosunun üçte ikisi tarafından onaylanmasının gerekmesi ve ilk defa bir Arap ülkesiyle imzalanacak olan resmî güvenlik iş birliği anlaşması olacağından hareketle, anlaşmanın çok yakın tarihlerde imzalanması düşük ihtimal olarak değerlendirilebilir.

Bu çerçevedeki bir diğer önemli nokta ise olası anlaşmanın bölgesel sonuçları ile ilgilidir. ABD ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşme müzakerelerinin başarısının, İsrail'in Filistin meselesinde önemli tavizler vermesine bağlı olduğu yaygın bir şekilde ifade edilen bir kanıdır. 7 Ekim sonrası Filistin meselesinin tekrar Arap halklarının ve Ortadoğu’nun gündemine oturmuş olması, Suudi Arabistan’ın bu minvalde dış politikada manevra alanını kısıtlayan bir gelişme olmuştur. ABD’de Suudi Arabistan ile ilgili anlaşmaya ciddi oranda politik desteğin olmayışı, iki ülke arasında devam ettirilen müzakerelerin çok yakın sürede ciddi sonuçlar vermeyebileceğini gösterdiğini söylemek zor değildir.

ABD-İsrail ilişkileri ve hukuki sorunlar
Müzakereler sırasında, ABD ile İsrail arasındaki sorunlar da unutulmamalıdır. Gerek Netanyahu ile Biden yönetimi arasındaki farklı meselelerden kaynaklı söylemsel sorunlar ve yine ABD ve İsrail iç politikasındaki savaş/soykırım karşıtı kitleler, ABD-İsrail ilişkilerini etkilemektedir. Dolayısıyla gerek İsrail’in saldırılarının sonlandırılması ve gerekse Filistin konusunda taviz verilmesi, sadece Suudi Arabistan’ın değil ABD’nin İsrail’den beklentilerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla ABD iç politikasında gerek Demokratların Suudi Arabistan’a yönelik tutumları ve gerekse de İsrail iç politikasında sorunlar düşünüldüğünde aslında ABD’nin Suudi Arabistan’a vadettiği güvenlik anlaşmasını tam olarak sağlayamayabileceğini de düşündürmelidir.

Aynı zamanda İsrail’in gerek Uluslararası Adalet Divanında ve gerekse de Uluslararası Ceza Mahkemesinde devam eden davalarının olduğu bir ortamda, Netanyahu ile bir normalleşmeye girişmenin Suudi dış politikasında kazançtan çok kayba sebep olabileceği Suudi politika yapıcılarının değerlendirdiği konulardan olma ihtimali çok yüksektir. Dolayısıyla önümüzdeki yakın dönemde, Suudi Arabistan’ın güvenlik ihtiyacını ciddi oranda ABD’den karşılayamaması ve ABD’nin Suudi Arabistan’a güvenlik garantisi verememesi nedeniyle Körfez’deki ortaklarının ittifaklarını çeşitlendirmesini engelleyemediği ve ABD-İsrail ilişkilerinin gerek Gazze gerekse Körfez güvenliği meseleleri sebebiyle gergin kalmaya devam edeceği gözlemlenebilir.