Orta Asya’da Sınıraşan Su Yönetimini Zehirleyen İki Aşama: Sovyet Yağması ve Klasik Vestfalya Devlet Sistemi Mantığı

Orta Asya’da sınıraşan suların kaderi üzerinde iki gelişmenin önemli etkileri olmuştur. İlki, sınıraşan Seyhun ve Ceyhun nehir havzalarının Sovyetler tarafından aşırı bir biçimde kullanılmasıyla alakalıdır. İkincisi ise Bölgedeki gidişatın düzenleyicisi olan Sovyetler Birliği’nin çekilmesi ve çok farklı çıkarları olduğu bilinen ulus-devletlerin ortaya çıkmasıdır.

Sovyet sistemi, çevresel etkilerinin ne olduğuna bakmaksızın en büyük tarımsal çıktıyı almaya çalışmak gibi sömürücü uygulamalar konusunda oldukça etkiliydi. Sovyetler Birliği’nin, örneğin, gıda üretimini yıllık bazda ne kadar artırıldığı gibi brüt rakamlarla uğraşması, Orta Asya için oldukça kötü sonuçlara neden olmuştur. Aral Denizi’nin kuruması bunun en canlı örneğidir. Suyun özellikle pamuk üretimi için savurganca kullanımı, Aral Denizi’nin kırk yıldan daha az bir süre içerisinde hızlıca kaybedilmesinin en büyük nedenidir. Aral Denizi’nin kuruması, insanın doğaya verebileceği zararın ulaştığı seviyeyi gösterebilecek en önemli sembollerden biridir. Ayrıca, Özbek ovalarında artış gösteren tuzluluk, rüzgârlarla taşınmak suretiyle; Tacikistan, Kırgızistan gibi binlerce kilometre uzaklıktaki bölgelerde buzul erimesini hızlandırmaya başlamıştır. Sovyetler’in mirası kendini suya verilen değerde de göstermiştir: Sovyet döneminde suyun ücretsiz olması gibi verimsiz bir uygulama bazı Orta Asya ülkelerinde hala devam ettirilmektedir. Bununla birlikte, Sovyet yağması Orta Asya’nın şu ana dek yaşadığı en kötü şey olmamıştır. Takip eden süreç, Bölge’nin sınıraşan sular konusunu daha da karmaşık bir hale getirmiştir.

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılı sonlarında dağılması, bir düzineden fazla devlet için baskı döneminin sona ermesi anlamına gelmesi nedeniyle demokratik dünya tarafından alkışlanmıştır. Vestfalya devlet sistemi olarak adlandırılan sistem genişlemekteydi. Birçokları için, önceki Sovyet cumhuriyetleri kendi -ve muhtemelen daha iyi- geleceklerini tayin etme yetisine sahip olabilecek bağımsız devletler haline gelmişlerdi. Başlangıçta, 12 Ekim 1991 tarihinde, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan su bakanları, su tahsisini Sovyetler’in tayin ettiği biçimde sürdürmeye karar vermişlerdir. Sonraki yıl Şubat ayında ise su yönetimi alanında birincil öncelik olarak işbirliğini hedefleyen Almatı Anlaşması’nı imzalamışlardır. Dolayısıyla, Bölge’deki devletler, sınırlı su kaynakları konusunda yaklaşan rekabetin,görünürde, farkındaydılar.

Ne yazık ki ilk iyimserlik dalgası, Orta Asya ülkelerinde, şimdi birden “sınıraşan” bir hale gelen su kaynaklarının yönetimi hakkındaisabetsizliğe uğramıştır. Nötrleştirici ve dengeleyici Sovyet “tutkalı”nın aniden yok olması, yeni oluşan ulus devletler grubunu herhangi bir yol gösterici ilkenin olmadığı bir ortamda bırakmıştır. Herhangi birinin öngörebileceğinin aksine, Orta Asya’daki yeni ulus devletler çağı bir işbirliği atmosferini tetiklememiştir. Bölgenin “kardeş” görünen devletleri kendilerini sıfır-toplamlı mantığın galip geldiği yeni bir “Soğuk Savaş”ın içinde bulmuşlardır. Var olan (aslında azalan) su miktarından en büyük payı almak en temel ulusal çıkar haline gelmiştir. Önceliklerin farklılığı ön plana çıkmıştır. Örneğin, Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin yukarı kıyıdaşları Kırgızistan ve Tacikistan kesintileri engellemek gibi sosyal talepleri rahatlatmak ve ekonomilerini canlandırmak için hidroelektrik kapasitelerini artırmakla ilgilenirken Özbekistan ve Türkmenistan tarıma bağlı ekonomik sistemlerini geliştirmek için daha çok su odaklı biri itici güç yaratma konusunda çabalamaktadırlar. Uzmanlar, havza genelinde anlaşmalar yapılmasının birbirinden bu denli farklı odaklar nedeniyle mümkün olmadığını ileri sürmekte ve ülkelerin -bunun yerine- öncelikle ikili anlaşmaların sağlanması için yollar aramalarını önermektedirler.

Yakın geçmişteki bu iki geniş çaplı ve yansımaları halen devam eden olaydan bağımsız olarak, devam eden anlaşmazlıkları besleyen en az iki tane güncel faktör söz konusudur. Birincisi, Bölgede, geniş çaplı olarak, su baskısını arttıran bir nüfus artışı görülmektedir. Erken 1950ler ve 1989 yılları arasında, kırk yıldan az bir sürede, Orta Asya’nın nüfusu üç katına çıkmış ve 35 milyona ulaşmıştır. Yıllık nüfus artış oranı, Sovyetler Birliği’nin son on yılında görülen Sovyet ortalamasının neredeyse üç katıdır. Nüfus artış hızı yavaşlamış olsa da nüfus artışı devam etmektedir.

IPCC 4. Değerlendirme Raporu’na göre iklim değişikliği, temel olarak Bölgenin kurak doğası nedeniyle, Orta Asya’nın çevre, ekoloji ve sosyo-ekonomik sistemlerini ciddi bir biçimde tehdit etmektedir. Genel olarak sıcaklık ve buharlaşma oranları artış eğilimindeyken, dağlık bölgelerde öncelikle nehir ve göl sistemlerindeki akışı artırması beklenen buzul erimelerinin de artan sıcaklıklara bağlı olarak, kısa vadede, çoğalması beklenmektedir.  Ancak uzun vadede, söz gelimi 20 yıl içinde, Ceyhun Nehri ve Seyhun Nehri’nin bazı kolları ile Zerefşan Nehri’nin akışlarının %-30 oranında azalması beklenmektedir. Böylesi büyük boyuttaki değişiklikler, Bölgedeki sınıraşan su kaynaklarının paylaşılması noktasında en büyük güncel riski oluşturabilir.

Her ne kadar Orta Asya’da su üzerine bir savaş çıkması ihtimali düşük gözükse de Bölge’deki su krizinin yoğunluğu öngörülebilir bir gelecekte artacağa benzemektedir. Orta Asya’nın tehdit altındaki su kaynaklarının daha iyi yönetilebilmesi için anahtar kavram verimliliktir. Suyun ağırlıklı olarak tarımsal alanda ve savurganca kullanımı (eski sulama yöntemleri), ve altyapı eksiklikleri (pompalanan suyun yalnızca yarısı son kullanıcıya ulaşmaktadır), yalnızca ulusal anlamda değil devletlerarası düzeyde de sağlıklı su yönetiminin önündeki en büyük engellerdir.