Ortadoğu’da suyun değişen rolü

Dr. Tuğba Evrim Maden, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı
Soğuk savaş süresince gerginliğini koruyan Türkiye-Suriye ilişkileri, 1998 Adana Mutabakatı sonrasında hızla gelişmeye başlamıştır. Siyasi düzlemde gelişen bu ilişkiler, uzun yıllar boyunca sorunlu boyutlarından birini oluşturan su kaynakları meselesine de olumlu yansımıştır. 1960’larda Türkiye’nin dile getirdiği fakat Suriye yönetimi tarafından reddedilen, sınırda ortak bir baraj yapılması teklifi son yıllarda yenide değerlendirmeye tabi tutulmuştur.  Neticede 6 Şubat 2011 tarihinde Asi Dostluk Barajı’nın temeli atılması ile yıllar sonra gündeme gelen bir proje hayata geçmiştir.

Asi Dostluk Barajı sadece Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir sayfa açmakla kalmamıştır. Su literatürü içerisinde, özellikle 1967 Arap-İsrail savaşının sebeplerinden birinin su meselesi olduğundan yola çıkılarak bilhassa 1990’larda suyun Ortadoğu’da yeni savaşlara neden olacağını ileri süren varsayımların gözden geçirilmesini gerekli kılan bir işbirliği örneği olmuştur. Asi Dostluk Barajı, devletlerin tüm davranışlarının çıkar çatışması temelinde yorumlanamayacağını gösteren önemli bir işbirliği aracıdır.

Asi Dostluk Barajı ile Türkiye, bu nehirden faydalanmasına ilişkin sorunlarını Suriye ile tartışabilecek ve teknik olarak birbirine destek olabilecek duruma gelmiştir. Bölgede su sorunu sadece miktar ile ilgili değil ayrıca kalite ile ilgilidir. Gelişen sanayi, zirai ilaçlar, şehirleşme ile kalite problemi de zaman içerisinde artmaktadır. Kirliliğin sınıraşan özelliği ile havzadaki tüm canlılar ve doğal çevre bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. İşbirliğinde su kalitesine de odaklanan Türkiye ve Suriye, suyun miktarı ile birlikte kalitesini de ele alan çözümler geliştirme çabası içindedir.

Kaynakların havza genelinde bir bütün olarak ele alınması suların daha verimli ve faydalı kullanımı için önemlidir. Su sorunu yaşayan bölge ülkeleri için olumlu örnek olacak olan Asi Dostluk Barajı, iki ilişkilerin hızlı gelişmesine yardımcı olacak etkenlerden biri olacaktır.

Türkiye-Suriye işbirliğinin suyun barışçıl rolüne kazandırdıkları içeriğin, son zamanlarda bölgesel ve uluslararası ölçekte de daha fazla kabul görmeye başlandığı gözlenmektedir. Ocak 2011’de İsveç ve İsviçre kurumlarınca hazırlanan “ The Blue Peace: Rethinking Middle East Water” (1) başlıklı rapor, Ortadoğu’da su paradigmasını tekrar tanımlama çabası açısından buna örnektir. Raporda, suyun insanların sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde barış ve işbirliği için bir araç olarak kullanılabileceğini belirtilmiştir. Kısa vadeli hedefleri içerisinde, bölge sularının bir işbirliği konseyi oluşturulmasını öngören bu rapor, konseyin görevlerini, işbirliği şartlarının değerlendirilmesi, yol gösterecek belgelerin, protokollerin ve tüzüklerin hazırlanması, AB Su Çerçeve Direktifi’nde olduğu gibi ekolojik hedefleri de olan bir düzenleme planlamasını, iklim değişikliği ve kuraklık ile mücadele çalışmaları geliştirilmesi, çevre korumayı da içeren enerji üretim teknikleri geliştirilmesi, hastalık ve felaketlere ilişkin erken uyarı sistemleri kurulması ve entegre nehir havza yönetiminin uygulanabilmesi için bir zemin oluşturması olarak tanımlamıştır. Bu doğrultuda Ortadoğu’nun sınıraşan küçük havzalarına da odaklanan rapor örnek havzalar olarak Türkiye, Suriye ve Lübnan’ın kıyıdaş olduğu Asi nehri, Lübnan ve Suriye’nin kıyıdaş olduğu El-Kebir suyu ve Ürdün ve Suriye’nin kıyıdaş olduğu, Ürdün (Şeria) nehrinin de önemli bir kolu olan Yarmuk nehrinin ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu havzalarda entegre yönetimin sağlanabilmesi için oluşturulan planda havzada veri yönetiminin sağlanması ve bu verilerin ışığında hem yüzeysularını hem de yeraltısularının değerlendirmesini yapacak matematiksel modellerin hazırlanması önceliklidir. Bölge suları ile ilgili verilerin tutarsızlığı her zaman dile getirilen bir durumdur. Sağlıklı verilerin elde edilmesi ile havzaların gerçek durumu ortaya konulacaktır. Raporda öngörülen planlar içerisinde modern sulama teknikleri ve suyun miktarca ve kalitece etkin yönetimine yer verilmiştir. Buna göre buharlaşma oranının yüksek olduğu bölgede kıt bir kaynak olan suyun salma sulama ile gerçekleştirilmesi büyük ölçüde su kaybına ve ayrıca toprakta tuzlanmaya sebep olmaktadır. Modern sulama tekniklerinin geliştirilmesi hem suyu tasarruflu kullanılmasını hem de toprağın korunmasını sağlayacaktır. Planın son ayağı olarak kurumsallaşma yer almaktadır. Oluşturulacak ortak nehir havzası komisyonlarında kıyıdaş hükümetler, yerel otoriteler ve teknik komitelerin yer alması planlanmıştır.

Raporda da dikkat çeken kurumsallaşma, işbirliği süreçlerinde oldukça belirleyicidir. Zira,  tüm devletlerin sınıraşan suların tahsisine ilişkin düzenlemelerde doğru ve hedefe ulaşabilecek politikalar oluşturabilmesi için havzalarla ilgili sağlam teknik verilere ihtiyaçları duymaktadır. Bu doğrultuda devletlerin kurumları arasında yürütülebilecek işbirlikleri de önemli bir rol oynamaktadır. Su sorunlarının çözümünde işbirliklerinin yapısı incelendiğinde kurumsallaşmanın olduğu bölgelerde su sorunların, Avrupa ve ABD örneklerinde olduğu gibi, daha kolay çözülebildiği gözlenmektedir. Kurumsallaşmanın zayıf olduğu Ortadoğu'da ise su sorunlarının çözümü için kıyıdaş ülkelerce oluşturulan teknik komiteler ve sivil toplum örgütleri önemli bir konuma sahiptir.

Sonuç olarak, tüm canlılar için hayati önemi olan suyun, son dönemde radikal anlamda değişen Ortadoğu dengeleri içerisinde, Türkiye ve Suriye’nin örnek işbirliğinden yola çıkılarak yeni bir rol biçilmesi mümkündür. Bugüne kadar bölgenin diğer nehir havzalarında, kıyıdaş olmayan devletlerce oluşturulan planlar başarısız olmuştur. Raporda da belirtildiği üzere, havza su kaynaklarının düzenlenmesi, tüm kıyıdaşların iyi niyet çerçevesi içinde yer alacağı etkin planlar ile başarılı olacaktır.



1. Mavi barış “blue peace” iki ülkenin askeri bir çatışmaya girmeksizin temiz, yeterli ve sürdürülebilir su kaynağına erişebilmesi olarak tanımlanmaktadır.