Ortadoğu’da Yeni Su Paradigması: Neden “Mavi Devrim 2.0”a İhtiyacımız Var?

Yirminci yüzyılın ilk yıllarından itibaren, pek çok Ortadoğu ülkesi “mavi devrim” adını verdiğim bir su altyapısı inşa sürecinden geçmiştir.

 

Ortadoğu’nun, çok sınırlı su kaynaklarına sahip bölgelerden biri olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Ortadoğu ülkeleri, kapsamlı su altyapıları inşa etmeye mecbur kalmıştır. Bu üst yapılar, sulama şebekeleri, elektrik şebekeleri, şehir suyu şebekeleri vb. ile tamamlanmıştır.

 

Mavi devrimin bu ilk dalgası, son yüzyılda bölgedeki nüfusların giderek artan ihtiyaçlarına ciddi katkılarda bulunmuştur. Hayatï bir ihtiyaç olan içme suyunun sürekli olarak sağlanması dışında, birçok Ortadoğu ülkesi son yüzyılın büyük bir kısmında gıda üretebilmiştir de. Örnek vermek gerekirse, İsrail 1964’te tamamlanan Ulusal Su Taşıyıcısı’na çok şey borçludur. Bugün dahi, desalinasyon bir numaralı tatlı su kaynağı haline geldikten sonra bile, bu taşıyıcı İsrail’deki su şebekesinin tamamının en önemli omurgalarından birini oluşturmaya devam etmektedir. Aynı zamanda su, enerji üretimi açısından çok önemli bir hale gelmiştir, çünkü enerji üretimi için çok az petrol kullanabilen Mısır ve Türkiye gibi ülkelerde su kaynaklarına önemli oranda bağlılık görülmektedir. Örneğin, Mısır’daki Asvan Barajı 1967’de elektrik üretmeye başladığında tüm ülkede üretilen elektriğin yarısını üretebilmekteydi. Mısır köylerine ilk kez elektrik ulaştıran da Asvan Barajı ve Nasır Gölünün sakin ancak devasa su hacminin gizil gücü olmuştur. Firavunlar zamanından binlerce yıl sonra bir baraj, toprakların % 90’ından fazlasını çöllerin oluşturduğu bir ülkede kırsal toplumlar için en büyük gelişmeyi sağlamıştır. Benzer şekilde, Türkiye’de, Fırat üzerindeki en büyük barajlardan biri olan ve yaklaşık 30 milyar metreküp su biriktiren Keban Barajı, sekiz türbinden dördünün tamamlandığı 1974 yılında Türkiye’de üretilen elektriğin tamamının yaklaşık %’ini üretebilmiştir.

 

Bu önemli etkilerin yanı sıra, diğer baskılarla birlikte büyüyen su sorunlarına yenik düşebilecek Ortadoğu’da su kaynaklarının nispeten başarılı bir şekilde artırılması ve yönetilebilmesi, devletlerin güçlenmesine de katkı sağlamıştır. Tarih, hızla artan nüfusa sahip ve büyük ölçüde tarıma dayalı ekonomilerin, kötü yönetilmeleri durumunda birer saatli bombaya dönüşebileceklerini göstermektedir. Ortadoğu’da yeni bağımsızlık kazanmış devletler, suyun “kaldırma kuvvetini” kullanarak bu senaryoların gerçekleşmesini önlemiştir.

 

Ancak mavi devrimin ilk dalgasının verimliliği azalmaktadır. Daha çok sayıda barajların, daha büyük hidroelektrik tesislerinin, daha geniş kapsamlı sulama şebekelerinin inşa edilmesi ve şebeke suyuna erişebilirliğin sağlanması, bazıları tamamen yeni ortaya çıkan ve belki de sadece yenilikçi değil aynı zamanda bileşke çözümler gerektirecek kadar karmaşık olan 21’nci yüzyıl sınamaları karşısında Ortadoğu’yu yeni bir gelişmişlik düzeyine taşıyamaz.

 

Öncelikle, değerlendirilmemiş çok az su kalmıştır. Mısırlılar’ın Etiyopya’daki Büyük Rönesans Barajına ilişkin endişelerini göz önünde bulundurun. Zira Mısır, Nil Nehri’nin kullanımının sınırlarına halihazırda ulaşmış ve hatta bu sınırı aşmıştır. Su kullanımına ilişkin eski paradigmaya bağlılığın devam etmesi ülkeler arasında daha çok anlaşmazlığa neden olabilir. İkinci olarak, ülkelerin nüfusları artmaya devam etmekten başka kişi başına düşen tüketim düzeyleri de yükselmektedir. Diğer bir deyişle, günümüzde insanlar, ortalama olarak geçmişte tükettiklerinden daha çok gıda tüketmektedir. Bu nedenle, “gıda egemenliğine” erişim, özellikle su kıtlığının tarım faaliyetlerini yüzyıllardır daha çetrefilli bir hale getirdiği Ortadoğu’nun büyük bir bölümü için giderek daha gerçekleştirilemez bir hedef haline gelirken, koşut olarak yeni su arzı çalışmalarına duyulan ihtiyaç da anlamsızlaşabilir. Ayrıca, geçmişte ilk mavi devrimden elde edildiği belirtilen faydalar bu yeni çağda birer yükten fazlası olmayabilir. Örneğin, özellikle iklim değişikliğine ilişkin etkiler bağlamında sınırlı su kaynağının giderek hassaslaşan durumu düşünüldüğünde, sığ formasyonlar üzerine kurulu barajlar yarardan çok zarar veren yapılar olarak görülebilir zira bunlar buharlaşma yoluyla kayıp vermeye daha meyillidir. Bu durum, Ortadoğu’nun başa çıkması gereken su sorununun karmaşıklığını göstermektedir.

 

Bu koşullar altında, Ortadoğu’nun suya yaklaşımıyla ilgili olarak takip ettiği rotayı değiştirmesi çok önemlidir. Bu yeni paradigmaya “Mavi Devrim 2.0” adını verebilirim. Yeni çağın ana ekseni, artan su verimliliğinin şemsiye hedef olarak belirlendiği sahici ve genel nitelikte bir anlaşma ile karakterize edilmelidir. Bu uygulamaların su tasarrufu açısından ne kadar küçük katkıları olduğuna bakılmaksızın, arz odaklı tedbirler yerine talep yönetimi politikaları ve teknikleri geliştirilmelidir. Malçlama, teraslama gibi özel uygulamalar yoluyla erozyon ve su kaybına karşı daha özverili bir mücadele yürütülmesi ve geçimlik mahsullerden ziyade, kuraklığa daha dayanıklı meyve ağaçları dikilmesi gibi kuraklık karşıtı tedbirler alınması, bu yeni paradigmada yapılabilecekler arasındır.

 

Dünyadaki ilk medeniyetlerden birçoğuna ev sahipliği yapmış bir bölge için, büyük su arzı işlerinin gerçekleştirilmesi artık kutlanması gereken bir durum olamaz. Günümüzde bölge, bir paradigma değişikliğini zorunlu kılan bazı ürkütücü iklim değişikliği senaryoları ve su ile ilgili diğer sorunlarla karşı karşıyadır.