Ortadoğu’nun Sınıraşan Su Politikalarında “Naif Realizm” Sorunu

1995 yılında,“naif realizm” olarak adlandırılan bir psikolojik düşünce yapısını analiz eden Ross ve Ward, bu tür bir düşünce yapısının daha geniş biçimde tüm yaşam üzerinde etkileri olabileceği sonucuna varmışlardır. Ross ve Ward’ın argümanları, “naif realizmin” işbirliğini ve anlaşmazlık çözümünü engelleyebileceği yönündeydi (Tartışmanın tamamı için bkz. Ross, L., & Ward, A. (1996). Günlük yaşamda naif realizm ise sosyal çatışma ve yanlış anlamalar üzerinde bir takım etkileri ifade etmektedir. T. Brown, E. S. Reed & E. Turiel (Eds.)’e göre ise değerler ve bilgi anlamı taşımaktadır. (pp. 103–135). Hillsdale, NJ: Erlbaum).
 
Yazarlara göre naif realizmin üç temel “ilkesi” şunlardır:
“1 Ben varlıkları ve olayları nesnel gerçeklikte olduğu gibi görür, ve benim sosyal tutumlarım, inançlarım, tercihlerim, önceliklerim ve benzerleri, elimdeki bilgi veya kanıtlarıngörecekişisel duygulardan arınmış, tarafsız ve esasen “aracısız” olarak anlaşılmasıyla şekillenir.
 
2 Diğer rasyonel toplumsal algılayıcılar, benim tepkilerimi, davranışlarımı ve düşüncelerini paylaşırlar- eğer diğer algılayıcılar da benim görüşlerimi doğuran bilgiye erişebiliyorlarsa; ve bu bilgiyi makul bir biçimde düşünceye dayalı olarak, ve açık fikirli bir biçimdeişleyebilirlerse.
 
3 Bir bireyin ya da bir grubun,benim görüşlerini paylaşmakta başarısızlığa uğramaları şu üç nedenden biriyle açıklanır:
 
i Söz konusu birey ya da grup,benimkinden daha farklı bir bilgi örneklemine maruz kalmış olabilir (bu durumda, karşı taraf makul ve açık fikirli ise, bilgi paylaşımı veya ortak bilgi havuzu bizleri bir anlaşmaya götürebilecektir);
ii Söz konusu birey ya da grup tembel, irrasyonel olabilir ya da başka bir nedenden dolayı objektif kanıtlardan makul sonuçlara normatif bir şekilde ulaşma hususunda yeterli ya da istekli değildir veya
iii Söz konusu birey ya da grup, ya delilleri yorumlarken, ya da delillerden sonuçlara giderken, ideolojileri, kişisel çıkarları ya da daha farklı saptırıcı kişisel etkilernedeniyle önyargılı olabilir.”
 
Bu özetin ardından, Ross ve Ward böyle bir düşünce biçiminin çatışma çözümüne yönelik ciddi bir engel olduğunu dile getirmişlerdir. Bu fikirler bütünü her ne kadar burada bireyler için uygulanıyor gibi görünse de, bunu, genellikle kişiselleştirilmiş ve rasyonel karar alma süreçleriyle şekillenen devlet davranışlarını da kapsayacak şekilde teşmil edebilmek mümkündür.
 
Burada tartışacağım şey, dünyadaki bir dizi nehir kıyısı boyunca gerçekleşen sınıraşan su politikası vakalarının,ne yazık ki, naif gerçekçilikle çerçevelenmiş bir paradigma örneği sergilediğidir. Kıyıdaş ülkelerin farklı görüşleri asla birbirine yaklaşmayacak gibi durmaktadır. Ancak bu noktada,tedbirli ifadelerde bulunmak gerekir. Bütün sınıraşan suların sorun yaratmaya meyilli olduğu gibi aceleci bir sonuca varmadan önce karşıt bazı örnekleri de sıralamakta fayda var.
 
Sınıraşan nehir havzaları konusunda her ne kadar ilerleme ve başarı seviyeleri farklı olsa da Colorado Nehri, Mekong, Zambezi, Ren ve Tuna Nehirleri gibi işbirliği örnekleri bulunmaktadır. Bu nehirlerin, farklı havzaların kıyıdaş ülkeleri tarafından örnek alınması gereken bazı özellikleri olduğu su götürmez bir gerçektir. Fakat buradaki sorun, “iyi” örneklerin tamamının, dünyanın, ekonomik olarak ya da su bakımından, zengin kısımlarına ait olmasıdır. Ortadoğu’ya bakan biri, Bölgedeki nehirlerin hiçbirinin bahsi geçen “iyi” örneklerle bağdaşabilecek bir seviyede olmadığını kolaylıkla fark edebilecektir. Ortadoğu’daki sınıraşan su havzaları, naif gerçekçilik için verimli bir zeminin nasıl olması gerektiğine dair bir örnek sergilemektedir.
 
Bir nehir havzasında ileri düzey bir işbirliği için gereken önkoşul kıyıdaş ülkeler arasında belirli derecelerde karşılıklı güvenin sağlanmasıdır. Strategic Foresight Group tarafından hazırlanan bir rapora göre, Ortadoğu’daki sınıraşan su havzalarının tamamı yukarıda bahsedilen işbirliği modellerinin bir hayli gerisindedir. Kıyıdaşlar arasındaki güven ve siyasi iradeyi,“çok yüksek”, “yüksek”, “orta” ve “düşük” olmak üzere dört ayrı seviyede inceleyen rapora göre ele alınan nehirlerden (Yarmuk, Ürdün, Fırat-Dicle ve Asi) yalnızca Asi Nehri için “orta” düzeyde işbirliği durumunu görmek mümkündür. Geriye kalan nehirler için işbirliği ve siyasi istek oranları “düşük” seviyededir. Burada belirtilmesi gereken nokta, bu raporun 2013’te tamamlandığı ve Dostluk Barajı’nın inşaatının uzunca bir süre askıya alınmasının Asi Nehri üzerindeki karşılıklı güven ve siyasi iradedüzeylerinde bir azalmaya yol açmış olabileceğidir.
 
Ortadoğu’daki kıyıdaş ülkeler arasındaki güven eksikliğinde naif realizmin rolü olduğu tezi akla yatkın görünmektedir. Ancak yine de naif gerçekçilik bir ana sebep değil, bir dizi olgusal temeller arasındaki etkileşimin bir yan ürünüdür. Güç (ekonomik, askeri) asimetrileriyle daha da şiddetli bir hale gelen baskın fay hatları  (ideolojik, dini, mezhepsel) ve belki daha da önemlisi suyun yeterli olmaması, Ortadoğu’daki sınıraşan nehirleri, iyi bir çatışma sahnesi haline getirmektedir. Bölgede biteviye kartların karılıyor olması, zaten baharatlı bir yemeğe daha fazla biber eklemeye bener bir etki yaratacak gibidir.