Paris Antlaşması: Kırılgan Bir Zaferin Temel Anatomisi

Neredeyse 10 yıllık bir hazırlık aşamasının ve 30 Kasım-12 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen yoğun müzakere trafiğinin ardından 195 ülke 13 Aralık 2015’te Fransa’nın Paris şehrinde Paris Antlaşması adı verilen bir metin üzerinde anlaştılar. Antlaşmanın imzalanmasının “gerçekten tarihi” bir olay olduğunu dile getiren Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon sözlerine şöyle devam etti: “Dünyanın en önemli sorunlarından biri olan iklim değişikliği konusunda ilk defa gerçekten evrensel bir antlaşmaya imza attık.” Ortada kutlamaya değer bir sebebin olduğu aşikar: Şayet Paris’te öngörülen senaryolar uygulamaya konabilirse iklim değişikliğine bağlı risklerin bir çoğu önlenebilir. Özellikle küresel ısınmanın 1,5 derece dolaylarında tutulması hedefi, küçük ada ülkeleri, küresel ısınma tehdidi altındaki diğer ülkeler ve konuyu çözmeye istekli koalisyon için şüphesiz bir zafer anlamına gelmekteydi, fakat, antlaşma imzalamaktan çok daha büyük işler yapılması gerektiği de aynı ölçüde ortadadır. İnsanlığın bugün karşı karşıya kaldığı iklim değişikliğikaynaklı sorunların çözülmesinde esas başarı gelecekteki hükümetlerin bu konudaki istek ve çabalarına bağlıdır.

 

Paris Antlaşması’nın ne hedeflediğine ve ne elde ettiğine kısaca bakmak gerekirse; küresel ısınmanın derecesini sınırlandırmak ve adaptif kapasiteyi küresel ölçekte artırmak Paris Antlaşması’nın merkezinde yer alan maddelerdir. Küçük ada devletleri ve Filipinler ve Bangladeş gibi diğer etkilenebilirdevletler için deniz seviyelerinin yükselmesi yaşamsal bir tehdit olarak kabul edilmektedir. Bu devletler 2000’lerin sonundan beri 1,5 derece ilkesini etkili bir biçimde savunmaya başlamış ve “hayatta kalabilmek için 1,5 derece” sloganını kamuya mal etmişlerdir. Paris Antlaşması bu konuda etkilenebilir uluslar için kesin bir zafer olmuştur. Antlaşmanın 2. maddesi, diğer maddelere ilaveten, Antlaşmanın amacını şu şekilde açıklar: “Bunun iklim değişikliğinin risklerini ve etkilerini belirgin bir biçimde azaltacağını kabul ederek, ortalama küresel ısınmayı sanayi öncesi dönem seviyelerinin çok üstünde olan 2 °C’nin daha da altında tutmak ve sıcaklık artışını sanayi öncesi dönem seviyelerinin üstünde 1,5 °C ile sınırlandırmak.”
 

Antlaşma, aynı zamanda “gıda üretimini tehdit etmeyecek bir şekilde iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama yeteneğini arttırmayı ve iklim direnci ve düşük sera gazı emisyon gelişimini teşvik etmeyi” ve “para akışının düşük sera gazı emisyonu ve iklim direncinin gelişimine yönelik izlenen yol ile tutarlı bir biçimde sağlanmasını” da amaçlamaktadır. 
 

Paris Antlaşması’nın bir diğer önemli unsuru da, Paris müzakerelerine giden yolda dahi olduğu üzere, bütün ülkelerin yer almasını gerektirmesidir. Antlaşma, bu sayede bütün ülkelerin iklim değişikliğinden kaynaklı zorluklarla başa çıkma sürecinin bir parçası olması ilkesini pekiştirmiştir. Bu ilke, “iklim değişikliğinin, insan toplulukları ve dünya için acil ve muhtemelen geri dönülemez bir tehdit olduğu ve bu nedenle bütün ülkelerin katıldığı, mümkün olan en geniş çaplı işbirliği ile çözülmesi gerektiği” anlayışına dayanmaktadır. Bundan dolayı, bütün ülkelerin iklim değişikliğine karşı verilen savaşı desteklemesi gerektiği tezinden yola çıkılarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ayrımının geçerliliğini yitirdiği düşünülebilir. Fakat bunun yanı sıra, Antlaşma’daki Madde 2.2, konferans süresince detayları şiddetle tartışılan ülkelerin farklılaşması prensibini tekrarlamıştır: “farklı ulusal koşulların ışığında,hakkaniyet, ve ortak fakat farklılaşmış sorumluluklarıile kendi kapasiteleri” hesaba katılacaktır.
 

Antlaşmaya göre, tüm ülkeler kaynaklarına göre emisyon envanterlerini ve azaltım çabalarını raporlamak zorundadır. Madde 4.13, yöntemle ilgili olarak şunları öngörür: “belirlenen ulusal katkılarına karşılık gelen antropojenik emisyonlar ve bunların azaltılması noktasında, taraflar, çevre bütünlüğü, şeffaflık, doğruluk, bütünlük, karşılaştırılabilirlik ve tutarlılığı teşvik etmeli ve çifte sayımdan kaçınıldığını kesinleştirmelidir.” 
 

Paris Antlaşması’nın başarılarından birisi de bu Antlaşmanın uygulanmasını kolaylaştırmaya ve uygulamaların Antlaşma hükümlerine uygunluğunu teşvik etmeye yönelik bir mekanizmanın kurulmuş olmasıdır (Madde 15). Antlaşmaya göre bu mekanizma, uzmanlardan oluşan, doğası gereği kolaylaştırıcı olan, ve şeffaf ve düşmanca ve cezalandırıcı olmayacak şekilde işlev görecek bir komiteden oluşmalıdır. Komite, Taraflar’ın ulusal kapasitelerine ve koşullarına özellikle dikkat etmelidir.”
 

Tartışmalı olan bir başka konu da zengin ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yardım etmeye yönelik finansal vaatleri idi. Gelişmiş ülkeler, daha öncesinde 2020 yılına kadar yıllık 100 milyar dolarlık bir yardım vaadinde bulunmuşlar, ancak söz verdikleri bu parayı sağlayamamışlardır. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri konferansta yardımlardaki paylarını arttıracaklarına dair sözler vermişlerdir. Ancak öte yandan, Brezilya ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin birçoğu aldıkları yardımlarla finansal vaatler arasında derin bir uçurum olduğundan şikâyet etmektedirler. Özellikle yayınlanan son OECD raporlarından bir tanesini, rapordaki hesaplamaların özel yatırımları da kapsadığı gerekçesiyle eleştiren bu ülkeler için bahsi geçen hesaplamalarda yalnızca kamu fonları esas alınmalıdır. Paris Antlaşması, Antlaşma öncesi verilen taahhütleri de kabul ederek, iklim finansmanı taahhütlerinin beş yılda bir incelenen bir döngüyü takip etmesi çağrısında bulunmuştur.
 

Özetleyecek olursak, Paris Antlaşması 2020 sonrası için gerçekten net ve kararlı bir yol haritası çıkarmıştır. Ayrıca,, fosil yakıtların daha az kullanıldığı bir gelecek ve iklim hassasiyetli düşünmenin ön planda tutulduğuyeni bir ekonomik paradigmanın sinyallerini vermektedir. Ancak “harekete geçme” konusunda gidilecek yolun halen uzun olduğu da unutulmamalıdır. Bu hususta ilk adım, onaylama prosedürleriyle Antlaşma’nın “kabulü” olacaktır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde süren tartışmalar, Antlaşma’nın kabulünün oldukça büyük bir mesele olacağını dile getirmektedir. Antlaşma yürürlüğe girse bile, esas ve zorlu görev sabit kalmayı sürdürecektir:gezegenin ve insanlığın korunması için gerçek çalışma.