Rasmussen’in Türkiye Ziyareti: Hem Gönül Alma Hem de Yararlanma

E. Tümgeneral Armağan Kuloğlu, ORSAM Başkan Başdanışmanı
NATO Genel Sekreteri Rasmussen Ağustos sonunda Ankara ve Atina ziyaretleri gerçekleştirmiştir. Önce Atina’yı ziyaret eden Genel Sekreter, 27-28 Ağustos 2009 tarihlerinde de Ankara’da bulunmuştur. NATO Genel Sekreteri olarak yapacağı ziyaretlerde Türkiye’ye öncelik vermesinin, genel konuların dışında, üç önemli sebebinin olduğu bir gerçektir. Nitekim ziyaret esnasında özellikle bu konuların ön plana çıktığı görülmüştür.    Bunlardan birincisi, Danimarka Başbakanı iken Danimarka’da yayımlanan Hz. Muhammet’e ait karikatürlere basın özgürlüğü gerekçesi ile müdahale etmemesinden dolayı, halkı Müslüman ülkelerden tepki almasıdır. Türkiye tarafından bu tepki, karikatür krizinin çıktığı zamanın yanı sıra, genel sekreter seçiminde de dile getirilmiştir. Türkiye, Rasmussen’in davranışından dolayı, NATO’nun, başta Afganistan’da olmak üzere, radikal İslam temelli terörle mücadelesinde halkı Müslüman ülkelerden gerekli desteği alamayacağını ifade etmiştir. Bu durumun NATO’nun başarısını olumsuz yönde etkileyeceği ifade edilmiştir. Seçim aşamasında, PKK’nın yayın organı olan Roj TV’nin Danimarka’dan yaptığı yayına engel olmaması da, Rasmussen’in terörle mücadelesinde inandırıcı olmayacağı gerekçesi ile seçilmesini engellemek amacıyla gündeme taşınmıştır. Bilindiği üzere Rasmussen’in Genel Sekreter seçilmesi, Obama’nın araya girmesi sonucunda Türkiye’ye verilen bazı vaatlerle gerçekleştirilmiştir. Ancak bu vaatlerin henüz yerine getirilmediği de bir gerçektir. Rasmussen, Türkiye’ye yaptığı ziyarette öncelikle Türkiye’nin önemine vurgu yapmış ve bu vesile ile İslam âlemine saygısını sunma ve gönlünü alma fırsatını yakalamaya çalışmıştır. Bu fırsatı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin verdiği iftar yemeğine Başbakan’ın davetlisi olarak katılmasıyla elde ettiğini söylemek mümkündür. İftar yemeğine katılması ve buradaki beyanları, İslam âleminden tam bir özür olmasa da en azından, tepkileri bir nebze olsun azaltacak nitelikte olmuştur.   Rasmussen’in Türkiye ziyaretinin ikinci önemli sebebinin NATO’nun Afganistan harekâtına destek arayışı olduğu değerlendirilmiş ve temaslarında bu konuya verdiği önem değerlendirmeleri teyit etmiştir. Bilindiği üzere NATO’nun Afganistan’daki başarı durumu, NATO’nun geleceği ile eşdeğer tutulmaktadır. Bu nedenle Afganistan’da mutlak başarı aranmaktadır. Sürdürülmekte olan Taliban ile mücadelede, hem fiili muharebe, hem de daha geniş sahalarda alan kontrolü yapabilmek için daha fazla muharip güce ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca güvenlik ve diğer hizmetler için de ilave askeri güce olan ihtiyaç artmaktadır. NATO üyeleri, bu desteği vermekte çekimser davranmakta, özellikle muharip güç verenler kuvvetlerini ya tamamen ya da kısmen çekmeyi düşünmektedir. Bu düşüncelerinin nedeninin, NATO’nun Afganistan’daki mücadelesinin uzaması ve amacının iç kamuoylarında kabul görmemesi olduğu söylenebilir. Son NATO zirvesinde üyelere bu durum açıklanmış ve daha fazla destek vermeleri istenmiştir. Türkiye’den de uzun bir süredir bu talep ısrarla yapılmaktadır. Bunun sebebi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerek barışı tesis etme, gerekse barışı koruma operasyonlarındaki başarısı, savaş kabiliyeti, terörle mücadele yeteneği, tecrübesi, disiplini ve aldığı göreve verdiği önemin bilinmesinden kaynaklanmaktadır. Türk Askeri’nin Afganistan’daki davranışlarındaki hassasiyet ve bunun Afgan halkı tarafından sempati ile karşılanması, Türkiye’nin NATO içindeki yegâne halkının çoğunluğu Müslüman olan ülke olması ve bunun yarattığı yakınlık, talebin güçlü olmasına neden olmaktadır. Müslüman olan Türk muharip güçlerinin NATO içinde ve Afgan ordusuyla omuz omuza Taliban ve El-Kaide unsurları ile çarpışması, diğer İslam Ülkeleri’ne harekâtın dine karşı olmadığı, fakat terörizme karşı olduğu konusunda örnek olacağı düşünülmektedir. Türkiye’nin ISAF’ın komutasını üslendiği periyotlarda, daha etkili bir yönetim göstermesi de etken bir faktör olarak algılanmaktadır. Nitekim önümüzdeki dönemde Türkiye üçüncü defa komutayı devralacaktır. Harekatın başlangıcında 250 kadar personel ile Kabil ve çevresinin güvenliği görevini alan TSK’nın görev sahası, aynı esaslar dahilinde genişletilmiş ve buna paralel olarak personel sayısı 750 civarına yükselmiştir. ISAF’ın komutasını yeniden devralmasıyla personel sayısının 1000’i aşacağı değerlendirilmektedir. Ancak ısrarla talep edilmesine rağmen TSK’nın fiili muharebeye katılması Türkiye tarafından kabul edilmemektedir. Bunun en önemli gerekçesi, kendi ülkesindeki terörle mücadeleye, kendine göre ortaya koyduğu gerekçelerle destek vermeyen NATO ve üyelerinin Afganistan’daki terörle mücadeleye fiili destek verme isteğinin, hem devlet, hem de millet tarafından kabul görmesinin mümkün olamayacağıdır. Buna rağmen Türkiye güvenlik ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmanın yanında, TSK vasıtasıyla ilkokullar, sağlık tesisleri, soğuk hava depoları, spor tesisleri, su depoları ve su şebeke hattı tesis etmiş ve para yardımı yapmıştır. Rasmussen katkının arttırılmasını ve özellikle Afgan askerlerinin TSK tarafından eğitilmesini talep etmektedir.   Ziyaretin üçüncü temel nedenin, NATO-AB ilişkilerindeki sıkıntının giderilmesi olduğu anlaşılmıştır. NATO ile AB arasında, 2003’te Berlin Plus olarak anılan düzenlemelerle, AB’nin bazı NATO imkân ve kabiliyetlerinden şartlı olarak faydalanması kabul edilmiştir. Türkiye’nin NATO üyesi olması, ancak AB üyesi olmamasından dolayı AB’nin, NATO imkân ve kabiliyetlerini kullanma konusundaki müzakere ve karar sürecinde Türkiye’yi kabul etmemesi sorun yaratmıştır. Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kıbrıs’ın bütünü adına ve Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ye tam üye olarak kabul edilmesi ile sorunun daha da büyüyeceği düşüncesinden hareketle anlaşmaya çekince koymuştur. Böylece anlaşmaya madde eklenerek NATO üyesi olmayan Malta ve Kıbrıs bu kapsamın dışında bırakılmıştır. Bu nedenle NATO-AB görüşmelerinde Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen muhatap kabul etmemekte, AB ise Kıbrıs’ın görüşmelere katılması konusunda ısrar etmektedir. Rasmussen Türkiye ziyaretinde bu konunun, iki örgüt arasında yeterli işbirliği sağlanamamasına neden olduğunu ve dolayısıyla Afganistan’a destek konusunda sorunlarla karşı karşıya kalındığını belirtmiştir. Bunun sebebinin, AB’nin Türkiye ile NATO’nun da Kıbrıs ile güvenlik alanında bir mutabakatının olmamasından kaynaklandığı ifade etmiştir. Rasmussen soruna çözüm bulabilmek, tarafları ikna edebilmek için Ankara’dan önce Atina’yı ziyaret etmiş ve Ankara ziyaretinden sonra da tarihi gerçekleri bildiğini, ancak pratik sonuçlara odaklanılması gerektiğini belirterek, sorumluluk sahibi politikacılar olarak sorunun çözümlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu konuda Türkiye’yi ikna etmeye çalıştığı düşünülmektedir. Ancak konun çözümünün, Kıbrıs konusunun çözümüne bağlı olması ve bu konuda da bir sonuç alınması ihtimalinin çok zayıf görülmesinden dolayı mümkün olamayacağı değerlendirilmektedir.   Sonuç olarak Rasmussen’in Türkiye ziyaretinin, başbakanlığı dönemindeki karikatür krizi, Roj TV konusu ve Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili olumsuz davranışlarından dolayı Türkiye’de yarattığı hoşnutsuz durumu ortadan kaldırmayı hedeflediği anlaşılmaktadır. Ayrıca ziyaretin, NATO’da kararların oybirliği ile alındığı gerçeğini göz önünde tutarak ve Türkiye’nin NATO içindeki etkinliğini kavrayarak, Türkiye’ye verdiği önemi ortaya koymak maksadıyla yapıldığı söylenebilir. Diğer taraftan ziyaretin Afganistan’a daha fazla destek konusunda nabız yoklamak ve İslam âlemine Türkiye üzerinden olumlu bir masaj vermek üzere gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Diğer bir sebebin de NATO-AB arasında, esas olarak Kıbrıs’ın AB tam üyeliği ile Türkiye’nin AB üyesi olmamasından dolayı, AB’nin NATO imkân ve kabiliyetlerinden istifade ve operasyona ilişkin konularda karar alma sürecinin dışında bırakılmasından kaynaklanan sorunlara çözüm bulmak olduğu da belirginleşmiştir. Göreceli olarak olumlu bir intiba yaratan bu ziyaretin, maksadına ulaşıp ulaşmadığını zaman gösterecektir. Ziyaretin hem gönül almaya, hem ikna etmeye, hem de Türkiye’den yararlanmaya odaklandığı söylenebilir. Ancak bu konularda fazla bir ilerleme kaydedilmesinin de mümkün olamayacağı değerlendirilmektedir.