Rusya’nın Libya Planları

Dr. İlyas KAMALOV, ORSAM Avrasya Danışmanı
20 Mayıs 2011 tarihinde Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Libya Hükümeti temsilcilerinden İslam’a Çağrı Konseyi Genel Sekreteri Muhammed el-Şerif ile görüşmüştür. Bu görüşme sırasında Muhammed el-Şerif, Libya Hükümeti’nin isyancılarla ateşkes yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Taraflar, ateşkes tarihi ile şartlar konusunu da ele almışlardır. Rus yetkililer görüşme sırasında, BM ve Afrika Birliği’nin de arabuluculuğuyla Libya’daki iç savaşın en kısa sürede sona ermesi gerektiğini dile getirmişlerdir. Bugüne kadar Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili pek fazla ses çıkarmayan Rusya, NATO’nun bölgede artan faaliyetleri ve etkisinden gittikçe daha fazla rahatsız olmakta ve bundan dolayı Ortadoğu’daki varlığının önemli unsurlarından biri olan “arabuluculuk” siyasetini devreye sokmuştur. Moskova’da 18 Mayıs’ta isyancı liderleriyle düzenlenmesi planlanan, ancak iptal edilen görüşmeyi de bu siyaset çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Resmî açıklamaya göre söz konusu görüşme, “teknik nedenlerden dolayı iptal edilmiş”, ancak Rus Dışişleri bu yöndeki çalışmalarını devam ettirme çabasındadır.

Rus yetkililer, BM ve Afrika Birliği’nin denetiminde Libya’da barışçıl güçlerin bulunması gerektiği görüşünü savunmaktadırlar. Hatta Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın böyle bir teklifi yakın zamanda BM Güvenlik Konseyi’ne götüreceği beklenmektedir. Her ne kadar Rusya Federasyonu, BM Güvenlik Konseyi’nde Libya’ya hava ve deniz operasyonlarının yapılmasını öngören karar tasarısı görüşülürken veto hakkını kullanıp söz konusu operasyonları engellemese de operasyonların başlanmasından iki ay geçtikten sonra Moskova’nın konuyla ilgili tutumu değişmiştir. Bunun sebebi de, sadece yukarıda belirttiğimiz gibi NATO’nun bölgede etkisini arttırması meselesi değil, operasyonlar neticesinde çok sayıda sivil halkın öldürülmesi ve ülkenin alt yapısının harap edilmesidir. Aslında Moskova, başlangıçtan itibaren BM Güvenlik Konseyi’nde alınan kararda operasyona dair bütün ayrıntıların kaydedilmesi gerektiğini ileri sürmüş, ancak Batılı ülkeleri Moskova’nın bu uyarısını dikkate almamış ve böylece hareket alanını genişletmişlerdir.

İç savaşın uzaması ve taraflardan hiçbirinin üstünlük sağlayamaması ise söz konusu savaşı “sonsuz” kılmaktadır. Bu husus, Rusya’nın barışçıl gücün müdahalesi ile ilgili teklifinin gerek BM’de gerekse de Libya’da savaşan taraflar tarafından kabul edilmesini kolaylaştıracağına benzemektedir. Bununla birlikte Spravedlivaya Rossiya (Adil Rusya) Partisi milletvekillerinden Semön Bagdasarov, barış gücü birliklerinde yer alacak askerlerin operasyona katılan NATO ülkelerinden olmaması gerektiğinin öneminin altını çizmektedir. Barış gücünün mevcudiyeti hiç şüphesiz Libya’daki iç savaşı tamamen sonlandırmayacak,  ancak Afganistan, Kosovo, Sudan (günümüzde 15 ülkede BM barış gücü bulunmaktadır) örneklerinde olduğu gibi iç savaşı azaltabilecektir. Rusya, bu teklifi yaptığı takdirde ve özellikle de bu teklif üzerine Libya’ya barış gücü gönderildiği takdirde Rusya’nın Arap dünyasında diplomatik etkisinin artacağını söylemek mümkündür.

Rusya’nın genel olarak Ortadoğu’daki gelişmelere sessiz kalmasının nedeni ise bir taraftan “bekle ve göre siyaseti”ni izlemesi, diğer taraftan da Rusya’daki 2012 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Batı ile ilişkilerini yeniden soğutmak istememesinden kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’nun istikrarsız kalması, aslında petrol fiyatlarının artışı, bölgedeki enerji kaynaklarının dünya pazarına çıkarılmasının engellenmesi dolayısıyla Rus enerji kaynaklarının öneminin artması, yeni silah pazarlarının oluşumu vs. açısından Moskova’nın işine yaramaktadır. Diğer taraftan Ortadoğu, Rusya’nın dış politikasında önemli bir yere sahip olsa da bölgeye yapılan dış müdahaleler, “yakın çevre” olarak adlandırdığı BDT coğrafyasına yapılan müdahaleler kadar “kendi çıkarlarına tehdit” olarak algılanmamaktadır.  Rusya Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Vladimir Putin’in değil de Dmitriy Medvedev’in oturuyor olması da Rusya’nın konuyla ilgili tutumunun çok sert olmamasını sağlamaktadır. Nitekim Vladimir Putin, operasyonları “Haçlı Seferi” ile kıyaslarken, Dmitriy Medvedev, BM’nin Libya ile ilgili kararını yanlış bulmadığını belirtmişti.

Sonuç olarak Moskova’nın bundan sonraki süreçte (2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar) de Ortadoğu’da “bekle ve gör” politikasını izlemeye devam edeceğini, imkanları dahilinde arabuluculuk yaparak kendi prestij ve bölgedeki konumunu arttırmaya çalışacağını, Ortadoğu konusunda Batı ile fazla inatlaşmayacağını söyleyebiliriz. Rus yetkililer ancak Batı’nın bölgede kalıcı olmasına ve mevcut devletlerin parçalanarak yenilerinin ortaya çıkmasına karşı çıkmaktadırlar. Bununla birlikte bu konunun da Rusya-Batı münasebetlerini ancak Vladimir Putin’in tekrar cumhurbaşkanı olduğu takdirde olumsuz etkilemesi mümkün görülmektedir.