Rusya-Ukrayna Savaşının Ortadoğu'daki Enerji Politikalarına Etkileri

Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdiğinde, Batı'nın Rusya'ya karşı bir yaptırım hamlesi olarak Rusya’dan enerji ithalatını terk etmeye başlaması nedeniyle dünya petrol ve gaz fiyatlarında artış yaşanmıştır. Rusya, ABD ve Suudi Arabistan'dan sonra üçüncü en büyük petrol üreticisi ve Suudi Arabistan'dan sonra ikinci en büyük petrol ihracatçısıdır. Genel olarak, petrol ve gaz fiyatlarındaki yükseliş, savaşın başlamasından bu yana küresel çapta enerji güvenliği bakımından ortamı kuşatan endişe atmosferi ve tehdit algısı nedeniyle meydana gelmiştir. ABD ve Batı, dünyanın en büyük petrol ihracatçısı ve ikinci en büyük üreticisi olan Suudi Arabistan'a yönelmiş ve küresel fiyatlardaki artışı kontrol altına almak için Suudi Arabistan'dan ve diğer petrol ihracatçısı Körfez ülkelerinden petrol üretimlerini artırmalarını talep etmiştir.

ABD ve Batı'nın petrol fiyatını düşürmek maksadıyla üretimin artırılması taleplerine karşı Körfez ülkelerinin pozisyonları üç farklı eksende olmuştur. İlk eksende Suudi Arabistan, küresel petrol üretiminin yaklaşık %40'ını kontrol eden “OPEC+” ülkeleri anlaşmasında belirlenen kotaların üzerinde üretim yapılmasını “ısrarla” reddetmiştir. İkinci eksende BAE, üretimi artırmayı reddettiğini açıklamış ancak bu konuyu OPEC'te ele alınmasında bir sakınca görmediğini beyan etmiştir. Büyük olasılıkla BAE, OPEC gündemine getirilmesi hâlinde (9 Mart 2022'de Washington'daki büyükelçisinin belirttiği gibi) üretim artışına karşı çıkmayacaktır. Üçüncü eksen olarak diğer petrol üreticisi Körfezi ülkeleri ise üretimlerini artırmakta sakınca görmemekteler ancak (ağabeyleri) Suudi Arabistan'ın bu konudaki pozisyonunu izleyip beklemektedirler.

Genel olarak, Suudi Arabistan ile BAE’nin pozisyonları belirleyici olmaktadır. Nitekim Suudi Arabistan, günlük 11 milyon varilden fazla üretim ve yaklaşık 6,88 milyon varil ihracatla dünyanın en büyük ikinci ve Körfez’in ise birinci petrol üreticisidir. BAE ise günlük 3 milyon varilden fazla üretim ve yaklaşık 2,24 milyon varil ihracatla Suudi Arabistan'dan sonra Körfez'deki en büyük ikinci üreticidir.

Körfez Ülkelerinin Petrol Üretimini Artırmayı Reddetmelerinin Nedenleri
Suudi Arabistan ile BAE’nin petrol üretimini artırılmasına karşı çıkma konusundaki pozisyonlarının altında siyasi ve ekonomik saikler bulunmaktadır. Mevcut petrol üretim seviyesini koruyarak fiyatlardaki yüksek seviyenin korunması mümkün olacaktır. Nitekim böylelikle, petrol ihraç eden ülkelerin gelirleri artacaktır. Ancak diğer taraftan Suudi Arabistan ve BAE'nin petrol üretimini artırma konusundaki pozisyonlarında siyasi faktörlerin rolü ekonomik faktörlerin önüne geçmektedir. Geçtiğimiz on yıllarda Suudi Arabistan ve BAE, küresel enerji piyasası meselelerinde her zaman ABD ve Batı’nın politikalarını izlemiştir ve ABD ile Batı’nın çıkarlarına hizmet eden yaklaşımlar çerçevesinde üretimin artırılması veya azaltılması politikalarını benimsemişlerdir. Ancak son yıllarda ABD ile Batı, Suudi Arabistan ve BAE'yi İran tehdidi ve onun Yemen'deki kolu olan Husilerin saldırılarına karşı yalnız bırakmış; bu ülkelere etkili koruma ve destek sağlamamıştır. Bu nedenle, Suudi Arabistan ile BAE'nin Batı’dan gelen petrol üretimini artırma taleplerini reddetme konusundaki ısrarlı tavrı bir suçlama mesajı taşımakta, ABD ile Batı'ya Körfez ülkelerinin önemini hatırlatmakta ve terk edilmeye karşılık terk etme bağlamında atılmış bir adım niteliği taşımaktadır.

Günde 2,9 milyon varil üretim ve yaklaşık 2,1 milyon varil ihracatla Körfez'in en büyük üçüncü petrol üreticisi olan Kuveyt bile, Batı ile ABD'nin Basra Körfezi sularındaki Durra gaz sahasının mülkiyeti konusunda İran’ın tehditlerine göz yumması hâlinde Suudi Arabistan ile BAE’nin pozisyonlarına katılabilecektir. Nitekim İran, yakın zamanda Kuveyt ile Suudi Arabistan’ın ortak oldukları bu gaz sahasında hisse sahibi olduğunu iddia etmiş ve kendisinin içinde yer almadığı herhangi bir geliştirme ve çıkarma çalışmasının İran tarafından yasa dışı kabul edileceğini açıklamıştır.

Körfez'in üretimi artırmayı reddetmesinin başka bir siyasi boyutu daha bulunmaktadır. Körfez ülkeleri, ABD’de Demokrat Parti yönetimlerine güvenmez hâle gelmişlerdir ve Körfez-ABD ilişkileri Demokratların her döneminde düşüşe geçmiştir. Körfez ülkeleri, İran'ın ve bölgedeki vekillerinin faaliyetlerini kendi güvenlik ve istikrarları için en büyük tehdit olarak görmektedir. İran, Demokrat olan Obama döneminde, 2015 yılındaki nükleer anlaşmadan elde ettiği siyasi ve ekonomik kazanımlar yoluyla bölgedeki nüfuzunu ve müdahalelerini genişletebilmiştir. Obama yönetimi; ABD'nin, İran'ın ve bölgedeki vekillerinin faaliyetlerine göz yumarak (veya suç ortaklığıyla) anlaşmanın imzalanmasını kolaylaştırmasına büyük katkıda bulunmuştur. Ardından bir diğer Demokrat olan Biden, Husilerin Suudi Arabistan'a yönelik saldırılarının arttığı bir dönemde, Husilerin terörist grup olarak sınıflandırılmasına son vererek icraatlarına başlamıştır. Aynı şekilde Biden yönetimi, ABD'nin Körfez bölgesindeki İran ve vekillerinin tehdidine doğrudan maruz kalan müttefikleriyle görüş alışverişinde bulunmadan, ne pahasına olursa olsun, İran'la nükleer anlaşmayı canlandırma arayışına girmiştir. Ayrıca Biden, seçim kampanyası sırasında Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ı hedefleyen sert eleştirilerde bulunmuştur ve başkanlık seçimlerindeki zaferinden sonra onunla görüşmekten ve temas kurmaktan kaçınmıştır. Öte yandan Biden yönetimi, F-35 uçaklarının BAE’ye satışını durdurma kararı almıştır. Bu nedenle belki de Suudi Arabistan ile BAE, ABD'de Kasım 2022’de yapılması planlanan temsilciler meclisi ve senato ara seçimlerinde Demokratlara baskı yapmak için petrol fiyatlarını yüksek tutmaya çalışmaktadır.

Avrupa ve Rusya'dan Enerji İthalatına Alternatif Arayışları
Avrupa’nın Rusya'dan yaptığı enerji ithalatındaki azalmayı telafi edecek pek fazla alternatifi bulunmamaktadır ve Rusya kaynaklı enerji ithalatına tek rasyonel alternatif, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki enerji ihracatçısı ülkelerin üretimlerini artırması ve Avrupa’nın bu ülkelere yönelmesidir. Nitekim Cezayir ve Katar doğal gaz tedarikindeki eksikliği; Körfez ülkeleri ve Irak, petrol tedarikindeki eksikliği telafi edebilmektedir. Bu, “OPEC+” anlaşmasının değiştirilmesini ve bu ülkelerin enerji üretim tavanlarının yükseltilmesini gerektirmektedir. Ancak Rusya bu anlaşmanın bir parçasıdır ve Avrupa'yı enerji alanında kontrolü altında tutmak için üretimi artırma önerisini kesinlikle reddedecektir. Bölge ülkelerinin petrol üretimlerini Rusya'dan bağımsız şekilde artırmaları ve bundan dolayı “OPEC+” anlaşmasının çökmesi, Rusya'yı küresel enerji piyasasının istikrarına zarar verecek adımlar atmaya itebilecektir ve böylelikle fiyatlarda önemli bir düşüş yaşanacaktır. Fakat bu durum, esas olarak petrol gelirlerine bağımlı olan bölge ülkelerinin ekonomilerine zarar verecektir. Öte yandan, çıkarları için güç kullanmaktan çekinmeyen küresel bir sistemin varlığı ve Rusya'nın Ortadoğu'daki güvenliği etkileme kabiliyeti neticesinde önümüzdeki dönemde bölgede (doğrudan veya vekâleten) enerji güvenliğini tehdit eden bir çatışmaya tanık olabiliriz. Avrupa'nın, Rusya'yı tahrik etmeden ve küresel enerji piyasalarının dengesini alt üst etmeye itmeden bölge ülkelerindeki petrol üretiminin kademeli olarak artması dışında pek fazla seçeneği bulunmamaktadır.

Rusya'dan enerji ithalatının durdurulmasını telafi etmek için enerji arzını artırma ihtiyacı, Batı'nın İran üzerindeki baskısını hafifletmesine ve İran’a petrolle gaz ihracatı için daha fazla özgürlük tanımasına itebilir. Bu, özellikle küresel petrol fiyatlarındaki artışla birlikte İran'ın gelirini artıracaktır. Geçtiğimiz on yıllar boyunca İran, sahip olduğu her türlü mali bolluğu iki ana alanda kullanmıştır. Birincisi, Ortadoğu'da nüfuzunu artırmak ve İran'la bağlantılı silahlı grupları destekleyerek buradaki etkisini güçlendirmek. İkincisi, nükleer programını geliştirmek. Bu varsayımların gerçekleşmesi hâlinde Ortadoğu bölgesi öncekinden daha güçlü ve etkili, nükleer silahlara sahip olmaya çok yakın yeni bir İran ile yüzleşmeye hazırlanmalıdır. Bu senaryonun gerçekleşmesi, ABD ile Batı'nın bölgenin güvenliğini ve istikrarını İran’ın tehditlerinden korumaya ciddiyetsiz yaklaştığına dair artan endişeler de dikkate alındığında, Rusya-Ukrayna savaşının Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerindeki en tehlikeli yansımalarından biri olacaktır.

ABD’nin Suudi Arabistan ve BAE ile Stratejik İttifakını Yeniden Kazanma Girişimleri
Wall Street Journal, haftalar önce Suudi Arabistan'ın Çin ile bazı ham petrol tedariklerini yuan üzerinden fiyatlandırmak için görüşmelerde bulunduğunu bildirmiştir. Kuşkusuz, petrol fiyatının küresel olarak dolar cinsinden fiyatlandırılmaya devam etmesi, ülkelerin döviz rezervlerini çoğunlukla dolar hâline getirmesinin temel nedenlerinden biridir: Bu da doların küresel olarak baskın para birimi olmasını sağlamaktadır. Suudi Arabistan’ın konuşulan bu hamlesi hâlâ basında çıkan haberler çerçevesinde kalmıştır ve Suudi Arabistan tarafından konuyla ilgili resmî bir açıklama yapılmamıştır. Bu tür basın haberlerinin sızdırılmasının, Suudi Arabistan ile Biden yönetimi arasında hâlen devam eden siyasi husumet bağlamında ortaya çıktığına inanılmaktadır. Nitekim daha önceki yıllarda Suudi Arabistan ve bölgedeki diğer petrol üreticisi ülkeler bu türden fikirleri gündeme getirmiş ancak bu fikirlerin hiçbiri uygulamaya dönüşmemiştir.

Çin, Suudi petrolünün %25'ini, yani günde 1,75 milyon varili satın almaktadır. Suudi Arabistan’ın böyle bir adım atmasının, diğer petrol ihraç eden ülkeler de Suudi Arabistan’ı izlemedikçe, dolar kuru üzerinde önemli bir etki yaratması beklenmemektedir. Öte yandan böyle bir adım, dolara bağlı Suudi riyalinin kur değerine ve dolayısıyla Suudi ekonomisine de yansıyacaktır. Şu ana kadar elde edilen veriler, böyle bir kararın yakın zamanda Suudi Arabistan tarafından uygulanmayacağını ve Biden yönetimi ile Suudi Arabistan arasında düşmanlık mesajları mertebesinde kalacağını göstermektedir.

Eski İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in “ABD, doğru olanı yapmadan önce dünyadaki tüm yanlış şeyleri yapar” şeklinde etkili bir sözü bulunmaktadır. ABD yönetiminin Suudi Arabistan ve BAE'ye yönelik önceki pozisyonlarını gözden geçirdiği ve bu ittifakları yeniden kurma yeteneğini kaybettiğine karar vermeden (veya hissetmeden) önce, onlarla olan önceki stratejik ittifaklarını yeniden kurmak için mevcut tüm seçenekleri kesinlikle deneyecektir. Biden yönetiminin sorunu, Ukrayna krizinin patlak vermesinden önce de ABD’nin dünya liderliğini tehdit eden Çin ve Rus tehlikesiyle yüzleşmeye odaklanmaya karar vererek kendi müttefiklerini ihmal etmeye, karşılaştıkları zorluklara aldırış etmemeye ve onlara güven vermeyen mesajlar göndermeye başlaması olmuştur. Bu hataların başında ise ABD’nin Afganistan'dan şok edici şekilde çekilmesi gelmektedir.