Şair Cumabay ve Kazakistan’ın Siyasi Kurbanları

Dr. Süreyya Yiğit, ORSAM Avrasya Danışmanı
Her yıl Kazakistan’da 31 Mayıs, Siyasi Baskılar Yüzünden Canverenleri Anma Günü olarak bilinir. 2010 yılının Mayıs ayında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev Stalin döneminin mağdurlarının ailelerini Astana’ya davet etti. Orada ünlü Kazak şair Mağcan Cumabay’ın gelini Kabira Karabalina da katılanlar arasındaydı. Kazak vatanının en onurlu en cesur şairini o gün ülkenin ve devletin en yetkili şahsiyeti, ailesinin ve Türk dünyasının dayanılmaz acısını paylaştı. Nazarbayev toplantının sebebini o korkunç yılların hatırlanması ve gaddarca öldürülen atalarına saygılarını sunmak olarak açıkladı.
 
Nursultan Nazarbayev bu dönemden sonra farklı etnik gruplardan oluşan 1,5 milyon insanın zorunlu olarak Sovyetler Birliğinin farklı yörelerinden Kazakistan’a göç ettirildiğini de ifade etmişti. İkinci Dünya Savaşından sonra da 1.300.000 kişi daha Kazakistan’a zorunlu göçe tabi tutulmuştu. Maalesef bunların içinde Türk kökenliler de fazlasıyla nasiplerini aldılar.
 
1924-54 arası 100,000 Kazak vahşi bir siyasi baskıya maruz kalmış, Kazak topraklarındaki on bir kampta aileleri ile beraber toplanmış ve dörtte biri de şerefli Kazak olmanın bedelini canlarıyla ödemiştir. Bu şehitlerin başını Mağcan Cumabay çekmektedir.
 
Elbette sadece kendisi bu sıkıntılarla karşı karşıya kalmadı. Zorunlu kolektifleştirmenin, zirai alanların Sovhoz ve Kolhozlara bölünmeleri, siyasi baskının ve devlet planlamanın yarattığı zorunlu tahıl alınımın Moskova’nın göz yumduğu feci açlıktan dolayı bazı araştırmacılara göre toplam bir milyon, bazılarına göre iki milyona yakın Kazak, nerede ise tüm nüfusun yarısı, hayatlarını kaybetti. Bu vahşet ne kadar soykırım sayılır bilemiyorum.
 
Geri kalan Kazakların çoğu da doğdukları toprakları terk etmek zorunda kaldılar. Son araştırmalara göre Stalinist baskı Sovyetler Birliğinde 3.75 milyon insana uygulandı ve yaklaşık 650,000 kişi idama mahkum oldu. 1959’daki yapılan sayımda 2.787.000 etnik Kazak kendi topraklarındaki nüfusun sadece 29.8%’ini oluşturmaktaydı.
 
Şair Mağcan Cumabay,  25 Haziran 1893’de Kuzey Kazakistan’da Bulaev kasabasında varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Altı erkek kardeşi ve 2 kız kardeşi olan Mağcan, ilk olarak dil eğitimi gördü. 4 yaşında Çağatay Türkçesi, Arapça ve Farsça öğrendi.  Edebiyata merak salan küçük oğlan Kızıl-Orda şehrinde (şimdiki adıyla Petropavlovsk) bir Tatar medresesinde eğitim gördü ve oradan 1910 senesinde Ufa şehrinde en iyi, en kapsamlı islami eğitim veren Galiya Medresesinde okudu.
 
14 yaşında şiir yazmaya başlasa bile ilk yazıları 1911-13 arasında yayınlandı. Yapıtları çeşitli Kazak ve Tatar dergi ve gazetelerinde yer aldı. Özellikle ‘Aykap’ ve ‘Kazak’ adlı gazetelerde yazıları yayınlandı ve 1912’de ilk şiir koleksiyonu ‘Şolpan’ Kazan’da Arap alfabesi ile Kazak dilinde yayınlandı.
 
Bu sırada Rusçayı öğrenmeye başlarken daha ciddi bir eğitim arayışı içinde olan Cumabay 1913 senesinde Kazakistan’ın o tarihte başkenti olan Omsk’a hereket etti. Omsk’daki eğitimini en yüksek derece ile tamamladı. ‘Kazak’ gazetesi ile bu sıralarda ilişki kurdu ve bunu ilerleyen yıllarda devam ettirdi. Omsk’da iken ‘Balapan’ (Civciv) isimli elyazısı ile yazılan öğrenci gazetesini çıkarttı.
 
Cumabay’ın da aralarında bulunduğu Kazak milliyetçiler tarafından Mart 1917’de Alaş Orda adında bir siyasi parti kuruldu. (Kazak mitolojisine göre Kazaklar Alaş adındaki bir atadan türemişlerdir) Partinin ismi ayrıca da ‘Alaş’ milliyetçi dergisinden esinlendi. Bu dergi Kasım 1916 – Mayıs 1917 arasında 22 kere yayınlandı. Rusya’daki sol eğilimli Menşevik, Sosyal-İhtilalci ve Anayasal-Demokrat partilerinin programında bulunan benzer öneriler ve düşünceler Alaş Orda tarafından teklif edilmekteydi. Sosyal konularda ilerici olan parti otonom bir Kazak bölgesinin kurulmasını talep etmekteydi. Parti Programı Orenburg’da basılan ‘Kazak’ adlı gazete tarafından desteklendi. Satışı 8,000 olan bu etkili gazete Bolşevikler tarafından Mart 1918’de kapatıldı.
 
Cumabay, Aralık 1917 tarihinde Orenburg kentinde toplanan İkinci Kazak Kongresi’ne Akmola bölge temsilcisi olarak katıldı. Kongre, Baytursunov ile beraber kendisini okul ders kitaplarının hazırlanması ile görevlendirdi. Kongrede halkın açlığı, fakirliği, eğitim sistemi, dini konular ve bölgesel otonomi masaya yatırıldı. Halkın birlik için mücadele etme fikri destek gördü. Rus Geçici hükümet ile işbirliği kararı verildi ve bu bağlamda tüm Sovyet yetkilerinin geçersiz olduğu, Sovyet hakimiyetine güç kullanaraktan karşı koyulacağı ve Alaş Otonomisinin varolduğu hükmüne oybirliği ile karar verildi. Aralık 1917’de Alaş Orda Otonom Kazak Hükümeti ilan edildi. Cumabay o günlerde şu dizeleri kaleme aldı:
 
Ne görsem de Alaş için görürüm
Bana armağandır yüce halkım için ölürüm
 
Ekim İhtilalinin hemen ardından, iç savaş patlak verdikten sonra 1918’in başlarında Cumabay tutuklandı ve 7 ayını Omsk’daki hapishanede geçirdi. Yılsonunda Omsk’da yeni açılan Kazak öğretmen eğitim merkezinde çalışmaya başladı.
 
Kasım 1919’da Frunze’nin af teklifini kabul eden Alaş Orda’lı Kazaklar bir ay sonra Sovyet yetkilerini kabullendiler ve Mart 1920’de partinin lağvedilmesinden sonra Bolşevik partisine girip Sovyet Kazakistan’ı için çalıştılar. Bu çabalar boşa çıktı zira çoğu 1930’larda eski görüşlerinden dolayı düzmece mahkemeler sonunda katledildiler.
 
Cumabay, Alaş milliyetçi siyasal hareketine destek vermeye devam ederken ‘KızılYer’ ve Znamia Svobody’ (Bağımsızlık Simgesi) adlı gazetenin yazı işleri müdürlüğünü de yaptı. Tanışdığı Züleyha ile 1921’de evlendi ve yeni başkent Orenburg’a taşındı. Aynı yıl Omsk’da yayınlanan ve daha sonra Petropavlovsk’a taşınan Hürriyet Bayrağı gazetesinin başına geçti ve 1922’de ‘Pedagoji’ isimli kitabını yayınladı.
 
Aynı yıl Turar Rıskulov tarafından Taşkent’e davet edilip oradaki Kazak-Kırgız Eğitim Enstitüsünde ders vermesi istendi. Cumabay, Taşkent’e gitti. Orada ‘Batır Bayan’ adlı destanı ve çeşitli Türkistan siirlerini kaleme aldı. ‘Ak Yol’ gazetesi ve ‘Şolpan’ dergisi ile yakından ilgilendi. 1922-23 yıllarında Taşkent ve Kazan’da iki şiir kitabı yayınlandı.
 
1923’de Rus Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Eğitim Komiseri tarafından Moskova’daki Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde oryantal diller dersini vermeye çağırıldı. Üniversitede ders verirken bir yandan da 1923-26 yılları arası Moskova’da Yüksek Edebiyat ve Sanat Ensititüsünde okudu. Lermontov, Gorki ve Blok gibi ünlü Rus şairlerinin yanısıra Goethe gibi Avrupalı şairlerin eserlerini de tercüme etti. Bu şiirler Moskova’da yayınlandı.
 
Cumabay, Yüksek Enstitü’nün rektörü Rus şair Brusov’dan da eğitim aldı. Brusov’un önermesiyle Lenin’den tercümeler yaptı. Ayrıca üç ciltde Kazak, Türkmen ve Özbek edebi eserlerini Rusçaya çevirdi. Bu dönemde Brusov, Cumabay’ı ‘Kazakistan’ın Puşkin’i’ diye övmekteydi.
 
Bu üretken yıllarda başka Kazak entellektüelleriyle Kazak yazarlar derneğini kurmaya azimle çalıştı. Edebi dernek kurma düşüncesi, Alaş Orda partisinin dirilmesinden endişe duyan Bolşevikler tarafından korku ile karşılandı. Dernek kurma teşebbüsü milliyetçiliğin belirtisi olarak algılandı. Bu tip iddia zamanın en ağır ideolojik suçlaması idi ve cezası genellikle idamdı.
1925’de ‘Beyaz At’ adlı şiirleri yayınlandı. 1927’de ‘Yusuf Han’ ve ‘Hikayeler’ onu takip etti. Aynı yıl Moskova’daki Enstitü’den mezun oldu ve öğretmen olarak Kazakistan’a geri döndü.
 
Cumabay vatan kavramını açıkça yazamadığı için ‘step’ kelimesini onun yerine kullanmaktaydı. Vatan aşkı step aşkına ve doğa sevgisine dönüşüyordu. Şiirlerinde ve yazılarında insanın iç dünyasını ve ruhunu doğa ile birleştirmekte ve aralarındaki sınırları silmekteydi. Şiirlerinde çok farklı boyutlarda ifade ettiği sevgi ve sevdaların vatan noktasında birleştiğini görebiliriz.
 
Yazılarında trajedya kol gezmekte, mesuliyet duygusu tarihin önemli dönüm noktalarıyla el eledir. Şiirlerinin ortak konusu tarihde ulusal kurtuluş mücadeleleriydi. Cumabay için gerçek kahraman vatanını unutmayıp hatırlayan olmuştur. Halkların ihtiyaçlarını yazılarında dile getirirken halkı sınıflara bölmemekteydi. Tabii ki bu gibi ‘hatalar’ Bolşevikler tarafından bir kenara not edildi….
 
Bu yıllarda eski dostlarının çoğu Sovyet rejiminin baskısından ve korkularından, bazıları da ideolojik olarak Moskova’ya inandıklarından dolayı Cumabay’ı terk ettiler. Kendi yazıları ve şiirleri artık yayınlanmıyordu. Kendisi ve ailesi maddi sıkıntılar çekmeye başladılar. O dertli günlerde Cumabay şöyle düşünmekteydi:
 
Ey yüreğim benim ne suçum var,
bu halkı sen sev dedin ben de sevdim
 
Mezuniyetinden sonra Petropavlovsk’a eşi ile dönen Cumabay canla başla pedagoji teknik okulu başta olmak üzere çeşitli enstitülerde ders verdi ve araştırmalarını sürdürdü. Ta ki, 1929’ a kadar. O yıl tevkif edildi. Eşi, kocasının aylarca nerede tutuklu bulunduğunu öğrenemedi. Tutuklu bulunduğu yer Karelya’ydı, Finlandiya hudutunda olan Karelya, Kazakistan’dan coğrafi olarak en uzak yerdi.
 
Cumabay masum olmasına rağmen ilk önce idam cezasına çarptırıldı, bu sonra 10 yıl hapse dönüştürüldü. Kendisi eşinin Moskova’ya yerleşmesini istedi. Orada Gorki ve eşinden yardım dilemesini önerdi. 5 yıl zarfında Züleyha, Mağcan’ı 14 kere ziyaret etti ve 1933’de daha da yakın olabilmek için Leningrad’a (bugünkü St. Petersburg) taşındı. Bu arada Gorki ve eşi ile temasa geçip durumunu bildirdi. Gorki’ni eşi Uluslararası Kızıl Haç’ın Rusya bölümünde çalışmaktaydı ve onların yardımlarıyla Mağcan Mayıs 1936’de hürriyetine kavuştu.
 
Özgürlüğü çok kısa sürdü. 1936’dan itibaren Orta Asya’nın yetiştirdiği tüm genç dinamik vatansever entellektüeller tevkif edilmekteydi. Cumabay’a, dostu olan Avezov hakkında yalan ithamlarda bulunması emredildi. Kendisi bu alçak yaklaşımı reddedince Aralık 1937’de tekrar tutuklandı. Safhası belliydi: Kendisi Orta Asya’lı Türk kardeşlerinin yanında yerini seve seve göz kırpmadan aldı. Stalin bütün milli ve Türkçü faaliyetlere meydan okumakta ve hepsini sistematik biçimde imha etmekteydi.
 
Züleyha bu sefer Cumabay’ın nerede olduğunu öğrenemedi. Ayrılırken kocası Züleyha’ya kendisinin masum olduğunu hatırlamasını ve bundan dolayı geri dönmesi gerektiğini söyledi. Bu sefer Cumabay geri dönmedi. Şubat 1938’de alınan bir kararla ikinci defa idam cezasına çarptırıldı. 19 Mart 1938’de Alma-Ata’da kurşuna dizildi.
 
Cumabay’ın tertemiz ismi ancak Stalin dönemi sona erdikten sonra 8 Temmuz 1960’da verilen bir kararla aklandı. Nazım Hikmet bu acıyı tadan sayısız mağdurlar için şiirinde şöyle bahsetmektedir:
 
Hacı oğlu Salih memleketimdendi,
Karadeniz'den.
Kocaman gözlü, kocaman burunluydu,
dazlaktı,
komünistti on dokuzdan.
Dövüştü,
hapse düştü,
yattı Ankara'da, Kırşehir'de
sonra geçti bu yana,
yani ikinci vatana.
Baytardı . Kirofabat köylerinde hasta keçilere baktı.
Yıllar, eğrilen bir yün ipliği gibi aktı
namuslu, çalışkan parmaklarından.
Sonra, 49'da Moskova'da, Martın onuncu gecesi,
oturmuş Engels'i okuyordu,
geldiler, götürdüler,
sürdüler Altay Bucağına.
Ne bir dağ devrildi içinde, hatta ne bir toprak parçası kaydı.
Yalnız inme indi sağına,
altmış yedi yaşındaydı.
Altı yıl, Hacı oğlu Salih
kutladı İnkılabın yıldönümünü
tel örgüler ve kurt köpekleriyle çevrili.
Ve öldü bir bahar günü
elli kişilik barakasında.
Bu akşam Moskova'da bayram eyledik,
kutladık İnkılabın yıldönümü:
Dolaştı türkü söyleyerek meydanları Marks
Engels
Lenin
ve Temize çıkma kağıdı Salih'in...
 
Mağcan Cumabay 1920’lerde Kazak yazarları ile yazıştığında kendi dilini önemsiyor ve korunmasını istiyordu. Moskova’da 1925 yılında kurduğu ‘Alka’ adlı edebiyat derneğinin asıl amacı zaten buydu. Aynı zamanda Nazım Hikmet de o yılları ve kendi diline duyduğu müthiş sevgiyi ve saygıyı Kuvayı Milliye şiirinde dile getirmekteydi.
 
Kardeşim,
sana bu mektubu Ankara'da Kuyulu kahvede yazıyorum.
Hep aynı Anadolu havalarını çalıyor gramofon
                     kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla,
Dışarda yağmur...
Mektepten istifa ettim.
Cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle.
Çocuklarımıza Türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
              dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
                                                       kendi dillerini,
                                                                güzel şey,
                                                                  büyük şey.
Fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cehpede
                                                            daha büyük
                                                            daha güzel.
 
Anadolu’da Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk’ün ateşle imtihanında Cumabay Atayurt’dan Çanakkale’ye, İnönü’ye ve de Sakarya’ya seslenmiştir. Belki de en ünlü eseri olan ‘Uzaktaki Kardeşime’ adlı şiirinde ilk olarak Kazak halkının cefasını belirtir:
 
Kurşunlar genç yüreğime saplandı
Günahsız taze kanım su gibi aktı
Kansız kaldım, kurudum, bayıldım
Karanlık, hapse sıkıca kapattı
 
Daha sonra şiirin sonunda, Anadolu Türk’ünün muharebesine değinirken Kazaklar ile öz kardeş olduklarını ve ortak hareket etme zorunluluğunu izah eder. Özenle altını çizdiği gerçek Türk topluluklarının dağınıklığından dolayı yabancıların işgaline maruz kalınmasıdır. Bu ezikliği ve hicran yarasını tüyler ürperten acıyla vurgular:
 
Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda
Kederden kan yutuyoruz. Bizim adımıza
Yaraşır mı kul olup durmak. Gel gidelim
Altay’a, ata mirası altın tahta

Cumabay bütün Türk boylarının ortak olduğu hakikatini ‘Türkistan’ şiirinde kendine vazife etmiştir. Şiirinde ortak hayat tarzı, Turan’ın doğal güzellikleri ve kazanılan zaferlerden bahsederken, Türk halklarını ortak tarihini hatırlamaya ve mazideki altın çağa dönmeye davet eder:

Bu Turan ezelden Alaş yeridir
Turansız gün göremez Alaş
Turan’ın toprağında dinçlik alır
Alaş’ın Arslanı Abılay Han.

Turan’ın sarı arkasına ayrı deme
Turan altı Alaş’a gebe olmuştur
Turan’ın toprağın kucaklayıp yatar
Geçmiş kahramanı kök yeleli Kene

Çok özlese kim aramaz doğduğu yeri
Tulpar da özlemez mi doğduğu yeri?
Arkanın en saygılı kalın Alaş
Turan da bile bilsen senin yerin.
 
Doğumunun yüzüncü yılı olan 1993’de, Mağcan Cumabay Kazak Devleti tarafından özel bir anma programı ile tüm yurtta anıldı. Petropavlovsk şehiri başta olmak üzere Kazakistan’da çeşitli okul ve caddelere adı verildi. Her yıl kendi adını taşıyan edebiyat ödülleri verilmektedir.
1938’de Türklüğü ile gurur duyan, sadece halkını ve vatanını sevmekten dolayı, genç yaşta hayata veda eden Cumabay başta Kazak ve Türk halklarının gönlünde yaşamaktadır. Stalinist baskı rejimi Mağcan Cumabay’ın bedenine sahip olup, canını almıştır. Bu tarihi bir gerçektir. Ama ruhu, canından öz sevdiği topraklarda ilelebet yaşayacaktır.
 
Takvime bakarsak bugünün tarihinin 31 Mayıs olduğunu göreceğiz. Her 31 Mayıs’da katledilen Kazak evlatlarını hatırlamakla, Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in Mağcan Cumabay’ın hep öne çıkardığı asıl kahraman profiline sahip olduğu söylenebilir: Vatanını unutmayıp hatırlayan.