Şehir Savaşları Neden Zor?

Güvenlik uzmanları, artan dünya nüfusu ve kentleşme oranları dikkate alındığında yakın gelecekte yaşanacak çatışmalarda kentsel alanların öne çıkacağını önemle vurgulamaktadır. Bu yüzden ordular, yaşanmış çatışmalardan ders alıp hem teçhizatlarını hem de talimnamelerini gelecekteki çatışmalar için güncellemektedir. Talimnameler her ne kadar ordular için önemli olsa da askerin sahada çarpışmaya girdiği coğrafya ile talimnamelere konu olan coğrafya arasında zaman zaman farklılıklar bulunabilmektedir. Çünkü öngörülemezlik ve bilinmezlik gibi etkenler her çatışma ortamını özel hale getirmektedir.

 

Teröristler Sivilleri Kullanıyor
Kırsal alanda yürütülen hemen hemen her türlü savaşta ordulara sağlanan yakın hava desteğinin kentsel alandaki savaş şartlarında yok denecek kadar azalması ve hatta imkânsız hale gelmesi sahada ilerleyen piyade güçleri açısından ateş desteğinden yoksun olma anlamına gelmektedir. Yakın hava desteğinin kullanıl(a)mamasının birinci sebebi bölgede yoğun insan nüfusunun bulunmasıyken; ikinci sebebi de teröristlerin nasıl bir silah envanterine sahip olduklarının net olarak bilin(e)memesidir. Çünkü kentin sokaklarında ve caddelerinde operasyon yürüten askerlere destek sağlayacak olan helikopterlerin açık hedef haline gelmesi ihtimal dâhilindedir. Ayrıca kentsel alanlarda çatışma kısa mesafelerde meydana geldiği için sahadaki güçlerin yakın hava desteğinin dost ateşine maruz kalma tehlikesi de bulunmaktadır.

Kentsel alanda var olan yoğun sivil nüfus, teröristlerin sivillerin arasına karışarak bu ortamdan yararlanmasına neden olurken güvenlik güçlerinin işini de dost-düşman ayrımı yapma noktasında zorlaştırmaktadır. Bu noktada ise istihbarat ve hedef tespit/teşhis mekanizmasının kesintisiz işlerliği öne çıkmaktadır. Kentsel alandaki operasyon coğrafyası siviller ile iç içe bulunduğu için vurulması gereken hedefin çok iyi tespit edilmesi gerektiği aşikârdır. Eğer içeride yerel bir temas ya da saha elemanı (insan istihbaratı) yoksa operasyon coğrafyasına dair istihbarat akışından mahrum kalınabilir. Bu mahrumiyet operasyon coğrafyası üzerinde uçurulacak insansız hava araçları (İHA) veya keşif uyduları ile telafi edilmeye çalışılsa da, bu telafi mekanizması sadece taktik bağlamda bir istihbarat sağlayacaktır. Ayrıca DAEŞ ile mücadele sürecinde de görüldüğü üzere, yüz milyonlarca dolar harcayarak uzaya gönderdiğiniz uydunuzun sıradan bir otomobil veya kamyon lastiğinin yakılması sonucunda ortaya çıkan yoğun siyah duman nedeniyle zaman zaman görüntü alması engellenebilmektedir. Bu yüzden, operasyon coğrafyasında istihbarat için sadece teknolojiye güvenmek de iyi bir çözüm değildir.

Hâlihazırda Suriye’de devam eden çatışma süreci iç savaş olarak ortaya çıkmış ve günümüzde farklı aktörlerin yer aldığı bir sürece dönüşmüştür. Çatışmalar hem kırsal hem de kentsel alanda meydana gelirken yaşanan çatışma sürecinin özellikle asimetrik ve hibrit seviyelerde cereyan ettiği görülmektedir. Savaş alanındaki aktörlerin sahip olduğu savaş teknolojisi ise savaş alanını şekillendirme noktasında oldukça önemli bir değişken haline gelmiştir. Suriye’nin kuzeyinde Ayn el-Arab’ta yaşanmış çatışmaları, devam eden Fırat Kalkanı Harekâtı’nı ve el-Bab operasyonunu, DAEŞ’e karşı Musul’da yürütülen mücadele sürecini ve muhtemel Rakka operasyonunu dikkate aldığımızda kentsel alanda savaş meselesinin Ortadoğu’daki savaş alanında yaşanan dönüşümü anlamamız açısından önemli olduğu görülmektedir.

 

Koalisyon Güçlerinin Rolü
Fırat Kalkanı Harekâtı çerçevesinde, 9 Aralık 2016 tarihinde, TSK destekli ÖSO güçlerinin harekete geçirilmesiyle başlayan, el-Bab’ın DAEŞ’ten kurtarılmasına yönelik operasyon hâlâ devam etmektedir. el-Bab’ın alınması durumunda Suriye topraklarındaki DAEŞ varlığı ülkenin doğusunda sıkışıp kalacaktır. el-Bab operasyonunda 500’den fazla DAEŞ mensubu öldürülürken 600’ü aşkın el yapımı patlayıcı (EYP) etkisiz hale getirilmiştir. Operasyonun hâlâ devam etmesinin ve bu yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla el-Bab’ın henüz alınamamış olmasının başlıca sebepleri ise bölgedeki kötü hava şartları, koalisyon hava kuvvetlerinin destek vermemesi, ABD’nin Rakka operasyonunu bahar aylarına ertelediğini duyurmasıyla birlikte Rakka’dan el-Bab’a destek amaçlı gelen yeni DAEŞ unsurları ve el-Bab’taki yoğun sivil nüfus nedeniyle TSK’nın insani hassasiyetleri üst düzeyde tutarak operasyonu sürdürmesidir.

Kentteki sivil nüfus hem TSK birliklerinin ateş desteğini kısıtlamakta hem de ÖSO güçlerinin ilerleyişini yavaşlatmaktadır. Kentteki sivil nüfusu kendisi için önemli bir kalkan olarak gören DAEŞ, geçtiğimiz günlerde kentten kaçmaya çalışan 30 sivili de öldürmüştür. Ayrıca operasyon sahasından yansıyan karelere bakıldığında terör örgütü tarafından kullanılan EYP’lerin oldukça profesyonel şekilde hazırlanıp yerleştirilmesi piyade güçlerinin ilerleme hızını yavaşlamaktadır.

Diğer taraftan Irak’ın güvenlik güçleri ve peşmerge tarafından yürütülen Musul Operasyonu ise el-Bab operasyonundan daha farklı bir görüntü arz etmektedir. Musul, tarihî açıdan derin bir geçmişi olan büyük bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkarken sahip olduğu coğrafyayla da kente girecek güçler için oldukça zorlu bir savaş alanı teşkil etmektedir. Daralan sokaklar, kenti ikiye ayıran nehir ve yaklaşık iki buçuk yıldır kontrolü elinde tutan DAEŞ’in kenti avucunun içi gibi biliyor oluşu, başlıca zorluklar olarak sıralanabilir. Ayrıca DAEŞ’in kenti uzun bir süredir elinde tutuyor olabilmesini az bir oranda da olsa yerel nüfustan aldığı desteğe bağlamak mümkündür. Çünkü sivil nüfus arasından DAEŞ’e yönelik en küçük destek bile mücadele sürecini zorlaştırmaktadır.

Diğer yanda ise Irak ordusunun kentsel alanda operasyon yürütebilecek eğitime ve teçhizata sahip olmayışı önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar Irak ordusunun kentsel alanda savaş konusuna dair gerekli eğitimi aldığı söylense de ABD’li bir komutanın “Irak ordusunun operasyon esnasında kentsel alanda savaşı öğrenmeye başladığını” belirten açıklamasını ve aynı Irak ordusunun 2,5 yıl önce geri çekilerek Musul’u DAEŞ’e teslim ettiği süreci unutmamak gerekir. Musul, sahip olduğu 1 milyonu aşkın nüfusuyla DAEŞ’e karşı mücadelede ciddi bir insani tehdit yaratmaktadır. Kentin 10 Haziran 2014 günü DAEŞ’in kontrolüne geçmesi ve DAEŞ’in eline geçtikten sonra da Ebubekir el-Bağdadi tarafından 4 Temmuz 2014 günü halifeliğin ilan edildiği yer olarak öne çıkması, Musul’un DAEŞ tarafından neden şiddetli bir şekilde savunulduğunu açıklamaktadır. Şimdiye kadar devam eden çatışmalarda ise 2 binden fazla DAEŞ mensubu terörist öldürülürken Irak tarafının ise 5 binden fazla askerini ve milisini kaybettiği söylenmektedir. Musul’da hâlihazırda sürmekte olan operasyonun henüz Musul kent merkezine ulaşmamış olmasına rağmen her iki tarafın vermiş olduğu kayıpların oldukça yüksek olması yaşanan çatışmanın şiddetini anlamak açısından önemlidir.

 

Asimetrik Güvenlik Ortamı
Ortadoğu coğrafyasında asimetrik karakterli politik durumun ve güvenlik ortamının TSK tarafından dikkate alınıp ona göre hazırlık yapılması gerekliliği, yirmi birinci yüzyılda Ortadoğu coğrafyasında gerçekleşen pek çok savaşta ve çatışmadan sonra açık bir olgudur. Çünkü bölge ülkelerindeki kentsel alanlarda yaşanan nüfus artışı, radikalleşmeyi tetikleyici unsurlar olan çatışma ortamları; bölge ülkelerinin sosyal, kültürel ve ekonomik durumları, eğitim seviyesi, işsizlik rakamları, kırılgan devletler ve küresel terörizm endekslerinde Ortadoğu ülkelerinin mevcut sıralamalarının düşüklüğü gibi parametreler göz önüne alındığında, Türkiye’nin yakın havzasında ortaya çıkacak çatışmaların nasıl bir alt yapı üzerinde ve ne tür bir coğrafyada meydana geleceği de şekillenmektedir. Muhtemel çatışmaların ve bu muhtemel çatışmalara yönelik gerçekleştirilebilecek insani müdahalelerin veya üçüncü devletlerin bölgede yaşayan vatandaşlarını kurtarmak için yapacağı tahliye operasyonlarının da kentsel alanlarda gerçekleşeceği artık göz ardı edilemez bir realite haline gelmiştir.

 

Bu yazı “Şehir Savaşları Neden Zor?” başlığı ile Karar internet sayfasında yayınlanmıştır.