Sınıraşan Sular Hukukunda Yer Alan Birtakım Çelişkiler

Dr. Seyfi KILIÇ, ORSAM Su Araştırmaları Programı Danışmanı, Aksaray Üniversitesi U.İ.B.
Bu çalışmada Birleşmiş Milletler Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin 1997 tarihli Sözleşme[1] ile Sınıraşan Akiferler Hukuku başlıklı 63/124 sayılı ve 15 Ocak 2009 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı[2] karşılaştırılacak ve temelde yer alan bir takım farklılıklar ortaya konmaya çalışılacaktır.   Hukuki bağlayıcılık açısından uluslararası bir sözleşme ile Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı arasında karşılaştırma yapılamayacağı açıktır. Ancak burada amaçlanan her iki metnin ruhunun ve ele aldığı konuda ortaya koyduğu yaklaşımların karşılaştırılmasıdır.
2009 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı ile Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin 1997 tarihli Sözleşme’nin hukuki bağlayıcılıkları arasında kısa bir değerlendirme yapılırsa, Sözleşme’nin bağlayıcılık kazanabilmesi için 35 ülke tarafından onaylama, kabul ya da uygun bulma yollarından biri ile iç hukuklarına dahil edilmesi gerekmektedir. Nisan 2011 itibariyle 23 ülke sözleşmeye taraf olmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararları ise birkaç kuraldışılık istisna olmak üzere, üye devletlere yönelik olanların büyük bir kısmı tavsiye niteliğindedir ve herhangi bir andlaşma, sözleşme ya da protokole göre bir üstünlüğü bulunmamaktadır.[3]   1997 Sözleşmesi gerek bir B.M. kuruluşu olan Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun gerek hükümet-dışı bir kuruluş olan Uluslararası Hukuk Derneği’nin çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış bir metindir. Bu durum Sözleşme’nin giriş kısmında da belirtilmiş ve uluslararası hükümet-dışı ve hükümetler arası örgütlerin, uluslararası hukukun kodifikasyonuna yaptıkları katkılar takdir edilmiştir.   21 Mayıs 1997 tarihinde B.M. Genel Kurulu’nda kabul edilen bir kararla imzaya açılan sözleşme 20 Mayıs 2000 tarihine kadar imzaya açık tutulmuş bu tarihten sonra da onaylama, kabul ya da uygun bulma yollarından biri ile de taraf olunabileceği belirtilmiştir.   Uluslararası Suyollarından Ulaşım Dışı Amaçlarla Faydalanmaya İlişkin Sözleşme’nin 2. maddesi (a) fıkrasında suyolunun tarifi bulunmaktadır. Bu tarife göre yüzey ve yer altı sularının birbirleri ile ilişkili bir şekilde oluşturdukları “bütün”, suyolu olarak tanımlanmaktadır. Aynı maddenin (b) fıkrasında ise birden fazla devletin ülkesinde yer alan suyollarının uluslararası suyolu olduğu belirtilmiştir.   Sözleşmenin 5. maddesi hakça ve makul kullanım ve katılım başlığı taşımakta ve taraf devletlerin ülkesi içinde yer alan uluslararası suyollarından makul ve hakça bir şekilde faydalanması gerektiğini ve aynı zamanda bu faydalanmanın optimal ve sürdürülebilir bir bakışla ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır.   Sözleşme’nin 6. maddesi makul ve hakça kullanımı etkileyen unsurlara ayrılmıştır. Bu unsurların her birinin eşit değerde olduğu da ayrıca belirtilmiş. 7. maddede önemli zarar vermeme yükümlülüğü düzenlenmiş ve devletlerin uluslararası bir suyolundan faydalanması sırasında diğer suyolu devletlerine önemli zarar vermemek amacıyla tüm önlemleri almak zorunda olduğu vurgulanmıştır. Sözleşmenin 8. maddesinde suyolu devletlerinin egemen eşitliği, toprak bütünlüğü, karşılıklı fayda ve iyi niyetle işbirliği içinde olmaları gerektiğini düzenlemektedir.   Sözleşme planlanan önlemler başlığı taşıyan 3. bölümde uluslararası suyoluna ilişkin faydalanmalara yönelik oldukça ayrıntılı bir bildirim süreci öngörmektedir. Uluslararası suyolu üzerinde bir geliştirme faaliyetinde bulunmayı planlayan bir devlet, diğer suyolu devletlerine zamanında bildirimde bulunmak zorundadır. Bu bildirim gerekli teknik veri ve çevresel etki değerlendirmesini de içermelidir. Sözleşmeye göre bildirimi alan devlet devletin cevap vermesi için özel durumlarda ek bir 6 ay olmak üzere, 6 ayı bulunmaktadır. Bu sırada ise bildirimi yapan devlet herhangi bir faaliyette bulunamamaktadır. Bu düzenlemeler ise faydalanma eylemine, diğer kıyıdaşlara bir çeşit veto hakkının verilmiş olması, devletin egemenliğine halel getirdiği için ciddi bir şekilde eleştirilmektedir.
Oldukça ayrıntılı ve uzun olan Sözleşme’nin 33. maddesi ise anlaşmazlık durumlarındaki süreci düzenlemektedir. Anlaşmazlıkların ya Uluslararası Adalet Divanı ya da hakemlik yoluyla çözüme kavuşacağı hükme bağlanmıştır. Sözleşmenin toplam 37 maddesi ve hakemliği düzenleyen ekinde de toplam 14 madde bulunmaktadır.
15 Ocak 2009 tarihli ve 63/124 sayılı B.M. Genel Kurul Kararı ise Sınıraşan Akiferler Hukuku başlığını taşımaktadır. Bu karar üye ülkelere tavsiye niteliği taşımakta ve bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Ancak kararın giriş kısmında, daha sonra bu temel üzerine bir sözleşmenin oluşturulmasının da değerlendirilmesi istenmektedir. Bu açıdan karar, uluslararası bir teamül oluşturması da muhtemel bir karar olarak değerlendirilmelidir.
İlgili kararın en önemli özelliği ise 14 Aralık 1962 tarihli ve 1803 sayılı B.M. Genel Kurul Kararı’na atıfta bulunarak, devletlerin doğal kaynakları üzerindeki mutlak egemenliğini tanımasıdır. Benzer şekilde Genel İlkeler başlığını taşıyan 2. kısım içinde bulunan 3. maddede de akifer devletinin, akiferin kendi toprakları içinde bulunan kısmından yararlanmasının egemenlik hakkı olduğu ve bu hakkı, uluslararası hukuk ve diğer maddeler ile uyumlu olarak kullanacağı hükmü yer almaktadır.
Sınıraşan Akiferler Hukuku’nda da tıpkı B.M. Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin Sözleşme’sinde olduğu gibi makul ve hakça kullanımı etkileyen faktörler sıralanmaktadır. Ancak Sınıraşan Akiferler Hukuku başlığı taşıyan Genel Kurul Kararı’nda 1997 Sözleşmesi’nden ayrı olarak sınıraşan akiferlerden farklı biçimde faydalanmaları da temel insan ihtiyaçlarına özel önem verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Farklı kullanımlar arasında bu tür bir ayrımcılık, B.M. Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin Sözleşme’sinde bulunmamaktadır.
Gerek 1997 Sözleşmesi’nde gerek Sınıraşan Akiferler Hukuku Taslağı’nda devletlerin ulusal savunma ve güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde bilgi vermelerinin söz konusu olmadığı, ancak devletlerin iyi niyetle mümkün olan bilgiyi taraflarla paylaşması gerektiği belirtilmektedir.
Sonuç olarak, her iki belgenin temelde ayrıldığı nokta, devletlerin egemenlik hakkına yaptıkları vurgudur. 1997 Sözleşmesi devletlerin uluslararası suyolları üzerindeki egemenliğine, faydalanma eylemlerini diğer kıyıdaşların rızasına bırakarak bir takım kısıtlamalar getirirken, sınıraşan akiferler hukuku taslağı devletlerin kaynakları üzerindeki egemenliğini gerek başlangıç kısmında gerek 3. maddede özellikle vurgulamaktadır. Gözden kaçmaması gerekn bir diğer önemli konu ise 1997 Sözleşmesi’nde “uluslararası” olarak ele alınan birden çok ülkenin toprakları içinde yer alan suyollarının 2009 tarihli taslakta sınıraşan olarak ele alınmasıdır.
  Kaynaklar [1] Sözleşmenin tam metni için bkz., http://internationalwaterlaw.org/docum
ents/intldocs/watercourse_conv.html. [2] Kararın tam metni için bkz., http://internationalwaterlaw.org/docum
ents/intldocs/UNGA_Resolution_on_Law_of_Transboundary_Aquifers.pdf [3] Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararlarının bağlayıcılığı hakkında daha geniş bilgi için bkz. Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, I. Kitap, 1995, s.269.