Suriye'deki Gelişmelerin Işığında Suudi Arabistan'ın Bölgesel Politikaları

Nebahat Tanrıverdi O, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı, nebahattanriverdi@orsam.org
2010 Aralık ayı itibari ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesini saran halk hareketleri dalgası, bölgedeki ülkelerin bu bağlamda politikalar üretmesine neden olmuştur. Yapısal anlamda benzer riskler taşıyan Körfez ülkeleri protesto gösterilerinin kendi ülkelerine sıçrama potansiyelini hesaplayarak kamu harcamalarını ve sosyal projeleri arttırmış, öncü gösterileri kuvvet kullanarak bastırma yoluna gitmiş ve zayıf da olsa siyasi reform çalışmalarına yönelmiştir. 2011 sonbaharında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’de yapılması planlanan seçimler, seçim yasalarındaki sınırlı düzenlemeler ve özellikle Suudi Arabistan’da kadın seçmenlerin dört yıl sonraki seçimlerde oy kullanabileceklerine dair açıklamalar bu yöndeki eğilimi göstermektedir.    Bu noktada Körfez İşbirliği Konseyi’nin en güçlü üyesi ve lokomotif gücü olarak görülen Suudi Arabistan’ın son gelişmeler karşısında geliştirdiği yaklaşım pek çok bakımdan önemlidir. Tunus ve Mısır’daki gelişmelerin ardından, Suudi Arabistan’ın bölgede yayılma potansiyeli taşıyan demokratik halk hareketleri sürecini yavaşlatmak adına öncü adımlar atmaya çalıştığı söylenebilir. Genel itibari ile Suudi Arabistan, Tunus ve Mısır’da ani iktidar değişikliği ile sonlanan ve Arap Baharı olarak adlandırılan halk hareketleri dalgasının Körfez bölgesine ulaşmasını kendi iktidar ve rejimi açısından bir güvenlik tehdidi olarak algılamıştır. Mart ayında Bahreyn’deki gösterileri sonlandırmak için Suudi Arabistan’ın Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt birliklerinin de yer aldığı Körfez Kalkanı birlikleriyle ülkeye girmesi, güvenlik algısındaki keskinleşmeyi net bir şekilde göstermektedir. Öte yandan Bahreyn ve Umman’a sosyal projeler kapsamında harcanması koşulu ile mali yardım sağlanması da benzer yaklaşımın uzantısı niteliği taşımaktadır. Suudi Arabistan’ın bu politikaları Körfez ülkeleri ile sınırlı kalmamış, mali yardımlar Mısır ve Ürdün’ü de içine almış, bu çerçevede Ürdün’e 400 milyon dolarlık mali destek sağlanmıştır.    Kuzey Afrika’daki iktidar değişiklikleri bölge dengeleri açısından ani değişiklik riskini de beraberinde getirdiği için Suudi Arabistan tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştır. Halk hareketlerinin Körfez ülkelerine yayılma ve iç dinamikler üzerinde rejim aleyhine etki yapma olasılığının yanı sıra, bölgesel dengelerin de benzer bir şekilde değişmesi Riyad tarafından arzulanan bir durum değildir. Suudi Arabistan’ın bu yaklaşımı Yemen’de “yumuşak geçiş” inisiyatiflerinde daha net bir şekilde ortaya çıkarken, Bahreyn’de muhalefetin bastırılması ve Sünni azınlık monarşisinin korunması şekilde kendini göstermektedir. Bölgesel güç dengelerindeki değişiklik ve istikrarsızlık karşıtı politikalar olarak değerlendirilebilecek bu yaklaşım, ülkelere göre politika geliştirilmesi ve her durumun farklı ele alınmasına neden olmaktadır.    Suudi Arabistan ile Suriye ilişkilerinin tarihsel arka planına bakıldığında genel itibari ile iki ülkenin pragmatik işbirliği çerçevesinde ilişkilerine yön verdikleri görülecektir. 1970’lerin sonunda Suudi Arabistan’ın ve diğer Körfez ülkelerinin yılda toplam 1,6 milyon dolar sağladığı düşünülürse, Suriye’deki Baas rejiminin Nusayri azınlığa dayanması, Suriye’deki Müslüman Kardeşlere baskı uygulanması ya da Arap-İsrail barış görüşmelerinde oynadığı olumsuz rolün Riyad-Şam ilişkilerinde belirleyici olmadıkları söylenebilir. 2005 yılına kadar bu doğrultuda ilerleyen ilişkiler açısından en büyük kırılma noktası ise Lübnan’daki örtülü, Suriye-Suudi Arabistan işbirliğine büyük zarar veren Refik Hariri suikastıdır. Refik Hariri suikastı sonrası, Riyad’dan doğrudan bir suçlama ile karşı karşıya kalmayan Suriye, Suudi Arabistan’ın ABD ve Avrupa ziyaretleri sonrası dolaylı yoldan bir batı ittifakı ile karşılaşmış ve süreç Hariri Suikastı’nın incelenmesi için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması ve Suriye’nin Lübnan’dan tamamen çekilmesi ile sonuçlanmıştır. 2005 yılı ve sonraki dönemde Riyad ve Şam arasında sert açıklamalar ile su yüzüne çıkan gergin bir ilişki dönemi yaşanmıştır. Gerginlik 2009 sonu itibari ile yumuşamaya başlamış, iki devlet arasında resmi temaslar ve işbirliği artmaya başlamıştır. Yemen’deki gelişmeler karşısında Suriye’nin Suudi Arabistan politikalarını destekler nitelikteki açıklamaları ve nihayetinde Lübnan’da gerçekleştirilen tarihi zirve ve yakın zamanda Suriye’nin Bahreyn’deki protesto gösterileri ardından Körfez İşbirliği Konseyi’ne bağlı Körfez Kalkanı Birlikleri’nin Bahreyn’e yaptığı askeri müdahalede Suudi Arabistan’dan yana tavır sergilemesi bu durumun en net göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.    Libya’daki aşiretler arası çatışma ile birlikte “kansız” başlayan bölgesel değişim “şiddet, çatışma ve iç savaş” unsurlarını barındırmaya başlamış, bu durum Mart ortası itibari ile Suriye’ye sıçramıştır. Değişim talebinde bulunan halk ile rejim arasındaki mücadelede kayıpların artması ve askeri güç kullanılması uluslararası tepkilerin ve reform çağrılarının artmasına neden olmuştur. 6 Ağustos’ta Körfez İşbirliği Konseyi Suriye’de “akan kanın durdurulması ve acilen reform yapılması” çağrısında bulunmuş, 8 Ağustos’ta ise Suudi Arabistan Şam Büyükelçisi’ni geri çağırmıştır. Suudi Arabistan parlamentosu, 8 Ağustos’ta gelen açıklamaların ardından BM Güvenlik Konseyi, Arap Ligi ve Körfez İşbirliği Konseyi kararlarını işaret ederek Suriye’yi kınamıştır. Suudi Arabistan’ın geleneksel politikalarına bakıldığında önemli bir çıkış olarak kabul edilebilecek açıklamaları da içeren bu adım, Bahreyn ve Yemen’deki gelişmelerin ardından artan İran-Suudi Arabistan gerginliğini daha ileri noktalara taşımaktadır. Öte yandan uzun süredir sessiz kalmakla suçlanan Suudi Arabistan başta olmak Körfez ülkelerinden Suriye konusunda adım atmaları beklenmekteydi. Bu noktada özellikle bölgede etkinliği artan İran için hem lojistik hem de müttefik kayıp olarak değerlendirilen Suriye’de rejim değişikliği ile sonuçlanabilecek sürecin Suudi Arabistan lehine bir gelişme olacağı öngörüsü ile birlikte, mezhep temelli gerginliğin artması, Hizbullah’ın geliştireceği yaklaşım ve bölgesel güç değişikliğinin sonuçları Riyad’ın sert politikalar üretmesine engel olmaktaydı. Ancak OPEC bakanlar toplantısında Suudi Arabistan’ın dünya petrol fiyatlarını düşürmek amacıyla petrol üreticilerin üretim kotalarını artırmaya yönelik politikaları karşısında Irak, İran’dan yana tutum sergilemiştir. İran’ın, Suudi Arabistan’ın kota artırma inisiyatifini boşa çıkarması, OPEC’te güçlü bir konuma sahip olan Suudi Arabistan için “piyasa gücü” kaybını temsil ettiği kadar, Riyad açısından bölgedeki dengelerin İran lehine değişim gösterdiğinin önemli bir işareti olarak da okunmaktadır. Dolayısıyla Suriye’deki gelişmelere yönelik Suudi tavrını ve politikalarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.  

Beş aylık sessizlikten sonra ve Suudi siyasi elitinin de Suriye konusunda net karar alamadığı söylentileri arasında Suudi Arabistan’dan gelen açıklamalar ve hamleler bu bakımdan büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda Suriye üzerindeki uluslararası baskının artmasının amaçlandığını söylemek yerinde olabilir. Esad iktidarını ve rejimi doğrudan hedef almayan ve reform yönünde çağrıları yineleyen Suudi Arabistan’ın tavrı halen geleneksel dış politika sınırları içerisinde kalmaya devam etmektedir.