Suriye İç Savaşında Yeni Aşama: Vekil Savaşından Doğrudan Çatışmaya

Suriye iç savaşı askeri açıdan bakıldığında 2015 yılı sonuna kadar tam bir kördüğüm halini almıştı. Bu dönemde ne muhaliflerin rejimi devirebildiği ne de rejimin muhalifleri tam anlamıyla yok edebildiği bir askeri denge ortaya çıkmıştı. Bu dengeyi bozan kritik gelişme Rusya’nın iç savaşa rejim safında doğrudan askeri müdahalesi oldu. Rusya’nın Suriye ordusu ve İranlı milislere verdiği hava ve istihbarat desteği rejimin hayati çıkar alanları olarak gördüğü Lazkiye, Halep ve Humus vilayetlerinin kırsalındaki muhalif varlığını ya ortadan kaldırdı ya da zayıflattı. Ancak Rusya bu süreçte çok daha kritik bir adım attı ve Suriye’de çözüm adına iki bölgesel güç Türkiye ve İran’ı yanına alarak hareket etmeye başladı. Üç ülkenin garantörlüğü altında hayata geçirilen Astana Süreci ile rejim ve muhalifler arasında önce ateşkes ve sonrasında Şam, Humus, Hama ve İdlib’te muhaliflerin kontrolü altındaki alanlar çatışmasızlık bölgesi ilan edildi. Suriye askeri sahnesinde en etkili üç ülkenin işbirliği sahada somut sonuçlar vermeye başladı. Muhalifler ile savaşı donduran Rusya liderliğindeki kamp IŞİD ile mücadeleye odaklandı ve Irak sınırına doğru ilerlemeye başladı. Bu süreçte ABD/YPG ittifakı ile Rusya/İran/Rejim arasında Deyr ez Zor’un alınması konusunda bir yarış yaşandı. Bu yarışı Rusya ittifakı kazansa da ABD/YPG de Rakka’dan güneydoğuya doğru ilerleyerek hem coğrafi hem de ekonomik açıdan büyük öneme sahip olan Fırat’ın doğusunda kalan yerleşimleri ele geçirdi. Böylece iki kamp arasında Fırat Nehri’nin fiili sınır oluşturduğu bir denge ortaya çıktı. Rejim kanadı bu dengeyi birkaç kez bozmak adına Fırat’ın doğusuna geçme girişiminde bulunsa da ABD’nin sert yanıtı karşısında onlarca savaşçısını kaybeden rejim ve müttefikleri geri çekilmek zorunda kaldı.

Suriye’nin doğusunda dengenin oluşması ile rejim ve müttefikleri çatışmasızlık bölgesi olarak ilan edilen İdlib, Halep, Hama, Humus kırsallarına ve Doğu Guta’ya yöneldi. Öncelikle İdlib’in doğusunda kalan bölge rejim tarafından ele geçirildi. Bunu Hama, Humus kırsalı ve son olarak Doğu Guta’nın Şam’ın kontrolüne geçmesi izledi. Suriye ordusu ülkenin orta bölümünde kalan tüm muhalif alanlarda kuşatma ve muhalifleri/sivil halkı barışa zorlama taktiği izledi. Uluslararası toplum ve Körfez ülkelerinin de ilgisini büyük ölçüde kaybettiği bir ortamda direnme gücü olmayan muhalifler ateşkes anlaşmaları yaparak bu bölgelerden çıkarak Türkiye’nin kontrolü altındaki Fırat Kalkanı ya da İdlib çatışmasızlık bölgesine geçti.

Bu süreçte Türkiye de Suriye’deki birinci önceliği haline gelen YPG terörüyle mücadele konusunda elini güçlendirecek adımlar attı. Rusya ile koordineli şekilde götürülen Fırat Kalkanı Harekatı sayesinde Türk ordusu ve muhalifler Azaz ve Cerablus arasında kalan ve güneyde el-Bab’a kadar uzanan bölgede kontrolü ele geçirdi. Fırat Kalkanı Harekatı ile derinliği olmayan bir alan ele geçirilmiş olsa da YPG’nin kuzey Suriye’de bütüncül bir coğrafyada kontrol sahibi olmasının engellenmesi ve ilerde bu alanın doğu-batı yönlü olarak genişleme potansiyeli nedeniyle kritik bir hamleydi. Türkiye yine Astana sürecinin parçası olarak İdlib çatışmasızlık bölgesinin sınırlarında askeri gözlem noktaları kurmaya başladı. İlki Ekim 2017’de kurulan ve toplamda 12 olması öngörülen gözlem noktalarının inşası Mayıs 2018 tarihi itibarıyla sonuçlandı. Böylece İdlib fiilen Türk nüfuz alanının bir parçası haline dönüştü. Türkiye gözlem noktalarını kurmaya devam ettiği süreçte Zeytin Dalı Harekatı’nı gerçekleştirerek Afrin ilçesinin tamamını YPG’den temizleyerek kontrolü ele geçirdi. Afrin operasyonu ile Fırat Kalkanı ile İdlib arasında coğrafi bağlantı sağlanmış oldu ve en nihayetinde İdlib’in batı ve güney kırsalından başlayarak Afrin, Azaz, el-Bab ve Cerablus yerleşimlerimi içine alarak Fırat Nehri’ne kadar uzanan alanda Suriyeli muhaliflerin kontrolünde bir Türkiye nüfuz alanı ortaya çıkmış oldu.

Suriye’nin güney cephesinde ise Rusya, ABD ve Ürdün işbirliğinde Kasım 2017 tarihinde diğer bir çatışmasızlık bölgesi oluşturulmuştu. Böylece ABD, İngiltere ve Ürdün nüfuzu altında bir muhalif cep ortaya çıkmıştı. Bütün bu gelişmeler neticesinde Suriye’nin orta bölümlerinde rejimin kontrolü tamamen ele geçirdiği ve çatışmayı Türkiye, Irak ve Ürdün sınırlarında kalan muhalif ve YPG bölgeleri ile sınırlandırdığı yeni bir tablo ortaya çıktı.

Suriye ve müttefiklerinin daha önce operasyon düzenlediği muhalif bölgeleri ülkenin orta bölümünde kaldığı için dış desteğe nispeten kapalı konumdaydı ve bu alanları doğrudan bir dış gücün nüfuz alanı olarak tanımlamak mümkün değildi. Bu nedenle rejim güçleri tüm uluslararası itirazlara ve Astana Süreci’ni ihlal uyarılarına rağmen Hama, Humus, Doğu Guta ve Yarmuk’taki askeri operasyonlarını sürdürmeyi başardı. Ancak yukarıda bahsi geçen yeni Suriye haritası bundan sonra askeri mücadelelerin Suriye’nin doğu, kuzey ve güney sınırlarında yaşanacağını ve bu nedenle kuşatma savaşlarının artık uygulanamaz bir taktik olacağını gösteriyor. Daha önemlisi ise Suriye ve müttefiklerinin bundan sonra yapacağı her askeri hamle sadece muhalifler ile değil onun arkasındaki bölgesel ya da uluslararası güçlerle karşı karşıya gelmesine neden olacak. Bu da artık Suriye iç savaşında yeni bir aşamaya geçildiğinin göstergesi. Vekiller vasıtası ile yürütülen bölgesel güç mücadelesi bundan sonra devletlerin doğrudan karşı karşıya geldiği bir aşamaya geçecek. Esasında bunun örnekleri yavaş yavaş görülmeye başlandı. Suriye’nin doğusunda ABD ve Suriye ordusu arasında yaşanan çatışmalar, ABD’nin İran askeri varlığını hedef alması, İran ve İsrail arasında yaşanan karşılıklı saldırılar bunlar arasında sayılabilir.

Rejim ve müttefiklerinin bundan sonraki muhtemel hedefi güney cephesindeki Dera Vilayeti olacaktır. Suriye’nin YPG alanlarına yönelme şansı doğrudan ABD askeri varlığı sebebiyle şimdilik mümkün gözükmüyor. ABD bu alanlardaki varlığını sadece IŞİD’in bir daha geri dönmemesinin garantisi olarak görmüyor. Bu bölgeler daha geniş çerçevede Ortadoğu’daki İran etkisinin dengelenmesi ve İran yanlısı silahlı gruplar ile mücadele için üs olarak görülüyor. Bu nedenlerle Şam’ın Suriye doğusuna dönük askeri hamleleri sert karşılık görmeye devam edecektir. Aynı şekilde İdlib, Afrin ya da Fırat Kalkanı bölgelerine dönük hamleler de doğrudan Türkiye ile savaş riskini barındırdığı için sonraki aşamada gündeme gelecektir. Bundan da önemlisi Türkiye’nin Suriye konusunda Rusya ve İran ile sürdüğü işbirliği süreci Şam’ın bu bölgelere dönük askeri hamlelerini sınırlandıracaktır. Bu nedenlerden dolayı rejim açısından en zayıf halka olarak görülmesi muhtemel Dera’nın hedef alınması yüksek ihtimal. Ancak bu hamle daha önceki çatışmasızlık bölgelerine dönük operasyonlara göre iki açıdan zorluk içeriyor. Birincisi bölgenin Ürdün sınırında yer alıyor olması nedeniyle kuşatma altına alınma şansının olmaması ve buna bağlı olarak muhaliflerin dış destek alma imkanlarının olması. İkinci zorluk ise İsrail’in kendi sınırlarına yakın olan bu bölgeye dönük İran ve Hizbullah destekli bir operasyondan tehdit algılayıp askeri müdahalede bulunması. Bu riske bağlı olarak Suriye’nin bu operasyonda İran ve desteklediği milis gruplardan ziyade Rusya ile birlikte hareket etmesi söz konusu olabilir. Şam bu şekilde olası bir İsrail müdahalesinin önüne geçmek isteyebilir.

Suriye iç savaşında gelinen yeni aşama Türkiye açısından hem risk hem de fırsatları içinde barındırıyor. En büyük risk muhtemel Dera operasyonu sonrasında Suriye rejiminin Türk ordusu üzerindeki baskıyı artırması ve İdlib’e dönük muhtemel saldırıları. Bu durum Türkiye’yi bölgesel bir savaşın içine çekebilir. Bölgesel savaş riski bertaraf edilse bile İdlib veya diğer bölgelere dönük saldırılar Türkiye’ye dönük yeni göç akınlarını tetikleyecek ve Türkiye üzerindeki Suriyeliler baskısı artacaktır. Bu risklerin yanı sıra Türkiye dışındaki aktörler arası rekabetin kızışmasının Türkiye’ye yeni fırsatlar sunması da mümkün. Bu açıdan Suriye’nin doğusunda ABD ve Rusya/İran/Rejim ittifakı arasındaki rekabetin artmasının Türkiye’yi öne çıkarması muhtemel. Zira her iki kamp açısından da Fırat’ın doğusundaki mücadelede Türkiye’nin oynayacağı rol kritik önemde. Bu nedenle taraflar arasında çatışma yaşanması Türkiye’nin öneminin daha fazla ortaya çıkması anlamına gelecektir. İlk ihtimal ABD artan dış baskıya paralel Münbiç ve Fırat’ın doğusunda Türkiye ile birlikte çalışabilmek için yollar arayacak ve YPG konusundaki pozisyonunu revize edecektir. ABD’nin pozisyonunda değişim olmazsa Türkiye YPG ile mücadele konusunda İran ve Rusya ile daha yakın çalışma imkanı elde edebilir. Diğer bir fırsat alanı İsrail ve İran arasındaki gerginliğin tırmanması. Bu durum bir taraftan Türkiye’nin de kaygı duyduğu Suriye’deki İran etkisinin dengelenmesini sağlarken, artan İsrail baskısı İran’ı Türkiye’yi yanında tutmak için YPG konusunda işbirliği yapmaya yönlendirebilir.

 

Bu yazı Diplomatik Gözlem dergisinin Haziran 2018 sayısında “Suriye İç Savaşında Yeni Aşama: Kuşatma Savaşlarından Cephe Savaşlarına” başlığı ile yayınlanmıştır.