Suriye’deki İran Destekli Milisler Türkiye İçin Ne Kadar Tehdit?

Türkiye’nin Sincar (Irak) ve çevresindeki PKK yapılanmalarına karşı operasyon sinyalleri vermesine en sert tepki bölgedeki İran destekli mezhepçi milislerden geldi. Hareket-i Hizbullah en-Nüceba ve Asaib-i Ehli’l-Hak tarafından gelen tehdit mesajları Türkiye’nin Kuzey Irak’ta iç bölgelere dönük askerî operasyonlara girişmesi durumunda karşılaşacağı sorunların habercisi mahiyetinde olmuştur. Lakin bu gelişmeyi Irak ile sınırlı olarak okumak yeterli değildir. Söz konusu grupların koruyucusu ve destekçisi olan İran’ın, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de desteklediği mezhepçi milisler, Türkiye’nin Suriye’deki rolü ve bölgenin istikrarı açısından tehdit konumundadır.

Türkiye destekli Suriyeli muhaliflerin, rejim unsurlarıyla sahadaki çarpışmalarında rejimin savunma ve saldırı gücünün bel kemiğini oluşturan İran destekli milisler özellikle Halep ve İdlib cephelerinde oldukça aktif rol aldılar. Suriye rejimi ve destekçilerinin muhalif bölgeleri kontrol altına almak için kullandıkları kuşatma stratejisi ilk olarak Güney Suriye’de Kuseyr’de tecrübe edilmiş ve uygulayıcısı İran’ın bölgedeki önemli müttefiklerinden Hizbullah olmuştu. İlerleyen yıllardaki şiddetli kuşatma denemelerinde de yine İran destekli milisler uygulayıcı role sahip oldular. Ulusal Savunma Güçleri, Liva Fatımiyyun, Liva Zeynebiyyun, Hizbullah, Yerel Savunma Güçleri ve Iraklı pek çok milis yapı Halep kırsalındaki rejim ilerlemesi ve devamındaki kanlı Halep kuşatmasında ön safta yer aldılar. Bu muhtelif milis unsurların sahadaki komutasında doğrudan İran Devrim Muhafızları unsurları etkin olurken Kasım Süleymani’nin bu milis güçleri denetlemek adına Halep kırsalına gelmesine dair görüntüler de İran tarafından tüm taraflara mesaj vermek amacıyla yayıldı.

Rejimin kuşat-boşalt-insansızlaştır stratejisinin uygulayıcısı olan İran destekli milisler, Türkiye’ye karşı düşmanca eylemleri ile defalarca gündeme geldiler. 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gece, İran destekli milislerin sosyal medyaya yansıyan kutlama görüntüleri ve düşman olarak nitelendirdikleri Suriyeli muhalifleri “Türk destekli teröristler” olarak adlandırmaları İran destekli milislerin Türkiye’ye yaklaşımlarına örnek teşkil etmektedir. Rusya-Türkiye mutabakatı sonrasında gerçekleşen Halep tahliyesinde İran’ın masa dışı kalması üzerine, söz konusu milisler tahliye konvoylarına saldırarak provokatif eylemlerde bulunmuştu. Bu tehditkâr tavırlar İdlib’de gözlem noktalarının kurulması süreci ve Zeytin Dalı Harekâtı ile birlikte doğrudan çatışmaya doğru evrildi. İlk etapta Türkiye’nin Batı Halep kırsalında bulunan El-Eis’te askerî gözlem noktası kurmaya giden konvoy İran destekli milislerce hedef alınırken bir Türk askeri şehit oldu. Bunu takip eden süreçte Nubl ve Zahra’da konuşlu İran destekli milisler, Afrin’deki YPG unsurlarına destek amacıyla konvoylarla Afrin merkeze ulaşmaya çalışırken Türk hava saldırılarıyla onlarca militan etkisiz hâle getirildi.

2020’de gerçekleşen Bahar Kalkanı Harekâtı ise İran destekli milisler ile Türkiye’nin doğrudan karşı karşıya geldiği en büyük askerî olay oldu. TSK’nın havadan insansız hava araçlarıyla karadan ise topçu atışlarıyla hedef aldığı İran destekli milisler birkaç gün içinde yüzlerce ölü ve yaralı vererek ağır hasar aldı. Hizbullah ve Liva Zeynebiyyun en ağır hasar alan örgütler olarak ön plana çıkarken Türkiye’yi İdlib’de engellemek adına milisleri doğrudan kullanmak da İran’ın ne derece ileri gidebileceğini göstermiştir.

Suriye’de YPG ve IŞİD tehditleriyle doğrudan mücadele eden ve bu unsurlara karşı mücadelede bölgenin en etkin aktörlerinden biri konumuna gelen Türkiye, yakın gelecekte hem Irak hem de Suriye’de İran destekli mezhepçi milislere karşı da benzer bir mücadele vermek durumunda kalabilir. Suriye’deki İran destekli milisler özelinde bakıldığında, Türkiye’nin bu unsurlarla olası bir çatışma durumunda geniş bir cephe hattı üzerinde karşı karşıya gelme ihtimali söz konusudur. İdlib, Halep kırsalı ve YPG kontrolündeki kimi bölgeler, olası çatışma noktaları olarak Türkiye’nin karşısına çıkabilir. Türkiye söz konusu olduğunda YPG’nin rejim ile sağladığı iş birliği ve İran’ın milisleşme süreci sayesinde bölgedeki yerel unsurlar ile sağladığı temaslar düşünüldüğünde, mezhepçi milislerin olası bir çatışmada lojistik ve insan kaynağı açısından en azından kısa vadede sorun yaşaması pek muhtemel gözükmemektedir.

Mezhepçi milislerin artan kapasitesi ve yükselen görünürlükleri bölgedeki başka aktörler ve istikrar açısından da tehdit konumundadır. Maruz kaldığı ağır hasar sonucu modern ordu vasfını kaybeden Esad rejimi ordusu, güvenliği sağlayamadığı için bölgeye Rusya ve İran gelerek hem kendi güçleri hem de vekil güçlerle çatışmaya dâhil olmuştu. Suriye ekonomisinin içine girdiği yıkıcı sürecin bir sonucu olarak milisleşme, Moskova ve Tahran desteğinde sürekli yükselen bir eğilim olarak ortaya çıktı. Bu milisleşme süreci sahadaki güvenlik unsurlarının çok parçalı hâlini içinden çıkılmaz duruma getirirken aynı zamanda kontrolü zor disiplinsiz aktörlerin daha fazla söz sahibi olduğu bir Suriye anlamına gelmektedir.

Savaşın ilk yıllarında başta İsrail olmak üzere çeşitli aktörler, Hizbullah’ın Suriye krizine dahlini ve bölgedeki askerî varlığını gündem etmişti. 2021 itibarıyla ideolojik arka planı ve siyasi angajmanları hasebiyle Hizbullah ile benzer noktaya düşen onlarca farklı milis grup İdlib’den Suveyde’ye, Kuneytra’dan Deyr ez-Zor’a kadar geniş bir coğrafyada İran desteği altında rejim saflarında mücadele vermektedir. Tahran, Dera-Humus hattında Rusya ile Şii milisler ve rejim ordusu üzerinden bir rekabete girmektedir. İran, Kuneytra ve Suveyde’de ise bir kısım Dürzi unsurlar da dâhil olmak üzere yerel aktörler üzerinde etkisini arttırarak hem Ürdün hem de İsrail için tehdit oluşturmaktadır. İsrail bu tehditleri bahane ederek dönem dönem Suriye’deki İran hedeflerine hava saldırısı düzenlemektedir.

Suriye’nin doğu kesimlerinde ilk etapta YPG-SDG unsurlarını dengeledikleri görülse de İran destekli milislerin bu hatta, orta ve uzun vadeli sorunlara yol açmaları kuvvetli bir ihtimaldir. Başkent Şam’da olduğu gibi Deyr ez-Zor’da da kurumlar ve milisler üzerinden hem ideolojik hem de dinî faaliyetlerde bulunan Tahran, henüz kayda değer bir değişim sağlamamış olsa da bölgenin demografik yapısını tehdit eden girişimlerine devam etmektedir. Suriye’deki dış aktör çeşitliliği ve rejim ordusunun Irak’a kıyasla çok daha yetersiz olduğu göz önüne alındığında, Irak’taki İran destekli milislerin neredeyse hiç lojistik kesinti yaşamadan Suriye’nin batı ve kuzey sınırlarıyla temas hâlinde olması, kontrolü zor bir şiddet dalgasına yol açabilecektir.

Bahsi geçen tehditler karamsar bir tablo çıkarsa da iş birliği fırsatları doğabilir. Başta ABD olmak üzere, İran destekli milisleri tehdit olarak gören aktörlerle ortak savunma ve iş birliği ilişkileri kurulabilir. YPG merkezli tartışmalara odaklanan ve çıkmaz sokağa girmiş gibi görülen pek çok ilişki, İran destekli milis tehdidiyle ortak zeminde buluşabilir. Ancak bunun için öncelikle tüm tarafların kısa ve orta vadeli tehdit sıralamalarını güncellemeleri gerekecektir. Türkiye, YPG-PKK tehdidinin güçlenmesiyle eş zamanlı ve bölgede İran destekli milis unsurların da güçlendiğinin farkında olarak yeni bir strateji izleyebilir. Bu stratejinin anlam taşıması için Biden yönetiminin bölgedeki İran destekli askerî varlığa ilişkin yaklaşımının netleşmesi gerekmektedir. Aksi takdirde mart ayı içerisinde gerçekleşen ABD hava saldırıları gibi gelişmeler, İran destekli milislerin Amerikan karşıtlığı üzerinden söylemlerini güçlendiren ama sahada kritik bir değişime yol açmayan hamlelerden öteye geçemeyecektir.