Suudi Arabistan-BAE İttifakında Kırılmalar ve Türkiye ile İlişkilere Yansımaları

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan el-Suud’un Türkiye ile ilişkilerin iyi olduğuna yönelik açıklamaları Ortadoğu bölgesinde son yıllarda belirginleşen ittifak ilişkilerine yönelik farklı yorumları beraberinde getirmiştir. Bilindiği üzere Suudi Arabistan, Körfez bölgesinin başat aktörlerinden biridir ve dolayısıyla benimsediği bölgesel politikalar hâlihazırda sahip olduğu ittifak ilişkilerine de etki etme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle bölgesel konularda büyük oranda birlikte hareket ettiği Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Türkiye’nin bölgesel faaliyetlerini sınırlandırma ve imajına zarar verme yönündeki yoğun faaliyetlerine destek sunan Suudi Arabistan’ın, Türkiye’ye yönelik tutum değişikliğinin ardında ABD seçimlerinde Joe Biden’ın galip gelmesi gibi küresel gelişmelerin de etkisi söz konusu iken asıl faktörün BAE ile ittifakta bir süredir yaşanan şimdilik “kontrollü gerilimler” olduğu söylenebilir.

Bu gerilimlerden ilkini İran ile ilişkiler ve dolayısıyla İran’ı çevreleme stratejisi oluşturmaktadır. İran’ın “Şii Hilali” çerçevesinde yayılmacılığını kendisine ve dolayısıyla rejim güvenliğine temel tehdit olarak algılayan Suudi Arabistan’ın Ortadoğu ve Körfez bölgesindeki hegemonik mücadelede Tahran rejimini izole etmeyi öncelik olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Suudi Arabistan’ın aksine İran ile olası askerî-siyasi çatışmayı finans-ticaret merkezi olma iddiasına temel risk olarak gören BAE ise Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı gibi önemli su yollarını ve enerji merkezlerini elinde bulunduran İran’a karşı görece daha yumuşak bir strateji izlemektedir. Hâlihazırda Tahran ile önemli ticari bağları bulunan BAE’nin, özellikle sahip olduğu enerji rezervlerini dünya piyasalarına ulaştırma konusunda İran’ın risk oluşturma ihtimalini Basra Körfezi’nde yaşanan tanker krizi ile daha net hatırladığı söylenebilir. Dolayısıyla Suudi Arabistan’a kıyasla BAE’nin İran’a karşı topyekûn bir siyasi-askerî çatışma seçeneğini onaylamayacağı söylenebilir.

Bu iki aktör arasındaki bir diğer önemli sorun ise Yemen krizi ile alakalıdır. 2015’te Suudi Arabistan öncülüğünde Abdurabbu Mansur el-Hadi hükûmetini destekleme ve Yemen’deki İran destekli Husi etkisini kırma amacı ile başlatılan askerî operasyonda en büyük destek BAE’den gelmiştir. Dolayısıyla bu iki aktör arasında Arap Ayaklanmaları sürecinde görülen ortaklık 2013’te Abdulfettah el-Sisi darbesinin Mısır’da desteklenmesinde ve Yemen İç Savaşı’nda da kendini güçlü bir şekilde göstermiştir. Fakat zaman içerisinde Yemen’de bu iki aktör arasında çok ciddi farklılıklar ortaya çıkmıştır. Suudi Arabistan’ın Hadi ve Yemen’deki Müslüman Kardeşler ile ilişkili Islah Hareketi’ni destekleyen yaklaşımının aksine BAE, Güney Geçiş Konseyi (GGK) gibi genelde Güney Yemen’de örgütlenmiş ve hem Hadi hem de Husi hareketine karşı savaşan ayrılıkçı grupları desteklemiştir. İttifak ilişkisindeki en önemli çatlak olarak gelişen bu süreç sonrasında ve Husi grupların Suudi Arabistan’a yönelik yoğunlaşan saldırılarının ardından BAE, 2019 Temmuz ayından Yemen’deki askerlerini çekeceğini açıklamıştır. Dolayısıyla Islah gibi Müslüman Kardeşler ile ilişkili grupları temel tehdit olarak gören BAE, Suudi Arabistan’ı adeta Yemen meselesinde yalnız bırakmış ve GGK aracılığı ile bu ülkedeki siyasi-askerî etkisini kalıcı hâle dönüştürmeye çalışmıştır. Bu durum Suudi Arabistan’ın İran’ı dolayısıyla Yemen’de de Husi grupları öncelikli risk olarak görmesi karşısında Müslüman Kardeşler konusunu daha öncelikli gören BAE’nin Suudi Arabistan ile yaşadığı ikinci temel açmaz olmuştur.

BAE-Suudi Arabistan ittifakı içerisinde tehdit algılamalarındaki önceliklere ilişkin yaşanan temel farklılıkların yanı sıra bu iki ülkenin Katar merkezli gelişen Körfez krizine yönelik de farklı söylem benimsediği anlaşılmaktadır. Diğer iki önemli gelişmede olduğu üzere Katar’a yönelik ambargo sürecinde de bu iki aktörün belirleyici olduğu söylenebilir. Diğer taraftan söz konusu belirleyici olma durumunda BAE’nin bu süreci Müslüman Kardeşler’e yönelik tutumu nedeni ile daha radikal şekilde desteklediği anlaşılmaktadır. Katar’a yönelik kapsamlı ambargonun temel noktalarını Doha’nın İran ile ilişkileri ve Müslüman Kardeşler’i desteklemesi gibi unsurların oluşturduğunu düşündüğümüzde BAE’nin İran ile ilişkilerini düzeltme çabası ve Suudi Arabistan’ın Yemen’de önemli gerilimlere rağmen Islah ile çalışması Katar’a yönelik ambargonun gerekçelerini önemli oranda ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla bu durumun farkında olan ve son dönemde BAE’nin Yemen, İran ve İsrail ile normalleşme gibi konulardaki tutumundan belirli oranda rahatsızlık hisseden Riyad yönetimi, Körfez krizinin çözümüne yönelik olarak bazı olumlu mesajlar vermektedir. Öyle ki 2019’un sonuna doğru söz konusu krizde “Futbol Diplomasisi” aracılığı ile bir yumuşama ihtimalinden bahsedilirken BAE’nin bu süreci sekteye uğrattığı ifade edilmiştir. BAE’nin Katar’a yönelik radikal tavrının arka planını ise Müslüman Kardeşler ile bu aktörün bağlantıları ve Türkiye ile güçlü ilişkileri oluşturmaktadır.

Bu üç farklılaşma alanına bağlı olarak Körfez’deki Suudi Arabistan-BAE ya da statükocu ittifakta Türkiye ile ilişkilere yönelik olarak da bazı farklılaşmaların yaşanma ihtimali söz konusudur. BAE’nin İsrail ile son dönemde yoğunlaşan ilişkilerinde görüldüğü üzere Libya başta olmak üzere, Doğu Akdeniz gerilimi, Lübnan meselesi ve son olarak Karabağ çatışması gibi bölgesel olaylarda açık ve hızlı şekilde Türkiye karşısında kendini konumlandırma arayışı söz konusudur. Bu karşı konumlandırma süreci adeta otomatik duruma evrilmiş BAE’nin bölgesel politikalarının temel referansı bahsi geçen bölgesel meselelerde Türkiye’yi geriletme ve sınırlandırma olmuştur. Bu konularda Türkiye ile hareket etmemesine ve BAE’yi desteklemesine rağmen Suudi Arabistan’ın açık şekilde ve tamamı ile Türkiye’nin karşısında yer almadığı söylenebilir. Diğer bir ifade ile BAE dış politikasında, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı radikal tutumunu aşar seviyede, Müslüman Kardeşler ilişkili grupları desteklediği savunulan Doha-Ankara ittifakına ve dolayısıyla bu ittifakın başat aktörü Türkiye’ye yönelik öncelikli karşı konumlanma söz konusudur. Suudi Arabistan’ın hem İran ile bölgesel çekişmesindeki hem de yerel alandaki meşruiyet kaybını hesaba katarak, ABD merkezli baskılara rağmen açık şekilde katılmadığı İsrail ile “normalleşme” sürecine BAE’nin bu denli istekli şekilde katılmasının arka planında da alt düzey görüşmelerde yapılan açıklamalardan da anlaşıldığı üzere Türkiye kaygısı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla diğer alanlarda olduğu üzere BAE-Suudi Arabistan ittifakında yaşanan gerilimlerin diğer önemli bir sebebini de Türkiye’ye yönelik tutum farklılığı oluşturmakta ve bu tutum farklılığı son dönemde iki aktörün söylemlerine yansımaktadır.

Sonuç olarak son dönemde Ortadoğu bölgesindeki gelişmeleri BAE-Suudi Arabistan, İran-Suriye ve Katar-Türkiye gibi önemli ittifak merkezlerinin şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Bu ittifaklardan bazıları kendi içlerinde birtakım anlaşmazlıklar ve gerilimler yaşamaktaysalar da bunların henüz dağılma noktasına gelmedikleri söylenebilir. Bu varsayım BAE-Suudi Arabistan ittifakı için de geçerlidir. Diğer taraftan BAE-Suudi Arabistan ittifakı içerisinde yukarıda bahsettiğimiz ve daha da artırılması mümkün olan dört temel noktada önemli farklılaşmalar geliştiği görülmektedir. Dolayısıyla Suudi Arabistan ve BAE’nin var olan gerilimlere rağmen çok boyutlu ilişkilerini güçlü şekilde devam ettirmeleri söz konusu aktörlerin, ittifak ilişkilerinde geçmişteki tam bağlılık yerine esnek bağlılığı tercih etmeye başladıklarına işaret etmektedir. Suudi Arabistan-BAE ittifakındaki söz konusu yeni tercih, İran’ı dengeleme konusunda Riyad tarafından önemli görülen Türkiye’ye yönelik tutum değişikliğine de kısmi açıklama sunmaktadır.