Tahran’da Üçlü Zirve ve Türkiye’nin Olası Suriye Operasyonu

İran'ın başkenti Tahran'da Astana formatı kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin bir araya geldiği zirve dün (19 Temmuz 2022) akşam saatlerinde gerçekleştirildi. Erdoğan ve Putin daha önce Suriye krizine ilişkin müzakereler kapsamında Eylül 2017'de Tahran'ı ziyaret etmişti. Ancak aradan geçen yaklaşık 4 yılda bölgedeki güç dengelerinde ve uluslararası sistemde yaşanan önemli gelişmeler-değişimler bu buluşma konjonktürünü diğerlerinden farklılaştırdı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin Suriye'de yeni bir askerî operasyon başlatmayı planladığını açıklaması İran tarafından itirazla karşılanırken, Rusya görece daha pasif bir tavır almıştır. Zirve’de bunun yansımaları olmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşme sonrası İran Devrim Rehberi Ali Hamaney’den Türkiye’nin olası bir operasyonunun Suriye’ye, Türkiye’ye ve bölgeye zarar vereceği yönünde örtük tehdit içeren bir mesaj gelmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin millî güvenliğine kasteden şer odaklarını Suriye’den söküp atmaya kararlı olduğunu söyleyerek Türkiye’nin geri adım atmayacağını vurgulamıştır.

Rusya'nın, Ukrayna işgalinden bu yana Suriye'deki bazı güçlerini taktiksel olarak geri çekmesi sonrasında Türkiye, YPG/PKK kontrolündeki bölgelerde adımlar atarak yeni güvenli alanlar oluşturmak istemektedir. Bu bağlamda da Tel Rıfat, Münbiç ve Kobani üç potansiyel hedef olarak görünmektedir. Elbette Türkiye olası operasyonda ABD faktörünü de hesaplamaktadır. ABD, Türkiye’nin YPG/PKK unsurlarına yönelik operasyonlarına olumlu bakmasa da Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusundaki tutumu tepkilerinin şekillenmesinde etkili olacaktır. Zira hatırlanacağı gibi İsveç ve Finlandiya’nın YPG’ye verdikleri destek NATO'nun genişlemesine ilişkin son kararlarda bir kriz konusu hâline gelirken Washington yönetiminin, bu konuda Ankara ile yeni bir krizden kaçınmaya çalışması muhtemeldir. Zira Türkiye, gelecek yıl İsveç ve Finlandiya'nın NATO’ya üyelik teklifleri üzerinde veto yetkisini kullanabilir.

Türkiye’nin olası operasyonunda İran’a nazaran Rusya ile uzlaşı noktaları bulmak daha kolay görünmektedir. Putin, Türkiye'nin Münbiç ve Tel Rıfat’a operasyonlarına karşılık Esad rejimiyle İdlib’de toprak takasını gündeme getirebilir. Böyle bir durum Rusya’nın Suriye’de İran etkisinin artmasını istemediği şeklinde yorumlanabilir.  Bu senaryo Ukrayna savaşı nedeniyle Suriye üzerinde etkisi zayıflanan Rusya için de rasyonel bir tercihtir.  İran’ın ise Türkiye ile uzlaşması zor görünmektedir. Zira Suriye bağlamının ötesinde son dönemde Türkiye-İran ilişkilerinde ciddi bir gerilim söz konusudur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen yıl gerçekleşmesi planlanan İran ziyareti birkaç kez ertelenmişti. Bu, iki ülke arasındaki sorunlu ilişkilerin bir işareti olarak yorumlanmıştır. Ayrıca bu seyahatin Suudi Arabistan ziyaretinden sonra gerçekleşmiş olması da önemlidir. Türkiye İran’a, attığı normalleşme adımlarının İran’ı hedef almadığı, kendisiyle de iyi ilişkiler takip etmek istediği, iki ülke arasındaki tansiyonun düşürülmesi gerektiği mesajını vermektedir. Zira Türkiye’nin Suriye’ye olası operasyonla ilgili olarak İran ile muhtemelen bir uzlaşı beklentisi yoktur.

Bilindiği gibi 2. Karabağ Savaşı’nda Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği büyük destekle kazanılan zafer, Türkiye-İran ilişkilerinde ciddi bir gerilimin başlangıç noktası olmuştur. Zira İran, Türkiye’nin Güney Kafkasya’da güçlenmesinden ve askerî varlığından rahatsız olmuş, “Türkiye tarafından kuşatılıyorum hissi” içerisinde Türkiye’ye yönelik tehdit algısı artmıştır. Ayrıca Türkiye’nin bölgede artan etkinliğinden de rahatsız olan İran, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “hırslı ve tehlikeli” politikalarının İran aleyhine olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunmaya başlamıştır. Bu dönemde Türkiye-İran ilişkilerinde yaşanan gerilim sadece Suriye ile sınırlı kalmamış, Irak’ta İran destekli Şii milisler PKK/PYD unsurlarıyla iş birliği yapmış ve Türkiye’nin buradaki üslerine karşı roketli saldırılarda bulunmuşlardır. Ayrıca İran son zamanlarda bölgede etkili olan kum fırtınalarından Türkiye’yi sorumlu tutarak, Ankara’nın Fırat ve Dicle Nehirleri üzerinde büyük barajlar inşa etme politikalarının bir çevre felaketini tetiklediğini vurgulamaya başlamıştır.

Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Biden’ın İran’ın iki geleneksel düşmanı İsrail ve Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesi ve Cidde’de gerçekleşen KİK Zirvesi’ne onur konuğu olarak katılması ve Arap NATO’su söylemlerinin gündeme gelmesi İran’ı tedirgin eden diğer bir gelişme olmuştur. Biden’ın Ortadoğu gezisi sonrasında yaptığı açıklamada “bölgeyi Rusya, Çin ve İran’a bırakmayacaklarını” belirtmesi İran’ın hedef olduğu yorumlarını getirmiştir. Ayrıca Beyaz Saray’ın, İran’ın Ukrayna’da kullanılmak üzere Rusya’ya yüzlerce drone vermeyi planladığını açıklaması, İran tarafında kendisinin hem bölgesel hem de küresel bir tehdit gibi gösterilmeye çalışıldığı şeklinde yorumlanmıştır.  İran medyasında yer alan Doha’da ABD ile yürütülen nükleer müzakerelerin çöktüğü, Biden’ın İran’ı baskılamaya çalıştığı ve Donald Trump’ın politikalarına döndüğü yönündeki haberler ve yorumlar, Türkiye’nin de İran ile ilişkilerini kötüye kullanarak bu ülkelerle yakınlaştığı yorumlarıyla birlikte verilmiştir.

İran, Türkiye’nin BAE, Suudi Arabistan ile normalleşmesinden rahatsız olduğu gibi, İsrail ile olası bir normalleşmenin hedefinin de kendisi olacağı düşüncesindedir. İstanbul’da İran istihbaratının İsrail vatandaşlarına yönelik saldırı hazırlığı içerisinde olduğu yönündeki haberler ve yapılan bazı tutuklamaların da Türkiye’nin İsrail ile güvenlik iş birliğini geliştirme arayışı olarak yorumlanmaktadır. Dolayısıyla İran’ın Türkiye’ye karşı bakışında “tehdit” riskinin arttığı yönündeki değerlendirme Suriye’deki çözüm arayışlarına da yansımaktadır. Böyle bir bakış açısı Türkiye ile uzlaşıyı zorlaştırmaktadır. Elbette tek faktör bu değildir. Rusya’nın Ukrayna'daki savaş nedeniyle Suriye'deki taktiksel unsurlarını sahadan çekmek zorunda kalması İran açısından bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. İran Rusya’nın boşalttığı yerleri kendisine müzahir Şii milislerce doldurmasını istemekte, Türkiye’nin mevcut konjonktürde Suriye’de alan kazanma ihtimalinden rahatsızlık duymaktadır.

Ayrıca Rusya'nın Ukrayna savaşından önce Türkiye ile İran arasında arabuluculuk yaparak ya da dengeleyici unsur olarak doğrudan gerilimi önleyebilmesi söz konusuyken, şimdi Suriye'ye odaklanması pek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla Rusya’nın arabulucu ve tampon güç olarak Suriye'de bulunmadığı bir durumda İran, Moskova'nın boşluğundan en iyi şekilde yararlanmak istemektedir. Ayrıca, İran Suriye’de askerî varlığını arttırmak isterken sosyolojik derinlik de kazanmak istemektedir. Bu bağlamda DAEŞ sonrası Musul’da yapılanın bir benzerini Halep’te yaparak demografinin dönüşmesini sağlamaya çalışmakta, buranın Şiileşmesi yönünde faaliyetler sürdürmektedir. Benzer şekilde İran ele geçirdiği bölgelerde Şii misislerin yerleşmesini desteklemekte, Suriye’de eğitim, kültür, dinî faaliyetler yürüterek sosyolojik etkisini arttırmaya çalışmaktadır. Zira Esadsız bir Suriye’de İran’ın sosyolojik etkisi zayıftır.

Tüm bu gelişmeler değerlendirildiğinde Türkiye, İran ve Rusya arasında Astana ekseninde ciddi ve cesur bir uyum bulunmadığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla üç ülkenin başkanları düzeyinde bir toplantı yapılması Suriye'deki endişeleri sona erdirecek bir etkiye sahip değildir. Ancak Türkiye’nin mevcut konjonktürde İran’a nazaran Rusya ile uzlaşı noktaları bulması daha kolay görünmektedir. Ayrıca Rusya'nın işgali altındaki Ukrayna limanlarından ve diğer Karadeniz bölgelerinden tahıl ihracatını mümkün kılacak bir “tahıl koridoru” hayata geçirilirse Türkiye, Rusya’ya karşı kullanabileceği bir avantaj da elde etmiş olacaktır.