Tunus’un Güvenlik Sorunları ile İmtihanı

Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Araştırma Asistanı
Tunus’ta güvenlik ile ilgili yeni kanun tasarısı sendikalardan, medyadan, hak örgütlerinden ve siyasi partilerden yoğun bir eleştiri almaktadır. Yeni tasarının özellikle ifade özgürlüğünü ihlal ettiği, polise aşırı yetkiler verdiği ve hak ihmallerine kapı araladığı dile getirilmektedir. Bin Ali döneminde pek çok araştırmacı ve akademisyen tarafından “polis devleti” olarak tarif edilen, insan hakları derneklerinin “açık bir cezaevine” benzettiği Tunus için kuşkusuz bu eleştiriler ve endişeler ciddiyetle ele alınmalıdır.

18 Mart’ta IŞİD’in parlamento binası yanındaki Bardo Müzesi’ne saldırması ve 21 turisti öldürmesinin ardından ülkede güvenlik reformu çalışmaları hız kazanmıştır.2013 yılından itibaren devam eden güvenlik reformu çabaları Bin Ali’nin cumhurbaşkanlığı döneminde 2003 yılında çıkarılan terörle mücadele yasasını revize etmeyi kapsamaktadır. 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin bölgede başlattığı önleyici savaş doktrini çerçevesinde Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinin ardından bölgenin otokratları, kapsamlı ve ağır terörle mücadele yasaları ve düzenlemeleri hazırlamış ve uygulamışlardır. 2003 yılında kabul edilen Tunus’un terörle mücadele yasası da bu özellikleri taşımaktadır. 2003 terörle mücadele yasası zaten baskıya dayalı devlet uygulamalarını daha katı ve sert bir seviyeye çıkarmıştır. Bu yasa genel hatları itibariyle uluslararası terörle mücadele çabalarını desteklemeyi ve kara para aklama faaliyetlerini engellemeyi amaçlamaktaydı. Ancak yasa, terörizmin tanımını oldukça geniş ölçekte tanımlamış, adil yargılamanın önünü kapatmış ve muhaliflerin barışçıl protesto eylemlerini dahi terör eylemi kapsamına almıştır. Bu nedenle de yasa, terörle mücadeleden çok, Bin Ali rejiminin iç muhalefeti bastırma aracı haline dönüşmüştür.

Güvenlik ile ilgili yeni kanun tasarısının yeniden yazmak yerine, 2003 terörle mücadele yasasının revize edilerek hazırlanması bahsi geçen ‘tahakküm ruhunun’ yeni kanun tasarısında korunması sorununa yol açmaktadır. Öncelikle kanun tasarısının terörizm tanımı mala karşı cürümleri ve kamu hizmetlerinin engellenmesini de terörizm faaliyeti kapsamına almaktadır. Buna ek olarak eylemlerin yanı sıra eylem istemini de cürüm ile eşitlemektedir. Terörizm tanımının bu geniş ve muğlâk kapsamı, pek çok eylemin ve ifadenin terörizm kapsamında kovuşturulması tehlikesini beraberinde getirmektedir. Bu haliyle tasarı, siyasi muhalif eylemler ile söylemlerin, dünyanın pek çok yerinde yaygın bir şekilde tezahür eden kamu mallarının zarar verilmesi ile sonuçlanan gösterilerin, kamu hizmetlerinin geçici bir süreliğine engellendiği/durdurulduğu şiddet içermeyen yürüyüş ve grevlerin kriminalize edilmesine ve terörizm kapsamında kovuşturulmasına olanak tanımaktadır. Buna ek olarak yukarda bahsi geçen eylemler ile yasa tasarısına göre terörizm kapsamındaki diğer eylemlerin ifa edileceğine dair sözler de terörizm kovuşturmasına tabi tutulacaklar ve asgari altı yıl hapis cezası ile yargılanacaklar.

Terörizm övülmesine ilişkin kısım da benzer kaygılar ve eleştiriler yaratmaktadır. Hatta yeni yasa tasarısındaki bu kısım, 2003 terörle mücadele yasasına nazaran daha geniş kapsamlı ve muğlak ifadeler içermektedir. Tasarıya göre ‘terörizm suçlarına çağrı, ya da terörizm suçları ile ilişkili/bağlantılı anlaşma ve kuruluşa katılma, ya da herhangi bir terörist organizasyonunu, üyesini ya da eylemlerini savunma amaçlı isim, terim ya da sembol kullanımına’ karışan kişiler 5 ila 12 hapis cezası ile yargılanacaktır. Önceki dönemlerde terörizmin övülmesi suçundan tutuklu ve yakınlarının haklarını savunan pek çok avukat, doktor ve aktivist kovuşturmaya maruz kalmış ve ceza almıştır. Buradan hareketle yeni tasarının mevcut hali, daha vahim uygulamalar için zemin hazırlamakla suçlanmaktadır.

Yasa tasarının diğer unsurları da ciddi eleştiriler almakta ve özellikle halk örgütleri ile muhalefet partilerince geri çekilerek gözden geçirilmesi talep edilmektedir. Özellikle ana muhalefet partisi Halk Cephesi ile Nida Tunus önderliğinde kurulan koalisyon hükümeti ortaklarından Nahda Partisi bu yöndeki taleplerini yüksek sesle dile getirmekteler. Yasa Halk Cephesi Partisi genel başkanı Hamma Hammami tarafından ‘eski rejimin polis devletinin dönüşüne kapı açmakla’ suçlanmaktadır.

Özellikle 2013 sonrası dönemde İçişleri Bakanlığı’na bağlı güvenlik birimlerinin güvenlik faaliyetlerine geri dönmesiyle birlikte tutuklu ve hükümlüler ile yakınlarına yönelik işkence ve haksız cebir suçlamalarında bir artış yaşanmıştır. BM Özel Raportörü Tunus’ta işkence ve kötü muamele uygulamalarının halen devam ettiğini, buna karşılık bu cürümlere adı karışan görevlilerin kovuşturulmadığını açıkladı.

Derin bir dönüşüm süreci içerisinde olan Tunus, 2011 sonrası otokratlarından kurtulan ancak kısa sürede otoriter direnç ve istikrarsızlıkla sarsılan diğer Kuzey Afrika ülkelerinin aksine, demokratikleşme yolunda ilerlemeye devam etmektedir. Ancak ülkede bu başarının devam etmesi, demokratikleşme karşısında ortaya çıkan ciddi engeller ve zorlukların aşılması ile mümkün olacaktır. Güvenlik sorunu, bu açıdan en çetrefil engellerden biri olarak Tunus gündemini meşgul etmekte ve son gelişmeler ışığında kaygı ve eleştirilerin artmasına neden olmaktadır. Güvenlik sorunu bugün bölge genelinde yeniden terörizm kapsamında ulusal güvenlik meselesi haline gelmiştir. Daha önceki uygulamalar, bölge siyasilerinin bu ortamı muhaliflerini bastırma ve iktidarlarını sağlamlaştırma aracına dönüşmüştür. Bu yakın geçmiş bugün daha ihtiyatlı olunmasını gerektirmektedir.