Türk Pilotların Kaçırılması ve Lübnan’da Türkiye Varlığı

Oytun Orhan, ORSAM Ortadoğu Uzmanı
Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta iki Türk pilotunun kaçırılması Suriye iç savaşının giderek içine komşu ülkeleri çektiği bir bölgesel savaşa dönüştüğünün işaretidir. Küçük resme bakıldığında Türk pilotların kaçırılması, Suriye’nin Azaz kentinde Suriyeli muhalifler tarafından kaçırılan Şii kökenli Lübnanlıların kurtarılması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Suriye muhalefetini desteklediği ve üzerinde nüfuza sahip olduğu düşüncesiyle Lübnan’da bulunan Türk vatandaşları kaçırılarak Lübnanlıların kurtarılması için Türkiye’nin muhalifler üzerindeki etkisini kullanması istenmektedir. Ancak büyük resme bakıldığında Türk pilotların kaçırılması sadece Lübnanlı Şii hacıların kurtarılması amacıyla sınırlı değildir. Esas hedeflerden biri Türkiye’yi Suriye politikası nedeniyle cezalandırmak, geri adım atmaya zorlamak ve uyguladığı politikadan dolayı bedel ödetmektir. Zira kaçırılma olayı, Türkiye’nin Lübnan’daki siyasi, ekonomik, askeri varlığı ve etkisi üzerinde olumsuz etkiler yaratacak çapta bir gelişmedir. Pilotları kaçıran ailelerin ifadesi ile “artık Lübnan’daki tüm Türkler hedeftir ve Lübnan Türkler için güvenli bir yer değildir.”
 
Esad rejimi Haziran ayı başında Şam ile Arap Alevi bölgeler arası bağlantıyı sağlamak açısından stratejik öneme sahip Kusayr kasabasının kontrolünü ele geçirmişti. Bu çatışmanın bir diğer önemi Lübnanlı Hizbullah örgütünün açıkça Suriye ordusunun yanında savaşmasıydı. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah Hizbullah üyelerinin Kusayr’da savaşmak üzere Suriye’ye gönderildiğini açıklamıştı. Hizbullah Suriye rejimine siyaseten zaten destek oluyordu ve Suriye’de savaştığına dair iddialar gündeme geliyordu ancak ilk kez bu destek Hizbullah tarafından kabul edilmişti. Bu Hizbullah açısından stratejik bir karardı, zira Suriye iç savaşının doğrudan Lübnan’a yayılması sonucunu doğuracak bir adımdı. Bu gelişmenin hemen ardından Özgür Suriye Ordusu “Hizbullah milisleri nerede olursa olsun peşinde olacakları” yönünde bir açıklama yapmıştı. Lübnanlı bir hareket olarak Hizbullah’ın Suriye iç savaşına doğrudan müdahil olması Lübnanlı diğer grupların da tepkisini çekmişti. Gerçekten takip eden dönemde Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta Hizbullah’ın kalesi olarak bilinen mahallelere düzenli bombalı saldırılar düzenlendi. Haziran ayındaki roket saldırısının ardından Temmuz ve Ağustos ayları içinde çok sayıda kişinin ölümü ile sonuçlanan saldırılar gerçekleşti. Hizbullah’ın Kusayr’daki çatışmaya katılmasına en sert tepkilerden birini ise Türkiye vermişti. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Suriye rejiminden yana mücadeleye giren Hizbullah’a tepki göstererek, “Hizbullah’ın adını değiştirmesi, ‘Hizbuşeytan’ yapması lazım” ifadelerini kullanmıştı.
 
Türkiye son on yıldır genel Ortadoğu politikasına paralel olarak Lübnan’da tüm gruplara eşit mesafede yaklaşmaya çalışıyor, çatışan gruplar arasında arabulucu rol üstleniyordu. Başbakan Erdoğan Beyrut’a ziyaret gerçekleştirdiğinde çok parçalı Lübnan siyasetinin tüm temsilcileri ile görüşüyordu. Devlet Başkanlığı krizinin çözüldüğü Doha Anlaşması’nda Türkiye Katar ile birlikte en önde gelen arabuluculardan biriydi. Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında Şiilerin yoğun olduğu Güney Lübnan’da görev yapan Türk askeri birliği çok önemli projelere imza atarak Şii Lübnanlılar ile Türkiye arasında köprüler kuruyordu. Ancak Suriye iç savaşı bu durumu tersine çevirdi ve Türkiye’nin Hizbullah’a tepkisi ile beraber saflar keskinleşmeye başladı. Hizbullah Lübnan’da çoğunluğu temsil etmemekle birlikte sahip olduğu milis kuvvet vasıtası ile halk desteğinin ötesinde bir güce sahiptir. Hizbullah’ın Lübnan’daki konumu açısından 7 Mayıs 2008 olayları bir dönüm noktasıdır. Hizbullah Lideri Nasrallah tarafından “kutsal bir gün” olarak tanımlanan bu tarihte Hizbullah Beyrut’u işgal etmiş ve hükümeti kendi isteği yönünde karar almaya zorlamıştır. Daha sonraki dönemde Hizbullah destekli Necip Mikati hükümeti iktidara gelmiştir. Halen birçok Lübnanlı politikacı tarafından Hizbullah “ülkeyi kontrol eden tek güç” olarak tanımlanmaktadır. Hizbullah safların keskinleşmesi ile beraber Lübnan’da sahip olduğu gücü Türkiye aleyhine kullanmaya başlamıştır. Türk pilotların kaçırılması, Türkiye ile Hizbullah arasında Lübnan İç Güvenlik Servis Şefi General Visam el-Hasan'ın iki yıl önce hayatını kaybettiği suikasttan bu yana devam eden gizli çatışmanın son adımıdır. Pilotların kaçırılmasını takiben açık hedef haline geldiği belirtilen BM Barış Gücü kapsamında Lübnan’da bulunan Türk askerlerinin geri çekilmesi kararı alınmıştır. Kara birliklerini geri çekecek olan Türkiye, daha az risk taşıyan deniz gücüyle Birleşmiş Milletler'in Lübnan'daki barış gücü faaliyetlerine destek vermeye devam edecektir. Bunun yanı sıra Beyrut’taki Türk Ticaret Merkezi ile Kültür Merkezi geçici olarak kapatılmıştır. Dolayısıyla büyük resme bakıldığında Türk pilotlarının kaçırılması “Türkiye’nin Lübnan’daki varlığına ve etkisine son verme girişimidir.” Türkiye açısından sıkıntı bu girişimin sonuç verecek olması ve sürecin giderek Türkiye’nin Lübnan’daki ekonomik ve siyasi etkinliğini zayıflatacak olmasıdır.