Türk-Rus Münasebetlerinde Suriye Faktörü

Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu ORSAM, Avrasya Danışmanı
Suriye’deki olaylar gittikçe şiddetini arttırırken bölgesel ve küresel güçler de sorunun çözümü konusunda aynı oranda diplomatik çabalarını hızlandırmış bulunmaktadırlar. Batı kamuoyunu, “Arap Baharı”nın (şimdilik) son noktası olan Suriye’deki sorunun çözümünü Rusya’nın Beşir Esad’ı desteklemeyi bırakmasına ve Esad rejimimin gitmesine bağlamaktadır. 18 Temmuz 2012 tarihinde Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği Rusya ziyaretinin de gündemini Suriye’deki gelişmeler, ziyaretin sebebini de Putin’i Esad’ı desteklemekten vazgeçirme çabaları teşkil etmiştir.
 
Görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalara bakıldığında Başbakan Erdoğan’ın çabalarının bir netice vermediği sonucuna varmak mümkündür. Doğruyu söylemek gerekirse, kimsenin böyle bir beklenti içerisinde olmadığı da bir gerçektir. Bunun da birkaç önemli nedeni vardır. En başta her iki ülke de Suriye konusunda “geri adımların atılmasını engelleyen” açıklamalarda bulunmuş ve ona göre siyaset izlemişlerdir. Diğer taraftan Putin’in Suriye tutumunu değişmesini sağlayacak Erdoğan’ın elinde bir teklif yoktur. Rusya’nın Suriye’ye yönelik politikası da Putin’in tutumunu değiştirmesini engellemektedir. İki ülke arasındaki tarihî bağlar, Suriye ile geliştirilen ticari ve askerî işbirliği, Suriye’deki gayriresmî askerî deniz üssü, Moskova’nın Suriye’deki rejimin değişiminden ve radikal İslamcıların iktidara gelişiminden duyduğu kaygı, Putin ile Esad arasında kurulan samimi şahsi ilişkiler, Rusya’nın Suriye olaylarını “özgürlük ile diktatörlük arasındaki mücadele” olarak değil de iktidar kavgası olarak algılaması gibi etkenler, Rusya’nın Suriye siyasetini belirleyen faktörlerin başlıcalarıdır. Dolayısıyla Rusya’nın geri adım atması ve Başbakan Erdoğan’ın Putin’i Suriye konusunda ikna etmesi beklenemezdi. Son dönemde iki ülke arasında geliştirilen işbirliği tek başına Putin’i ikna etmek için hiç şüphesiz yeterli değildir.
 
Rus basın ve kamuoyunun bu ziyaretten pek fazla beklentisi yoktu. Dolayısıyla gerek ziyaret öncesinde gerekse de sonrasında Rus basını ziyaretle fazla ilgilenmemiştir. Ancak Türkiye için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Belki de bundan dolayı ve ziyaretin “başarısız” olarak yorumlamasının önüne geçmek için Başbakan Erdoğan, yaptığı açıklamalarda Suriye’deki olaylardan ziyade çok yönlü gelişen ikili münasebetlere vurgu yapmıştır. Hâlbuki gittikçe artan ticaret hacmi (yaklaşık 40 milyar dolar), bu hacmin önümüzdeki dönemde 100 milyar dolar seviyesine çıkarma konusundaki kararlılık, enerji projeleri, nükleer santralin inşaatı, “eski ziyaret”lerin gündemiydi. Ancak her iki lider de görüşmeler sırasında ağırlıklı olarak Suriye sorununu görüşmelerine rağmen bu konulara vurgu yapmayı tercih etmişlerdir.
 
Bu ziyaretin belki de en önemli neticesi ise Suriye’deki olayların, Rusya ile Türkiye’nin farklı cephelerde yer almasına rağmen, Türk-Rus münasebetlerine zarar vermemiş olmasıdır. Her iki taraf da Suriye’deki gelişmelere, Türk-Rus münasebetlerinde yer verilmediğini göstermektedirler. Bunun da çok doğru bir tutum olduğunu söylemek mümkündür. Zira Türk-Rus münasebetleri, son dönemde hızla gelişse ve özellikle de Türkiye’de bu münasebetler, “stratejik ortaklık” olarak adlandırılsa da münasebetlerin daha hızlı gelişimini engelleyen zaten bir takım sorunlar mevcuttur. Ticaret hacmindeki dengesizlik, Rusya’ya sebze-meyve ihracatında yaşanan bir takım sorunlar, Rusya’nın ihraç ettiği gaz fiyatları konusunda tarafların anlaşamaması, bu sorunların başlıcalarıdır. Tarafların bu konular üzerinde de durmalarında fayda vardır. Çünkü bu sorunlara önem verilmediği takdirde, uzun vadede bunlar gerçek bir “Stratejik Ortaklık”ın önündeki en büyük engeller hâline gelecektir.