Üç Aşamalı Plan’dan Sonra Otuz Yıl: Yeniden Değerlendirme Zamanı

Yrd. Doç. Dr. Vakur Sümer, ORSAM Danışmanı, Selçuk Üniversitesi
Fırat-Dicle su sisteminin kıyıdaşları arasında (Irak, Suriye ve Türkiye) süren üçlü müzakerelerden birkaç yıl sonra, 1984 yılında, Ortak Teknik Komite (OTK) kapsamında Türk yetkililer tarafından, Fırat-Dicle nehir havzasını diğer kıyıdaşları olan Irak ve Suriye’ye, kapsamlı bir plan olan (Fırat-Dicle Havzası’nda sınıraşan suların tahsisi konusunda belki de şimdiye dek en kapsamlı öneri olan)  “Fırat-Dicle Havzası Sınıraşan Sularının Hakça, Akılcı ve Optimum Kullanımı için Üç Aşamalı Plan” ya da kısaca “Üç Aşamalı Plan” adı verilen bir tasarı sunulmuştur. Bugün, önerinin ardından geçen otuz yıldan biraz daha fazla bir süreye rağmen, planın tahmin edilenden çok daha uzun süren bir geçerliliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Fırat ve Dicle nehir havzasının kıyıdaş ülkeleri arasındaki işbirliği çabaları, Irak’ın kalıcı bir OTK oluşturulması talebiyle ivme kazanmıştır. Bu çerçevede, 1980’de kıyıdaşlar arasındaki su sorunlarını çözmek ve –mümkünse- sonlandırmak için bir OTK oluşturulmuştur. İlk olarak 1982 yılında toplanan Komite’ye Suriye 1983 yılında katılmıştır, ve 1993’te ortak bir terminolojinin, daha doğrusu bir uyuşma temelinin oluşturulamaması nedeniyle başarısızlığa uğrayana kadar kıyıdaş ülkeler sorunlarını bu komitede tartışmışlardır. Ortak Komite’nin en önemli sonuçlarından biri, 1984 yılında, beşinci toplantı sırasında Türkiye tarafından önerilen Üç Aşamalı Plan taslağı olmuştur.

Fırat ve Dicle sularının optimum düzeyde kullanım ve tahsisini temel amaç olarak ele alan Üç Aşamalı Plan’ın ana ekseni, su ihtiyacını etkileyen sulama sistemlerinin etkinliği ve diğer iklimsel ve coğrafik faktörler (özellikle toprak tipleri) üzerine kurulmuştur.

Üç Aşamalı Plan’ın ilk aşaması, su kaynaklarının keşfi için yapılacak çalışmalardır. Bu aşamada mevcut verilerin paylaşımı ve incelenmesi, ortak ölçümler, tahmini su kullanımı ve kayıpları, doğal akışların hesaplanması gerçekleştirilecekti. Arazi kaynaklarının keşfine yönelik çalışmalar, ki planın ikinci aşamasını oluşturacaktı, toprak koşulları ve kalitesi, bitki türleri, sulama ihtiyaçları gibi noktalar çalışılacaktı. Bu iki aşamanın bir araya gelmesi, üçüncü aşamanın temelini teşkil edecekti. Su ve toprak kaynaklarının birlikte değerlendirilmesine yönelik üçüncü aşamada, kendisinden önceki çalışmalara dayalı olarak su konusunda çıkarları yarışan sektörlerin su ihtiyaçlarını değerlemesi amaçlanmıştır. Suyun tahsisi bu bilgiler doğrultusunda yapılabilecekti. Süregiden projelerin modernizasyonu ve rehabilitasyonu, sulamanın ıslahı, toplam su tüketiminin saptanması, talep ve planlanan projelerin ekonomik yerindeliği da bu bağlamda ele alınacaktı.

Plan, temelde iki varsayım üzerine kurulmuştur; ilk olarak Fırat ve Dicle tek bir sınıraşan suyolu olarak ele alınacaktır. Bu fikir, iki nehrin Şatt-ül Arap’ta birleşerek, Fırat-Dicle Havzası’nın 160-180 kilometrelik bir kısmını oluşturmalarıyla meşrulaştırılabilmektedir. Aynı zamanda, Thartar Kanalı da iki nehri birleştirmektedir. Son olarak, Bağdat’ın güneyindeki alan, Dicle ve Fırat havzaları arasındaki sınırı kesin olarak belirlemeyi imkansız hale getirecek kadar düzdür.

Plana göre ikinci varsayım, her kıyıdaş ülkenin gerçek su ihtiyacının belirlenmesi için yürütülecek ortak bir bilimsel çalışmanın, Fırat-Dicle suyunun adil, rasyonel ve optimal kullanımı için bir önkoşul olmasıdır. Bu varsayım, ortak verilerin toplanması ve paylaşılmasını gerektirmektedir.

Hem Irak hem de Suriye, Plan’ın Türkiye’nin Fırat ve Dicle’nin “tek” ve “sınıraşan” bir havza olduğunu iddia eden tutumunun bir yansımasından ibaret olduğunu iddia ederek reddetmişlerdir. Irak ve Suriye, sulama dâhil, tarımsal uygulamaların etkinliğinin (yeniden)değerlendirilmesi fikrini de eleştirmişlerdir. Her iki ülke de, sulama sistemlerinin yeterince verimli olmadığının farkındaydılar. Ortaya atılan bir diğer iddia da, Plan’ın kıyıdaş ülkelerin egemenlik haklarına müdahale ettiği yönündeydi.

Üç Aşamalı Plan, aslında suyun yalnızca arzla ilgili verilere göre değil, aynı zamanda talebin de belirlenmesine dayalı optimal, rasyonel ve hakkaniyetli bir biçimde tahsisini amaçlayan, kapsamlı bir su ve toprak kaynakları incelemesini önermiştir. Bu bağlamda Plan, bütünsel ve entegre bir yaklaşıma sahiptir. Bu tarz bir yaklaşım son zamanlarda çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından birçok uluslararası platformda sıklıkla tavsiye edilmiştir. Örneğin, adından da anlaşılacağı üzere, Entegre Su Kaynakları Yönetimi Paradigması, “entegrasyon” prensibi üzerine kurulmuştur. İkinci bir örnek olarak, Avrupa Birliği’nin Su Çerçeve Direktifi (SÇD) de benzer bir anlayışı benimser: “Entegre bir Topluluk su politikası geliştirmek gereklidir” (SÇD Giriş maddesi 9). Üçüncü bir örnek olarak ise “Nexus” Yaklaşımı, su, gıda ve enerjinin birbirlerine bağlı olduklarına dayalı yeni bir düşünüş biçimi çağrısında bulunmaktadır. Üç Aşamalı Plan’ın bir başka özelliği de sağlıklı bir su yönetimi politikasının vazgeçilmez unsurları olarak görülen bilgi paylaşımı ve ölçümleme aktivitelerinin merkezi rolünü tanımış olmasıdır. Son olarak, Plan, Bölge’deki kıt kaynakların israfını önleyebilme ve böylece çevresel anlamda olumlu bir etki gerçekleştirebilme potansiyeline sahiptir. Bu nedenlerle, Üç Aşamalı Plan, son dönemlerde su yönetimi çevrelerinde ileri sürülenlerle uyum sergilemektedir.
 
Kısaca özetlemek gerekirse, Üç Aşamalı Plan’ı dondurucudan çıkarıp Fırat-Dicle sınıraşan havzasında uygulanabilirliğini yeniden masaya yatırmanın tam zamanıdır. İklim değişikliğinin artan etkileri, tüm Havza ülkeleri için, su yönetimi konularına tarafsız ve bilimsel bir bakış açısıyla odaklanmayı zorunlu kılmaktadır.