Devrimin 11.Yılında Mısır İstikrar ve Huzur Arıyor

17 Aralık 2010’da başlayıp diğer Arap ülkelerine yayılan protesto hareketleri “Arap Baharı” olarak adlandırılmıştır. Arap halkları Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgalci ve mandacı Batılı güçlere karşı protesto vb. hareketlerle tepkilerini ortaya koymaktan çekinmemişlerdir. Mısır ve Irak’ta İngilizlere karşı aydınların ve halkın tepkisi tam bağımsızlık kazanılana kadar sürmüştür. Suriye, Fas ve Cezayir’de Fransızlara karşı tepkiler de acımasız baskılarla susturulamamış ve bu ülkeler bağımsızlıklarını adım adım çetin mücadeleler vererek kazanmışladır. 1948’de İsrail kurulduğunda Filistinlilerin vatansız kalmaları üzerine Fas’tan Mısır’a oradan Suriye ve Irak’a kadar uzanan tüm Arap ülkelerindeki Arap halkları, tepkilerini meydanlara inerek göstermişlerdir. Kısacası Arap halkları meydanlara inmeye son yüzyılda değişik devirlerde görüldüğü gibi alışıktır. İşgalci ve mandacı batılı güçlerin hüküm sürdükleri zamanlarda siyasal baskılara maruz kaldıklarında “onur” için ekonomik sömürüye maruz kaldıklarında “ekmek” için meydana inen Arap halkları bağımsız millî devletlerini kurduktan sonra yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik gibi sorunlara çözüm bulmak için çaba göstermeyen ve demokrasi taleplerini dikkate almayarak diktatörlüğe dönüşen rejimlere karşı tekrar meydanlara indiler. Bu sıradaki sloganları yine aynıydı: Demokrasi, özgürlük, ekmek ve onur.

Dış Müdahaleler Arap Baharı’nın Yönünü Değiştirdi
“Arap Baharı” adlandırmasıyla Arap halklarının taleplerini mevsimlik yani gelip geçici bir durum olarak değerlendirmek doğru değildir. Yine bu onurlu duruşu dış desteklere dayalı komplo teorileriyle açıklamak da oldukça sorunlu bir yaklaşımdır. Zira söz konusu süreç, geniş çaplı bir halk hareketidir. Mevcut iktidarların yolsuzluk ve zulüm yönetimlerine karşı onurlu bir direniştir. Fransız ve Rus devrimlerinin başlama tarihinden önce ve sonra meydana gelen gelişmelerle kıyaslanabilecek özellikte devrim hareketleri olarak değerlendirmek daha yerindedir. Dış müdahaleler Arap halklarının barışçıl gösterilerini iç savaşa dönüştürdü. Bahreyn’deki gösterilerin Suudi Arabistan kuvvetleri tarafından bastırılması dış müdahalelerin kapısını açmıştır. 17 Mart 2011’de Kaddafi’yi doğrudan hedef alan Fransızların müdahalesi, Libya’daki ayaklanmanın şeklini değiştirdi. Kaddafi rejimine karşı birlik olan halkın gösterileri bir anda iç savaşa dönüştü.

Mısır Meydanları Gösterilere 150 Yıldır Alışıktır
Mısır’da meydanlar, yaklaşık 150 yıldır göstericilerle dolmaya alışık olan mekânlardır. Mısır, Süveyş Kanalı’nın 1869’da açılmasından sonra ortaya çıkan siyasal, sosyal ve ekonomik krizler sebebiyle her zaman göstericilerle dolan meydanlara sahiptir. Mısır halkının ekonomik ve siyasal tepkileri 1882’de başlayan İngiliz işgalinin gerekçelerinden biri olmuştur. Zira o vakitler Süveyş Kanalı’ndan geçen her dört gemiden üçü İngiliz bayrağını taşıyordu ve Mısır, Hindistan yolu üzerinde Londra için stratejik önem bakımından Akdeniz’de Cebelitarık, Malta ve Kıbrıs gibi kilit bir noktadaydı. Mısır’ın üzerine bir kâbus gibi çöken emperyalist yayılmacı Fransız ve İngilizlere karşı halkın tepkisi 1870’lerde Urabi Paşa liderliğindeyken, 1882’deki işgale karşı başarısız olunmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kendilerine bağımsızlık sözü veren İngiltere’nin vaadini unutup himaye yönetimini kalıcı yapma girişimlerine karşı yoğun halk gösterileri başlatan Sa’d Zağlul ve arkadaşları Mısır’da yeni bir süreç başlattı. Sa’d Zağlul ve arkadaşlarını tutuklayıp Malta’ya sürgün etmesi de İngilizlerin olayları bastırması için yeterli olmadı. Paris Konferansı’na katılarak Mısır’ın bağımsızlığını talep eden heyet (vefd) isminden yola çıkılarak kurulan Vefd Partisi, protesto, grev, boykot gibi araçların bir araya getirdiği milliyetçi hareketin siyasal partiye dönüşmesi sonucunda ortaya çıktı. Vefd, 1952’de Hür Subaylar darbesine kadar Mısır siyasetinde önde gelen aktörlerden biri olmayı başardı. Ardından gelen Nasır ve Sedat dönemi de İsrail’e karşı savaşlar sebebiyle heyecanlı kalabalıkları meydanlara çekti. Nasır ve Ümmü Gülsüm’ün cenaze törenlerine milyonlar katılmıştı. Mübarek döneminde Filistin’e destek bağlamında meydanlardaki protesto geleneği sürdürüldü. Ne zaman ki Hüsnü Mübarek iktidarı bırakmak istemedi meydanlar yine doldu. Mübarek, 1981’de Sedat suikastından sonra uygulamaya konulan sıkıyönetim yasasını sürekli uzatarak yönetimini sürdürdü. 30 yıllık iktidarının son 10 yılında ortaya çıkan fırsatları değerlendiren halk tepkisini geniş bir şekilde sergiliyordu. Ama Mübarek bu tepkileri dikkate almaktan uzak duruyordu. Hâlbuki ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde temel hak ve özgürlükler bağlamında demokratik açılım sağlayacağına dair sözler vermişti. Ama Eylül 2005’te beşinci kez seçilip Eylül 2011’e kadar koltuğunu garanti altına almıştı. Halkının kendisine katlandığı yıllar son buluyor gibiyken yerine oğlunu işaret etmesi içinden geldiği ordunun da tepki vermesine neden oldu.

Mısır halkı meydanlara inmeye alışıktı. Tunus’ta 17 Aralık 2010’da başlayan protestoların 14 Ocak 2011’de Zeynel Abidin’in tahtını bırakıp kaçması Mısır halkını da ateşledi. Bu sefer ordu da halka destek verdi. Zira Mübarek, bir generale değil soyundan birine makamını terk hesabı yapıyordu.

Mısır Ordusunun Tercihi: General Cumhurbaşkanı
Mısır’daki siyasi ve askerî duruma Nasır’dan itibaren hâkim olan Mısır Silahlı Kuvvetleri, Mübarek’in istifa edince görevini bıraktığı kurumdur. Mübarek makamını emanetin asıl sahibi olarak gördüğü orduya bırakmıştır. Esasen Mısır Devrimi başladığından itibaren ülkenin kaderi halkın en çok güvendiği kurum olan ordunun elinde olduğu bir kez daha teyit edilmiştir. Geçiş sürecini yöneten ordu temsilcileri, Mısır Meclisi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini kendi destekledikleri parti ve adayların kazanması için gayret etmişlerdir. Ancak, 2012 Cumhurbaşkanlığı Seçimi demokratik kurallara uygun, şeffaf ve çok sayıda adayın katılımıyla rekabete açık olarak gerçekleştirilmiştir. Bu bakımdan Mısır’ın ilk demokratik seçimi olarak kayıtlara geçmiştir. Müslüman Kardeşler’in cumhurbaşkanı adayı Muhammed Mursi seçimleri birinci turda kazanamamış, ikinci turda Mübarek’in adamı olarak görülen Ahmet Şefik karşısında kendisine kerhen destek verenler sayesinde kazanmıştır. Mursi, buna rağmen seçimleri kıl payı denilecek çok küçük bir farkla önde bitirmiştir. Diğer bir ifadeyle Mursi seçimleri kazanmış olsa da arkasındaki halk desteği sınırlı kalmıştır.

Mursi seçimi kazandıktan birkaç ay sonra 22 Kasım Kararnamesi ile ülkede tüm gücü elinde toplamaya çalıştı. Bu kararla devrimin aktörleri tarafından ciddi şekilde eleştiri almaya başladı. Zira, Mübarek’in otoriter yönetimine tepki göstererek onu makamından indiren halk yeni bir otorite rejimi kurmak değil demokrasi yolunda ilerlemek istiyordu. Bundan sonra Mısır’da Mursi yanlıları ve karşıtları arasında kutuplaşma giderek artmış ve bu da Müslüman Kardeşler iktidarının sonunu hazırlayan gelişmeleri başlatmıştır. Mursi’nin görev süresinin bir yılı doldurduğu 30 Haziran 2013 tarihi, iktidar karşıtı parti ve gurupların erken seçim ve Mursi’ye istifa çağrılarının miadı olarak sloganlaştırılmıştır. Ordunun da bu talebe destek vermesiyle 30 Haziran yeni bir karar tarihi olarak kesinleşmiştir. Ardından ordu tarafından verilen muhtıra müddeti de dolunca 3 Temmuz 2013’te General Abdülfettah el-Sisi başkanlığındaki darbe gerçekleşmiştir.

Mursi iktidarını başarı ve hatalar açısından değerlendirmek için bir yıllık icraat süresi yeterli bir zaman dilimi değildir. Ancak Mısır’ın dinamikleri ve devrim sürecinin aktörleri açısından değerlendirildiğinde, ülkenin toplum bütünlüğü de dâhil birçok alanda ciddi bir karmaşa ortamı doğmuştur. Muhalefet tarafından acil çözüm bekleyen sorunlara odaklanmak yerine cumhurbaşkanlığı makamının gücünü yasalarla güçlendirme politikaları uygulayan Mursi protestocuların tepkisiyle geri adımlar atmak zorunda kalsa da 2012 Anayasası’na dayanılarak yapılan düzenlemelerde kamuoyu desteği alınamamıştır. Aksine Mısır kamuoyunda etkili olan Ezher Üniversitesi, Kıpti Kilisesi, selefi cemaatler ve Nasırcılardan yeni sola uzanan geniş yelpazedeki kanaat önderleri ve partiler tepkilerini her platformda dile getirdiler. Yazılı ve görsel medya yanında sosyal medyada örgütlü olarak Mursi iktidarının karşıtları, ordunun desteğini arkalarına almanın da özgüveni içindeydi. Bu bakımdan, Mısır’da geniş tabana sahip olan muhalif kitle için General Sisi, iktidarı kanlı bir darbe ile ele geçiren kişi değil bir kurtarıcı olarak değerlendirilmiştir.

Mısır’ın Kadim İç Dinamikleri
Ordunun darbe kararı Mısır halkının önemli bir kesimi tarafından millî menfaatleri ve devlet çıkarını gözeten bir karar olarak alkışlanırken Mursi ve Müslüman Kardeşler üyelerine karşı takınılan tutum tarafsız kalanları da korkutarak itaate zorlamıştır. Darbe süreci, hem darbeyi yapan Sisi hem de darbeye maruz kalan Mursi ve Müslüman Kardeşler açısından iyi yönetilememiştir. Aradan geçen 8 yıldan fazla zaman içinde taraflar özeleştiri yapmaya başlamışlardır. Bu durum Mısır’ın güvenliği ve geleceği için önemlidir.

Mısır’da Haziran 2012 seçimleriyle yönetimde daha geniş demokratik kuralların işletilmesi için bir süreç başlatılmıştır. Ancak bir yıl sonunda, Mısır’ın zinde güçleri ve Müslüman Kardeşler dışında kalan toplumsal dinamikleri tekrar 2011 yılında 25 Ocak Devrimi ile sarsılan Mübarek rejimine geri dönmüştür. Bu dönüş kararı, darbeye açıktan karşı çıkan Türkiye hariç tutulursa Mısır’ın dış dinamikleri bakımından da destek görmüştür. Mısır’la ilgili iç ve dış aktörler otokrat yönetim bağlamında Mısır ordusunun bir generalini kendilerine daha yakın görmüşlerdir. Mısır’da darbeye destek veren kurum ve kitleler ise ülkenin İsrail karşısındaki toprak kayıplarını Camp David Süreci’yle en aza indirmişken yeni yönetimin ülkenin gerçek çıkarlarını korumak konusunda tecrübesiz ve yetersiz olduğuna hükmederek Mursi ve partisini iktidara layık görmemiştir.

Müslüman Kardeşler, 1928’de kurulmasının ardından Mısır’da ordudan sonra en güçlü örgütlenmeye sahip bir cemiyettir. Mısır’da yönetime gelmek için örgütlü olmak yetmez. Mısır’ın çimentosunu oluşturan Ezher ve Kıpti Kilisesi gibi kurumların da iktidar desteği önemlidir. Kıpti Kilisesi, Mısır’ın yerli ve millî dinamiklerinden biridir. Kıpti Kilisesi, Çar Deli Petro’nun (1689-1725) himayesine girme politikalarına alet olmadığı ve 1798’de Fransız işgaline karşı pozisyon aldığı gibi, Napolyon’un katolikleştirme politikasına karşı da direnmiştir. Aynı şekilde, İngilizlerin 1882’de Mısır’ı işgal etmesinden sonra Mısır’daki İngiliz yöneticisi Lord Cromer meşruiyet arayışındayken Kıpti Kilisesi’nden beklediği desteği alamamıştır. Kıpti Patrik sürgün edilmesine rağmen boyun eğmemiştir. Dolayısıyla Mısır Hristiyanları dinî özgürlüklerini yaşama noktasında kaygılanmışlar ve orduya Ezher ile birlikte destek vermişlerdir. Darbecilerle birlikte çektirdikleri fotoğrafı, darbeye destek için değil millî birlik açısından değerlendirmek yerinde olacaktır. 25 Ocak 2011’den bugüne uzanan süreçten çıkarılacak en önemli sonuç şudur: İktidarı devirmek kolay, toplumsal konsensüs ve demokrasiyi tesis etmek çok güçtür.

Devrim, 17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayıp Mısır’a sıçramıştı. Tunus ile Mısır’ın devrim süreci karşılaştırıldığında Tunus’un Mısır’dakine benzer bir darbe ile karşılaşmaması dikkate değer bir devrim kazanımıdır.

Tunus’un Başarılı, Mısır’ın Başarısız Noktaları
Tunus’taki görece başarının arkasında, Tunus halkının devrime sahip çıkması yanında Nahda Lideri Raşid el-Gannuşi’nin rolü de önemlidir. Tunus’taki seçimlerde her seferinde galip gelmesine rağmen, partisinin gücünün sınırlarını ve Tunus halkının önceliklerini iyi bilen el-Gannuşi, tek başına hükûmet olma fırsatını kullanmaktan çok toplumsal konsensüsü ön planda tutmuştur. Seçimler neticesinde kazandığı sınırlı gücünü sosyal demokrat, liberal, laik ve solcu partilerle paylaşmayı tercih ederek partisini hem ağır yükler altına sokmamış hem de macera olarak nitelendirilecek politikalardan uzak durmuştur.

Tunus’taki bu yaklaşım Mısır’da tercih edilmemiştir. Mursi ne partisindeki heyecanlı gençleri teskin edebilmiş ne de muhalefetteki devrimin asıl sahibi biziz diyen kitleleri demokrasi ve özgürlükler bakımından ikna edebilmiştir. Mısır’da Müslüman Kardeşler içinde ve dışında ideolojik tartışmalar yapılırken ülkedeki geniş kitleler, ekonomik ve sosyal sorunlarının çözülemediğine hatta daha da ağırlaştığına şahit olmuştur.

Mısır’ın bugünkü temel sorunu da halkın yoksulluğudur. Etiyopya’nın Nil’in kaynaklarını tehdit eden Rönesans Barajı, Kahire’deki devlet adamlarının en önemli meselelerinden biridir. Mısır halkının can damarı olan Nil sularında meydana gelecek kesintiler, Mısır ekonomisini ve tarımını temelden olumsuz olarak etkileyecektir. Mısır halkının ekonomi, eğitim, istihdam ve sağlık açısından acil sorunları acil çözümler beklerken, ülkenin geniş kitlelerini ilgilendiren toplum ve devlet uyuşmazlığının zaman ve güç kaybına neden olduğu açıktır. Bu noktada Mısır’da Sisi iktidarı kadar muhalefette kalan Müslüman Kardeşlerce de uzlaşma adımları atılması ülkenin yüksek çıkarları için elzem olarak değerlendirilmektedir. Aradan geçen zaman Mısır’daki aktörlerin yeniden bir muhasebe yapması ve ülkenin ve genç nesillerin geleceğini ipotek altına alacak davranışları izale etme noktasında yeterli bir süredir.

Sonuç olarak, Fransız İhtilali’nden itibaren devrim olarak nitelendirilen hareketlerin sancılı süreçlerde ilerlediği görülmüştür. Arap Baharı adıyla başlayan süreç, Tunus’tan Mısır’a oradan Libya, Bahreyn, Yemen ve Suriye’ye doğru hızla yayılmıştır. Fas, Bahreyn, Ürdün ve Cezayir gibi devletler devrimin hangi dinamiklere sahip olduğunu hemen görüp gerekli reform ve hükûmet değişikliklerini yaparak devrimin yıkıcı dalgasını savuşturmayı başardılar. Fas, Cezayir, Bahreyn, Ürdün, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkeler ekonomik programlar ve demokratik açılımlar sağlayarak en azından halkın sesini duyduklarına dair yeterli olmasa da olumlu tepkiler verdiler. Suriye, Libya ve Yemen’de iç savaş sürecinde toplumsal ve ulusal bütünlüğün kaybedilmesi söz konusuyken Mısır’da benzer sorunlarla -en azından şimdilik- karşılaşılmamıştır. Arap Baharı değerlendirilirken bu hususun da önemini vurgulamakta fayda vardır.