Tarihin ve Jeopolitiğin Gölgesinde Türkiye-Mısır İlişkileri

İbn-i Haldun “coğrafya kaderdir” derken jeopolitik önemin kolayca değişmeyen özelliğine vurgu yapıyordu. Anadolu yarımadasından Nil vadisi ve Fırat-Dicle havzasına uzanan geniş coğrafyada tarih boyunca kurulan medeniyetler arasındaki ilişkiler her zaman önem arz etmiştir. Anadolu ve Mısır arasında Mezopotamya’nın bulunması ilişkilerin kesintiye uğramasına neden olmamış aksine kimi zaman köprü, çoğu zaman ise katalizör görevi üstlenmiştir.

M.Ö. 2000’li yıllara kadar geri giden ilişkiler kapsamında ticaret başta gelirken askerî ve siyasi ilişkiler ayrıca önemli yer tutar. Bu jeopolitik düzlemdeki ilişkilerin yoğunluğu ve barışçıl özelliğine dair maddi kültür kalıntıları ve çivi yazılı tabletler kanıt olarak varlıklarını sürdürmektedir.

İnsanlık tarihine ilk yazılı uluslararası antlaşma olarak kaydedilen Kadeş Antlaşması M.Ö. 1274 yılında Anadolu’daki Hitit Devleti ile Mısır arasında imzalanmıştır. Bu metin içerdiği hükümlerle kalıcı barış sağlamayı hedeflemesi bakımından da tam anlamıyla ilk barış antlaşmasıdır. Mısır’da tapınak duvarlarına nakşedilen bu antlaşmanın bir nüshası da Boğazköy kazılarında kil tablet olarak bulunmuştur ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Türkiye’deki nüsha esas alınarak New York’taki BM binasına büyütülmüş bir kopyası asılmıştır. Bu antlaşma BM’nin değerleriyle örtüştüğü gibi bugünün uluslararası sorunlarına çözüm açısından önemli mesajlara sahiptir.

İnsanlık tarihindeki ilk barış antlaşmasına imza atan coğrafyanın iki kadim gücü 8 yıl aradan sonra ikili ilişkilerinde yeni bir sayfa açmıştır.

Türkiye-Mısır Siyasi İlişkilerinde 8 Yıllık Soğuk Dönem
Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve Mısır’ı da etkisi altına halk hareketlerinin ardından bölgesel istikrarın ciddi bir şekilde sarsıldığı görülmüştür. Halkların demokrasi, insan hakları ve refah taleplerini içeren sloganlarla meydanlara dökülmesi mevcut rejimleri hırpalamış ve dramatik bir kaos sürecinin başlamasına neden olmuştur. Bu bağlamda Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkiler de 2013 yılından 2021 yılı başlarına kadar beklenmedik gerginliklerle karşılaşmıştır. İlişkileri tamir etmek bağlamında ciddi çalışmalar ise 2021 yılında revaç bulmuştur.

İki ülke dışişleri bakan yardımcılarının başkanlık ettiği heyetler arasında 2 gün süren istikşafi toplantılar Kahire’de 6 Mayıs 2021 tarihinde tamamlanmıştır. Taraflar samimi ve kapsamlı görüşmelerin devamının geleceği sinyalini vermiştir. 2013 yılında asgari düzeye inen ilişkilerden 8 yıl sonra yeni bir süreci başlatan görüşmelerde tarafları ilgilendiren temel konularda herhangi bir ön şart ileri sürülmemiştir. Bu kapsamda iki tarafın başta Doğu Akdeniz’de barış ve güvenliğin sağlanması olmak üzere Libya, Suriye ve Irak’taki gelişmelere yönelik yaklaşımlarını paylaştıkları anlaşılmaktadır.

Kaosa Karşı Mısır Devlet Kararı
Mısır halkı Mübarek rejimine karşı demokratik değerler etrafında birleşerek tepkisini ortaya koymuş, Tahrir Meydanı’nı dolduran milyonlar 11 Şubat 2011’de Hüsnü Mübarek’in istifa etmesiyle devrimin ilk başarılı neticesini almıştır.2012 yılında Mursi iktidarında meydana gelen gelişmeler askerî eliti fiilen harekete geçirmiştir. Zira seçim sisteminin de etkisiyle İhvan-ı Müslimin ve Selefi kanat Mısır Parlamentosunda tarihte ilk kez ağırlık kazanmış, Mursi devrinde çözüm bekleyen sorunlar azalmamış ve istikrarsızlık derinleşmiştir.

Mısır meydanları protestolara öteden beri alışıktı ama bu uzun süreli kaos ortamı devlet tarafından ülkenin güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit olarak görülmeye başladı. Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi askerî elitler yanında Kıpti Kilisesi, Ezher Üniversitesi ve Selefi Nur Partisi’nin de desteğini alarak yönetime el koydu.

Oysa birçok batılı ülke Sisi ile hemen resmî ilişkiler kurmakta bir beis görmemiştir. Mesela ABD Mısır’da iktidarda hangi aktör varsa o liderliği kabullenen bir siyaset izlemiş, Mübarek varken Mübarek’i, Mursi varken Mursi’yi, Sisi gelince de Sisi’yi desteklemiştir. Türkiye ise bu süreçte ilkesel bir tutum izlemiş, darbelere hassas olduğu için darbeyi kabullenememiş ve demokrasi noktasında çifte standart uygulamamıştır. Türkiye’nin Libya ve Suriye politikası da aynı minvalde seyretmiştir.

Türkiye Karşıtı Bloklar Dağılmak Üzeredir
2009 Davos toplantısında İsrail’e karşı “one minute” denildikten sonra meydana gelen gelişmeler oldukça dikkat çekicidir. Bu hadise Türkiye’nin Ortadoğu ve İslam dünyasının cesur sesi konumunu pekiştirmiştir. Ancak diğer taraftan bölgede elim hadiseler meydana gelmeye başladı. Bunlardan ilki, 31 Mayıs 2010’da Gazze’ye ilaç ve gıda malzemeleri yardımı götüren ve 32 devletten 663 yolcusu olan 6 gemi arasındaki Mavi Marmara gemisine uluslararası sulardaki İsrail saldırısıdır. Bu saldırı Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. Aralık 2010’da başlayan Arap ayaklanmaları ise Tunus’tan Libya, Mısır, Suriye ve Yemen gibi birçok Arap ülkesine yayılarak mevcut devlet yapılarını tehdit eden yeni bir süreç doğurmuştur. Söz konusu süreçte, Türkiye’nin bölgedeki ikili ilişkileri de büyük ölçüde zarar görmüş, Mısır ve Suriye’de ise siyasi ilişkiler tümüyle kopmuştur.

2010 yılında Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğal gaz yatakları bakımından da kritik gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı iki blok oluşmuş, birinci blokta Yunanistan ve GKRY, ikinci blokta ise BAE ve İsrail’in başını çektiği ülkeler yer almıştır. ABD ve Fransa gibi bölge dışından ülkelerin katılımıyla yapılan tatbikatlarda Türkiye ve KKTC’yi oyun dışında tutmak için birtakım planlar uygulanmıştır. Bu bağlamda intikam anlamı içeren ve adlarını mitolojik kahramanlardan alan 3 ayrı başlıkta deniz tatbikatları serisi başlamıştır.

1998-2009 yılları arasında Türkiye-İsrail-ABD üçlüsü Doğu Akdeniz’de “Mermaid/Denizkızı” adıyla ortak arama kurtarma tatbikatları yapmaktaydı. Hava ve deniz unsurlarını içeren bu tatbikatların sahası İsrail açıklarından İskenderun Körfezi açıklarına kadar uzanmaktaydı. Saha ve eylem açısından sınırlı olan bu tatbikat yerine yapılan yeni tatbikatlar Türkiye’yi dışarda bırakmıştır. 2010 yılında başlayan “Noble Dina” tatbikatları ABD, İsrail, GKRY ve Yunanistan’ın katılımıyla yapılmıştır. Bu tatbikat adını Tevrat’ta geçen Hz. Yakub’un kızı Dina’dan almaktadır. Dina, Kenanlı bir prens tarafından kaçırılıp ırzını koruyamayan ve abileri tarafından intikamı alınan bir karakteri temsil etmektedir.

2014 yılında başlatılan ve Türkiye’yi dışlayan diğer tatbikat serisi ise Nemesis adını taşımaktadır. Yunan mitolojisinde Nemesis, intikam tanrıçası demektir. Taşnak örgütü Birinci Dünya Savaşı sonrasında Nemesis adını kullanarak Türklere karşı çok sayıda suikast ve terör eylemleri gerçekleştirmiştir. 2020’de yedinci kez yapılan Nemesis tatbikatında ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır ve İtalya yer almıştır. Hava ve deniz araçlarının kullanıldığı tatbikat sahasına tek yanlı olarak ilan edilen GKRY MEB’indeki bazı parseller de dâhil edilmiştir.

Girit açıklarında yapılan bir diğer tatbikatın adı ise Medusa’dır. Yunan mitolojisinde güzelliğinden dolayı Athena’nın hışmına uğrayan Medusa, kendisini lanetleyenlerden intikam almak ve eski güzelliğine kavuşmak için yayını kullanacaktır. Medusa tatbikatı Yunanistan, GKRY ve Mısır üçlüsü arasında yapılırken 2020’de Fransa’nın da katılımıyla dörtlü olarak icra edilmiştir.

Görüldüğü gibi 2010 yılından itibaren Türkiye ve KKTC Doğu Akdeniz’deki tatbikatlardan dışlanmış, yalnız bırakılmaya çalışılmıştır. Daha da anlaşılmaz olan ise NATO müttefiki olarak Türkiye’nin neredeyse düşman unsurmuş gibi değerlendirilip adına intikam adı verilen farklı tatbikatlarda hedefe konuluyor olmasıdır.

Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Libya arasında imzalanan MEB antlaşması bu bakımdan çok kıymetlidir. Doğu Akdeniz’de Türkiye kendisinin ve bölgedeki Mısır, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi ülkelerin de aleyhinde olan kuşatmayı gevşetmek ve bozmak adına önemli adımlar atmaktan kaçınmamaktadır.

Türkiye kendi yüksek menfaatleri açısından bölgedeki merkezî hükûmetleri destekleyip toprak bütünlüklerini korumaya önem verme politikasını istikrarlı bir şekilde sürdürmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin Mısırla ilişkilerini geliştirme çabaları 3 noktadaki çıkarlarını korumaya yöneliktir: Doğu Akdeniz’de deniz ve hava sahalarındaki sınırların uluslararası hukuka, hakkaniyet ve adalet prensibine göre belirlenmesi, İsrail-Filistin barışı ve Suriye ve Libya’da iç barışın sağlanması. Buna karşılık Mısır’ın da 3 noktada toplanan çıkarları söz konusudur. Birincisi, Nil Nehri’nin sularını kullanma noktasında uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının korunmasıdır. İkincisi Süveyş Kanalı’nın güvenliğinin sağlanması bağlamında Sudan’da istikrarın sağlanmasına katkı verilmesidir. Üçüncüsü ise Mısır’ın toplumsal barışını bozan özellikle Sina’da konuşlanan terör unsurlarının temizlenmesine katkı verilmesidir.

Mısır ve Türkiye Doğu Akdeniz’in İki Büyük Gücüdür
Mısır, Arap ülkelerinin kalbidir ve güç merkezidir. Bu merkezde Körfez’e doğru kısmi bir kayma söz konusu olsa da salt mali güce dayanarak politika geliştirilemediği ve bir çekim merkezi oluşturulamadığı açıkça görülmüştür. Mısır hâlen birçok açıdan Arap dünyasının lider ülkesidir. Mısır bir Afrika ülkesi olmakla birlikte Doğu Akdeniz’deki rolleri itibarıyla bir Avrupa ülkesi konumundadır. Mısır, İslam ülkeleri içinde de müstesna bir konumdadır ve İİT içinde birçok alanda öncülük etmektedir. Eğitim, güvenlik ve yönetim alanlarında her Arap ülkesine hem insan kaynağı hem de teknik katkı veren bir ülkedir. Ortadoğu’da Mısır ciddi bir medya, kültür ve sanat gücüdür. Ortadoğu’daki Arap ülkeleri Mısır medyasını takip ettiklerinden Mısır merkezli yorumlara ağırlık vermektedir.

Mısır ile Türkiye’nin Başlattığı Süreç Çok Önemli
8 yıl süren Türkiye-Mısır gerginliği ilişkileri zedelemiş ve tarafları yormuştur. Doğal olarak Türkiye’nin diplomatik atağını boşa çıkarmaya çalışanlar olacaktır. Mısır, Türkiye ile ekonomik açıdan güçlü ilişkiler geliştirme niyetinde olduğunu göstermiştir. Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerinde oluşturacağı algı da önemlidir. Bazı ülkelerin medyalarında “Türkiye güvenli liman değildir” şeklindeki suçlamalar şimdiden hız kazanmıştır. Buna karşı Türkiye’nin diğer Arap ülkelerinde de kapsamlı diplomatik girişimler başlattığı görülmektedir.

Sonuç
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkleri Anadolu’dan çıkarmak isteyen güçler, aradan yüz yıl geçtikten sonra Türkleri Anadolu yarımadası içine hapsetmek hedefini gütmekte, Türkiye’nin etrafındaki denizlere çıkmasını ve mavi vatan sınırlarındaki meşru haklarını müdafaa etmesini bile hazmedememektedirler. Ege ve Doğu Akdeniz’deki mavi vatan sınırlarında ortaya çıkan hassasiyetin özü budur. 2009 yılından beri ortaya çıkan gelişmeler göstermektedir ki Türkiye yüzyıl öncesinde olduğu gibi yedi düvele karşı haklarını taviz vermeden koruma iradesini büyük bir sorumluluk ve öz güvenle sürdürmektedir. Söz konusu irade uluslararası hukuk, adalet ve hakkaniyet prensibinden hareketle icra edildiğinden bölge ülkelerinin de çıkarlarınadır. Bu durumun en somut örneği Libya-Türkiye MEB antlaşmasıdır ki bundan Mısır, Lübnan, İsrail, Filistin ve Suriye de kârlı çıkmaktadır.

Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkiler tarih boyunca zaman zaman kesintiye uğramış olsa da bulundukları jeopolitik şartlar tarafların birbirinden uzaklaşmasını değil uzlaşmasını çıkar yol olarak göstermiştir. Bu bağlamda, Mısır ile Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada tarihten gelen dostluk ilişkilerinin temelinde günümüzden 33 asır öncesine giden Kadeş Antlaşması vardır. Bölgenin iki kadim gücü arasındaki ilişkiler fetret devrini tamamlamış görünmektedir. Bu durum sadece iki ülkenin değil tüm bölge ülkelerinin çıkarınadır. Dışardan gelip de bölgede çıkar peşinde olan güçlerin de aleyhine bir durum oluşturmaz zira Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan barış iklimi dünya barışı ve refahına da katkı sağlayacak derecede heyecan verici ve değerlidir.