Rusya’nın Ukrayna’yı İşgali ve KİK Üyelerinin Tutumları

24 Şubat 2022 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Silahlı Kuvvetlerine Ukrayna’da geniş çaplı bir işgal harekâtı başlatılması emri vermiştir. ABD ve Avrupa başta olmak üzere Batılı devletler ise daha önce hiçbir ülkeye uygulamadıkları kadar güçlü yaptırımları Rusya’ya karşı uygulama kararı almıştır. Bu bağlamda Rusya, dünyada en ağır yaptırımlarının uygulandığı ülke hâline gelmiştir. Körfez bölgesine nispeten uzak olmasına rağmen bu savaş, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) bünyesindeki devletlerin karar mercileri nezdinde artan bir önem kazanmıştır. Hidrokarbon kaynakları açısından dünyanın en zengin rezervlerine sahip bu ülkelerin krize karşı tutumları önem arz etmektedir. Avrupa ülkeleri enerjinin silah olarak kullanılması ihtimaline karşın uzun süredir son derece endişeli bir vaziyette bulunmaktadır. Avrupa’nın petrol ve gaz ithalatı bakımından büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı olması, enerji tedarikinin sekteye uğraması hâlinde Avrupa ülkelerini savunmasız hâle getirmektedir. Böyle bir senaryo, Körfez ülkelerinin mecburi olarak alternatif enerji tedarikçisi olmasını gündeme getirmekte ve dolayısıyla bu ülkelerin krize dâhil olmalarını gerektirmektedir. Ancak KİK ülkelerini krize bağlayan tek unsur enerji değildir. ABD ve müttefikleriyle Rusya ve dostlarının, uluslararası düzeyde ve derin bir kutuplaşmaya gitmesi KİK ülkelerine de yansımıştır. Aslında KİK ülkelerinin bu krizde ABD yanlısı bir tutum benimsemesi beklenen bir durum olabilirdi ancak bölgesel konjonktür ve yaşanan gelişmeler, durumun daha karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır. Ukrayna krizi, başta Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan olmak üzere KİK üyelerinin farklı siyasi tutumlarını ortaya çıkarmıştır. Şaşırtıcı olarak yalnızca Katar ve Kuveyt, diğer KİK üyelerine kıyasla daha somut bir şekilde Ukrayna’nın yanında pozisyon alan ülkelerden olmuştur. Ayrıca 2 Mart tarihinde BM Genel Kurulunda Ukrayna konusunda alınan karara Arap ülkelerinden yalnızca Katar ve Kuveyt destek vermiştir. Genel kurulun bu kararında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali kınanmış, Moskova’nın askerî güçlerini geri çekmesi talep edilmiştir.

Katar ve Kuveyt’in krize yönelik bu tutumları için çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Çoğu gözlemci, bu ülkelerin mevcut politikalarını ABD’nin talimatını uyguladıkları şeklinde yorumlamıştır. Bazı uzmanlar ise enerji faktörünün önemli bir değişken olduğuna dikkat çekmekte, Ukrayna’yı destekleyen Doha’nın Avrupa ülkelerine gaz tedarikini arttırma şansına sahip olabileceğini ileri sürmektedir. Genel olarak Moskova’nın Avrupa’ya doğal gaz ihracatını durdurması hâlinde, Katar’ın bunu telafi etme ihtimalinin olduğu düşünülmektedir. Ancak böyle bir varsayım mevcut gerçeklikle örtüşmemektedir. Katar, dünyanın önde gelen sıvılaştırılmış doğal gaz (Liquefied Natural Gas-LNG) ihracatçılarındandır fakat Katar gazının önemli bir kısmı uzun vadeli anlaşmalar gereğince Doğu Asya ülkelerine ihraç edilmektedir. Batı’daki alıcıların aniden taleplerini artırması hâlinde söz konusu bu kontratlar, Doha’nın manevra alanını önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Dolayısıyla Rusya, Avrupa’ya gaz tedarikini durdurma kararı alırsa Doha Moskova’nın Avrupa’ya sağladığı doğal gazı telafi edemeyecektir. Doha; Azerbaycan, Cezayir ve diğer gaz ihracatçısı ülkelerin yardımıyla enerji ithalatını çeşitlendirmek ve Rusya’ya olan bağımlılığı azaltabilmek için Avrupa’ya destek sunabilir fakat bu yaklaşım, ancak uzun vadeli bir strateji doğrultusunda uygulamaya konabilir.

Katar’ın neden Ukrayna tarafında yer aldığı anlaşılabilir bir durumdur. Doha, ABD’nin Ortadoğu’daki önemli müttefiklerinden biridir ve LNG sektöründe küresel bir aktör konumundadır ancak bazı diğer faktörler de Doha’nın Ukrayna yanlısı bir politika izleme kararını etkilemiş ve tereddüt etmeden pozisyonunu ortaya koymasını sağlamış olabilir. Uzmanların gözden kaçırdığı ve daha fazla odaklanmaları gereken nokta, Katar ve Kuveyt’in ABD ile müttefik olmalarının yanı sıra, kendilerini tarihî tecrübeleri sebebiyle de Ukrayna’ya yakın olarak görmeleridir. İki ülke de küçük devletler olarak daha büyük ve güçlü aktörlerin arasında kalmış, komşu ülkelerin agresif politikalarından dolayı ciddi sıkıntılar yaşamıştır. Kuveyt, 1990 yılında Irak işgalinden dolayı zarar görmüş, Katar ise 2017 yılında Suudi Arabistan öncülüğünde başlatılan ablukaya maruz kalmıştır. İki devletin de Ukrayna krizindeki pozisyonları büyük ölçüde kendi tarihî tecrübelerini yansıtmaktadır. Dolayısıyla Katar ve Kuveyt, krize taraf olan ülkeleri, devletler arasındaki ilişkilerde güç kullanımını yasaklayan uluslararası yasa ve normlara bağlı kalmaya, tehdit altındaki sivilleri korumaya ve anlaşmazlıkları diplomatik yollarla çözmeye davet etmektedir.

Suudi Arabistan ve BAE’ye bakıldığında, bu iki ülkenin farklı sebeplerden ötürü farklı tutumlar benimsedikleri görülmektedir. BM Güvenlik Konseyinde Arap ülkelerinin tek temsilcisi konumunda bulunan BAE, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınamak maksadıyla alınan 26 Şubat tarihli kararda çekimser oy kullanmıştır. Dahası Abu Dabi, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını bir işgal olarak dahi tanımlamaktan kaçınmaktadır. Putin ve Abu Dabi Veliaht Prensi arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde BAE’nin Rusya’nın pozisyonunu desteklediği anlaşılmış, iki taraf enerji konusunda koordineli bir şekilde hareket etmiştir.

BAE’nin söz konusu politikasını açıklamak için üç faktöre değinmek gerekmektedir. İlk olarak, son yıllarda Abu Dabi ve Moskova arasındaki iş birliği ekonomik, diplomatik ve hatta güvenlik alanlarında büyümeye devam etmektedir. BAE’nin Suriye ve Libya politikaları bu iş birliğinin en önemli örneklerini oluşturmaktadır. İkinci olarak, BM Güvenlik Konseyinde Yemen’deki Husilerin kınanmasına ilişkin Rusya’nın tutumu önemli olmuştur. BAE tarafından talep edilen kınama kararı, Rusya’nın desteği ya da en azından tarafsızlığı sağlanmadan gerçekleştirilemezdi. Nitekim Rusya, 28 Şubat tarihinde İran yanlısı Husi milislerin kınanmasına ve bunlara karşı silah ambargosu uygulanmasına dair teklife destek vermiştir. Üçüncü ve en önemli faktör ise BAE’nin Biden yönetimiyle iyi ilişkilere sahip olmamasıdır. BAE’nin perspektifinden bakıldığında Biden yönetimi, Abu Dabi’nin ABD nezdindeki önemini azaltmış, Körfez’deki rakibi Katar’ı Abu Dabi aleyhine daha da ön plana çıkarmaya başlamıştır. Doha’ya, Trump dönemine kıyasla artık daha önemli bölgesel ve uluslararası roller verilmeye başlanmıştır. Tuhaftır ki hem BAE hem Rusya, 2017’de başkan olmadan önce Trump’ın seçim kampanyasını desteklemekle suçlanmıştır.

Emirliklerin Rus yanlısı tavrı, ABD müttefiki olması gereken Abu Dabi’ye pek çok eleştirinin yöneltilmesine sebep olmuştur. Abu Dabi, bu baskıyı göz önünde bulundurmuş ve BM Genel Kurulunda alınan Moskova’yı kınama kararını onaylayarak Rus yanlısı pozisyonunu asgari maliyetle yumuşatmaya çalışmıştır. Dahası BAE, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütüne (OPEC) aşırı yükselen petrol fiyatlarını düşürmek için daha fazla petrol üretme konusunda baskı yapacağını duyurmuştur. Ancak BAE’nin bu yönde çaba gösterip göstermeyeceği belirsizliğini korumaktadır. Dahası bu çabalara diğer üye ülkelerin karşı çıkma ihtimali mevcuttur.

Suudi Arabistan’a bakıldığında, ülkenin Rusya-Ukrayna krizinde ABD’nin pozisyonunu desteklemediği, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali konusunda açıklama yapmaktan kaçındığı ve piyasaya daha fazla petrol sağlamayı da reddettiği görülmektedir. Ayrıca Riyad, Rusya ile yapılan OPEC+ Anlaşması’na sadık olduğunu belirtmiş, bu da Suudilerin Rusya’yı desteklediği şeklinde yorumlanmıştır. Son yıllarda Suudi Arabistan-Rusya ilişkileri hızlı bir şekilde gelişim göstermiştir. Ancak bu durum, Suudi Arabistan’ın Rusya-Ukrayna krizine ilişkin hesaplamalarındaki temel faktörü teşkil etmemiştir. Riyad petrol fiyatlarındaki artışı memnuniyetle karşılamasına rağmen, krize yönelik Suudi politikasının en önemli değişkenini Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın (MBS) kişisel duruşu oluşturmaktadır.

Joe Biden, ABD başkanı olduğundan beri MBS’yi ciddiye almamış ve hatta onunla konuşmayı dahi reddetmiştir. Bu bağlamda Suudi Veliaht Prensi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini ABD yönetimine baskı kurabilmek için bir fırsat olarak değerlendirmiştir. MBS, piyasadaki petrol arzını artırmayı reddederek Biden’ın kendisine karşı tutumunu değiştirebileceğini düşünmüştür. Ancak ABD’nin son zamanlarda İran’a ve Venezuela’ya yönelik hamleleri, MBS’nin planlarının geri tepebileceğini göstermektedir. Biden yönetimi, petrol karşılığında Venezuela’ya karşı uygulanan yaptırımları yumuşatmaya açık oldukları sinyalini vermiştir. İran ile nükleer anlaşmanın çok yakında gerçekleşebileceği göz önünde bulundurulduğunda, Washington’ın Tahran ile anlaşmaya varması hâlinde, MBS’nin petrol üretimini arttırmayı reddetmesi dolaylı olarak İran’a fayda sağlayacaktır. Veliaht Prens’in imajının ABD ve Avrupa başkentlerinde daha fazla zarar görme ihtimali de mevcuttur. Yine de MBS’nin fikrini yakın zamanda değiştirip değiştirmeyeceğini zaman gösterecektir.  

Bu görüş 18 Mart 2022’de MENA Affairs internet sitesinde “Russia’s invasion of Ukraine: The motives behind the position of the GCC members” başlığıyla yayınlanmıştır.