Su Sorununu Ortaya Çıkaran Nedenler

Dr. Seyfi KILIÇ, ORSAM Su Araştırmaları Programı Danışmanı
Sınıraşan veya sınır oluşturan sulara ilişkin uyuşmazlıklar, su arz ve talebinin birbirine yaklaştığı sırada, genellikle havzanın güçlü ülkesinin diğer havza ülke ya da ülkelerini etkileyebilecek bir projeyi uygulamaya koyması ile ortaya çıkmaktadır. Yeni tarım politikaları, kıyıdaşların büyük ölçekte su kullanımına neden olan başlıca etkendir. Ayrıca akımında doğal dalgalanmaların olduğu su sistemlerinde uyuşmazlık çıkma ihtimali daha yüksektir.
 
Kıyıdaş ülkeler arasında su sorunun yanı sıra, başka gerginliklerin de olması ülkelerin genel olarak güvenliğe, özel olarak ise gıda güvenliğine artan bir önem vermelerine yol açmaktadır. Gıda güvenliği kavramı ise su güvenliğine neden olarak kıyıdaşlar arasında gerginliğin daha da artmasına neden olmaktadır.
 
Noktasal ya da yaygın bir kirlilik kaynağı ya da nehir sistemine tuz ve kimyasallarla kirlenmiş su girişine neden olan yoğun tarımsal gelişme de, su çatışmasını körükleyebilmektedir. 1960’ların sonunda, bu konuda ABD ile Meksika arasında bir uyuşmazlık baş göstermiştir. Aynı zamanda Slovakya ve Macaristan arasında da, çevresel kaygılar nedeniyle, Tuna nehrinin kullanımı ile ilgili sorun ortaya çıkmıştır.
 
Havza ülkelerindeki politik değişimler sorunun çözümüne olumlu katkı sağlayabileceği gibi, olumsuz bir etkide de bulunabilmektedir. Bu konuda örnek vermek gerekirse; Sudan’ın bağımsızlığını kazandığı 1956 yılından, Mısır yanlısı bir hükümet darbesine kadar olan süreçte, iki ülke arasındaki müzakereler fazla bir ilerleme kaydedememiş olmasına rağmen, darbeden sonra her iki taraf da tavırlarını yumuşatmış ve 8 Kasım 1959’da andlaşma imzalanmıştır. Ancak, yine Nil havzasında, Etiyopya’daki Marksist bir darbe sonucunda başa gelen yeni iktidar ile Mısır arasındaki gerginlik artmıştır. Olumsuz değişime örnek olarak ise Hindistan ile Bangladeş arasındaki Ganj nehri örnek verilebilir. Hindistan, henüz Bangladeş Doğu Pakistan adıyla Pakistan’a bağlı iken, Ganj nehrine ilişkin uyuşmazlıkta daha uzlaşmaz bir tutum takınırken, 1971 yılında Bangladeş’in bağımsızlığını kazanması sürecine yardım ettiği için, sorunun çözümünde daha fazla söz hakkı olabileceğini düşünmüş, ancak yanıldığı kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştır.
 
Bir uyuşmazlıkta taraflar ne kadar esneklikten yoksun bir tutum takınırlarsa, sonunda bu tutum kamuoyları tarafından da kabul edilmekte ve nihayetinde karar vericiler kamuoyunun baskısı altına girmektedirler. Bu durum da uzlaşmaya varılmasını güçleştirmektedir. Ganj konusunda, Hindistan ve Bangladeş bu şekilde davranmış ve çıkmaz içine girmişlerdir.
 
Su uyuşmazlıklarına neden olan bir diğer faktör de, yeni kıyıdaş ülkelerin ortaya çıkmasına neden olan politik bölünmelerdir. Ganj, İndus ve Nil havzalarında görüldüğü gibi hakim gücün ortadan kalkması ve yeni devletlerin ortaya çıkışı ile birden çok ülkenin egemenlik alanına giren havzalarda uyuşmazlık çıkmaktadır. Kıyıdaş ülkeler arasında su sorunu ile birlikte, sınır sorunlarının da bulunması sorunu daha karmaşık bir hale sokmaktadır. Hindistan ile Pakistan arasında sorun teşkil eden ve hala bir çözüme kavuşturulamamış olan Keşmir sorunu, İndus nehrinin kullanımına ilişkin uyuşmazlıkta, Dünya Bankası soruna müdahale etmeden önceki müzakerelerde, iki tarafın da tutumunu etkileyen bir faktör olmuştur.
 
Kıyıdaş ülkelerin konumunu da içeren göreceli güç ilişkileri, uyuşmazlıkların doğasını etkileyen başlıca güçtür. Aşağı ya da yukarı kıyıdaş bir ülke, eğer havzanın başat gücü ise, ya kendisi diğer havza ülke veya ülkelerini dikkate almadan bir proje geliştirebilmekte, ya da diğer ülkelerin kendisini etkileyebilecek kullanımlarını engelleyebilmekte ve bu durum da suyun kullanımı ile ilgili bir çatışmaya yol açabilmektedir. Hindistan’ın Ganj nehrine ilişkin tutumu ve Mısır’ın Nil havzasında Etiyopya’nın girişimlerini engellemesi bu durum için örnek teşkil etmektedir.
 
Bir havzadaki ülkelerin farklı genel gelişmişlik düzeyleri de, hidropolitik durumu etkileyebilmektedir. Bir ülke geliştikçe, evsel ve endüstriyel su talebi, tıpkı daha önceleri marjinal sayılan tarım arazilerine olan talep gibi artmaktadır. Özellikle nüfus artışının yüksek olduğu kesimlerde bu durumun baskısı daha ağır hissedilmektedir.