Tişrin Barajı Savaşı: Ortadoğu’da Hidrolik Yapıların Artan Önemi

Irak ve Suriye’de, son on yıllık süreçte barajlar giderek büyük önem taşımaya başlamıştır. Savaşın ilk perdesi IŞİD’in merkez kalesi haline gelen Tabka Barajı’nda sahnelenmiştir. İkinci olay, Irak’ın en büyük barajı olan Musul Barajı’nın DEAŞ (IŞİD) tarafından saldırıya uğraması ve işgal edilmesi sırasında yaşanmıştır. Şimdi ise stratejik bir biçimde konumlandırılmış bir başka barajolan Tişrin Barajı, yeni çatışmalara sahne olmaktadır. Suriye’deki savaşın hız kesmeden sürdüğü düşünüldüğünde, bunun son baraj savaşı olmayacağı aşikârdır.

 

Tişrin Barajı, daha güneyde yer alan Tabka ve Baas barajları ile birlikte Suriye’nin Fırat üzerine inşa ettiği üç büyük barajın sonuncusudur. Tişrin Barajı’nın inşası için gereken çalışmalara 1991 yılında, Tabka Barajı’nın başlangıçta planlandığı kadar enerji üretemediği fark edilince başlanmıştır. Barajın inşası, Hafız Esad’ın ölümünden bir yıl önce, 1999 yılında tamamlanmıştır. Tabka Barajı’nın yeterli enerjiyi üretememesi nedeniyle asıl amacı hidroenerji üretmek olarak belirlenen Tişrin Barajı, Kuzey Suriye’nin elektrik ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılamaktadır. Altı türbini ile 630 MW’lık bir kapasiteye sahip olan Barajın bir diğer stratejik önemi ise Tabka Barajı’nın kuzeyinde, Türkiye’ye yaklaşık 50 km’lik bir yakınlıkta olmasıdır. Baraj, son yıllarda Kürt güçleri ile DEAŞ arasındaki çatışmaların odak noktası haline gelmiştir.

 

2014 yılından beri DEAŞ’ın elinde olan Tişrin Barajı’nın kontrolü, geçtiğimiz haftalarda (24-26 Aralık 2015) YPG öncülüğündeki bir saldırı ile Kürtler’in eline geçmiştir. Baraj kontrolünün ele geçirilmesi, Suriye’nin batısına ulaşmak isteyen Kürtler için kritik bir zaferdir. Buna rağmen, gizli bir DEAŞ hücresinin Baraj bölgesinde hala aktif olduğu ve Baraj yapısına güçlü patlayıcılar yerleştirdiği bildirilmiştir. Şayet DEAŞ’ten gelen tehdit ciddi ise bu durum, Tişrin Barajı’ndaki su seviyesinin artmasıyla birlikte ele alındığında, oldukça kritik bir noktaya gelmiş demektir. Ancak yine de Tişrin Barajı gibi 40 metre yüksekliğindeki devasa bir yapının tamamen yıkılması için gerçekten oldukça güçlü patlayıcılara ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır. Bazı uzmanlar böyle bir yıkımın pek de mümkün olmadığını dile getirmişlerdir. Öte yandan, Baraj’daki su seviyelerinin yükselmesi Türkiye’nin, Suriye tarafına giden Fırat suyunu kestiği iddialarının asılsız olduğunu da kanıtlamıştır.

 

Tişrin Barajı’ndaki Kürt zaferinin uzun soluklu olup olmayacağı şüpheli bir durumdur. DEAŞ’ın Doğu ve Batı Suriye’yi birebirine bağlayan bu denli stratejik bir bölgede kaybettiği alanları geri almak için saldırıya geçmesi olasıdır. Kürt güçlerinin Fırat’ın batı kıyısında ilerleyişe geçtiği ve burada DEAŞ’la çatışmaya devam ettiği de söylenmektedir.

 

ABD’nin, bütün DEAŞ karşıtı askeri operasyonlar sırasında Kürt güçlerine destek verdiği açık bir biçimde görülmüştür. Öte yandan, Türkiye YPG’yi ne bir müttefik ne de Suriye muhalefetinin desteklenmesi gereken bir parçası olarak görmektedir. Türkiye Kuzey Suriye’de özellikle Fırat’ın batısına doğru yayılan bir Kürt üstünlüğüne karşıdır. Bu şartlar altında, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerdeki soğuk durum artacağa benzemektedir. Ancak Amerikalılar, YPG öncülüğündeki güçleri desteklemenin, Bölgedeki istikrarı daha geniş bir devletlerarası düzende bozabilme ihtimalinin bulunması noktasında asıl amaca zarar verebilecek olması gibi riskli bir ihtimalin daha çok farkına varmaya da başlamışlardır.

 

Tüm bu anlatılanlar, suyu ve suyun ürettiği enerjiyi kontrol etmenin, gücün kendisinin akışkan olduğu bir coğrafyada ne kadar belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamaktadır. İstikrarlı ve etkili bir devlet kontrolünün eksikliği, Suriye ve Irak’taki barajları uzun süredir yalnızca savaş alanlarına değil mücadele ortamlarına da çevirmiştir. Tabka Barajı’nın DEAŞ tarafından kapatılması, Anbar Eyaleti’ni büyük bir güçlükle karşı karşıya bıraktığı için Irak için büyük bir endişe idi. DEAŞ’ın 2014 Ağustos ayında sona eren Musul Barajı işgali, Baraj inşa edildiğinden beri havza etrafındaki karstik yapının neden olduğu acil onarım ihtiyacı nedeniyle oldukça sıkıntılı bir hal almıştı. Bu yaşananlar, Suriye ve Irak’taki su ve enerji yönetiminin karşılaştığı asıl tehlikenin bu ülkelerin kendi içlerinde ortaya çıktığını ve Türkiye’den giden suların durumla pek de bir alakası olmadığını göstermiştir. Asıl sorun, bu ülkelerin hangi miktarlarda su aldığı değil halihazırda sahip oldukları su kaynaklarını nasıl yönetebildikleridir. Su yönetimi için uygun bir kurumun olmadığı durumlarda fazladan su sağlanması hiçbir işe yaramayacaktır. Sağlıklı bir su yönetimi sisteminin oluşturulması için ilk ve en önemli adım, şu an için her ne kadar seçeneklerin dışında gözükse de, hem Suriye’de hem Irak’ta bir düzenin kurulmasıdır. Bölge dışından olan aktörlerin müdahalesi de bu ülkelerin yaşadığı çatışmalarda süreci uzatıcı bir etki yapmıştır. DEAŞ’ın ortadan kaldırılması, bütün NATO müttefiki ülkelerin ve Rusya’nın ortak amacıdır. Ancak “nasıl?” ve “sonrasında ne olacak?” soruları farklı gündemlere sahip olan ülkeler arasında ayrılıklara neden olmaktadır. DEAŞ’ın son yenilgisi, Batı’da büyük alkış alması beklenen bir olay olabilir, ancak –uzun vadede- çözdüğünden daha fazla soruna yol açma ihtimali de bulunmaktadır.