Türkiye’nin Mülteci-Sığınmacı Politikası ve Suriye

Dr. Tuğba Evrim Maden, ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı, temaden@gmail.com
25 Nisan 2013 tarihinde Ankara’da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Kadın Platformu, Güncel Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Mülteci-Sığınmacı Politikası başlıklı bir çalıştay düzenledi.  Mart 2011 itibariyle Suriye’de başlayan olaylar ile aynı yılın Nisan ayında ülkede yaşananlar nedeniyle Suriye’den özellikle Türkiye’ye, Ürdün’e, Lübnan’a ve Irak’a kütle halinde göçler yaşanmıştır.
 
Türkiye 1960’lardan itibaren iç ve dış göç yaşamaya başlamıştır. İç göç köyden kente bir akış halinde gerçekleşirken, başka ülkelere dış göç veren bir ülke özelliğine sahip olmuştur.  Doğu ve batı koridorunda transit ülke pozisyonunda olan Türkiye, 1990’lara kadar sürekli göç veren bir ülke olmuş ve bu konuda yükümlülüklere hakim olmuştur. 1990’lardan itibaren gerek Körfez savaşı nedeniyle Irak’tan, İran’dan, Afganistan’dan ve Afrika ülkelerinden göç almaya başlamıştır. Ekonomisinin gelişmesi, AB adayı ülke olması, jeopolitik konumu vb. nedenlerle yaklaşık son 25 yıldır göç alan hedef ülke olmuştur.
 
Bu doğrultuda ülkemize yapılan göçler ve mültecilik başvuruları ile ilgili olarak 4 Nisan2013 tarihinde Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanun 11 Nisan 2013 tarihinde 6458 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu yeni kanunla Avrupa Birliği ile ulusal yapıyı uyumlaştırma ve hukuku altyapıyı sağlamlaştırma amaçlanmaktadır. (1)
 
Türkiye, 28 Temmuz 1951 yılı tarihli Cenevre’de imzalanan Mültecilerin  Hukuki  Durumuna  ilişkin Sözleşme'ye taraf ülkedir. O dönemde özellikle İtalya ve Almanya’dan meydana gelen göçlere ilişkin yapılan bu düzenlemede coğrafya ve tarih kıstası yer almaktadır. 1951 Sözleşmesine göre 1 maddenin 2. Fıkrasında mülteci tanımı  “1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusukorku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır.”olarak yer almaktadır. (2)
 
16 yıl sonra Cenevre Konvansiyonu’nda tarih şartının kalkması ve coğrafya kısıtının devletlerin tercihine bırakan Mültecilerin Hukuk Statüsüne İlişkin 1967 protokolü imzalanmıştır. Taraf ülkelerden Türkiye, Monako, Madagaskar ve Kongo dışında tüm devletler coğrafya kısıtını kaldırmıştır.  Türkiye coğrafi kısıtlarına göre Avrupa dışından Türkiye’ye gelenlere sığınmacı statüsü verilmektedir.
 
Suriye’den, Türkiye’ye toplu halde sığınan halk Türkiye’nin açık kapı politikası gereği, ülkemize sığınabilir, ülkelerine kendi istekleri dışında geri gönderilemez, “geçici koruma altında” statüsüne sahip Suriyelilerin eğitim, sağlık desteği ve barınması Türkiye Cumhuriyeti tarafından sağlanmaktadır. Suriye’den meydana gelen göç, düzensiz, zorunlu ve yerinden edilme olarak tanımlanabilmektedir.  Nisan 2011’de Türkiye sınırında yığılma başlayınca, ilk kamplar Hatay Yayladağ’da kuruldu ve geçici korunuma alınmış Suriyeliler misafir olarak kabul edildi. İlk tedbirler 100 bin kişi odaklıydı.  AFAD’ın verilerine göre şu anda sekiz ilde, 14 çadır, 3 konteynır kent olmak üzere toplam 17 kamp vardır. Son dönemlerde artış olma ihtimaline karşın Mardin-Midyat, Mardin- Nusaybin, Malatya ve Kilis’te ortalama 100 bin kişilik dört yeni kamp yapım aşamasındadır.  192.784 Suriyeli kamplarda yaşarken, 250.000 Suriyeli ise kamp dışında yaşamaktadır. Hatay’da 55 bin, Gazi Antep’te 35 bin, Şanlıurfa’da 30 bin, geri kalan nüfus ise diğer illerde yaşamaktadır. Kamplarda Nisan 2011 tarihinden itibaren 3113 çocuk dünyaya gelmiştir.
 
Avrupa Birliği’ne göre Suriye’de yaşanan durumun daha da kötüleşmesinden endişe edilirken, krizin başka ülkelere yayılma tehlikesi de dile getirilmektedir. Bu süreçte, 6,5 milyon insan şiddetten etkilendi ve insani yardıma ihtiyacı söz konusu. 4,2 milyon insan Suriye’de yerinden edilirken, yaklaşık 1,2 milyon insan, Türkiye, Ürdün, Irak, Mısır, Lübnan ve diğer ülkelere sığınmış durumdadır. AB, Suriye krizinde en büyük donör olarak yerini almaktadır. 555 milyon avro insani yardımda bulunan AB, 300 milyon avroyu AB kurumlarından, 250 milyon avro ise AB ülkelerinden sağlanmıştır. Söz konusu bu yardım meblağı, Kuveyt’in 172 milyon avroluk taahhüdünden ayrıdır. AB, Suriye’de yardımı yüzde 60 oranındadır. AB, 25 milyon avro Türkiye için ayırmıştır. Bölgesel destek programı dahilinde ise 8,2 milyon avro Türkiye’ye ayrılmıştır. Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO), Türkiye, UNHCR, Kızılay üzerinden 10 milyon avro tutarında bir yardımda bulunmuştur. Önümüzdeki günlerde da AB tarafından 13 milyar avroluk bir yardım paketi hazırlanmaktadır. Bu paketten 10 milyon avro UNHR’ YE verilecektir, 3 milyon avro ise AFAD’a verilecektir.
 
Çalıştay sonunda, AB’nin desteğinin Türkiye’ye yetmeyeceği ve Türkiye’ye bu konuda yeni yardımlar yapılması gerektiği, bu sorunla ilgili olarak Türkiye’nin üzerinde çok fazla sorumluluk olduğu ve bu sorumluluğun paylaşılması gerekliliği, yeni kabul edilen ve 2014 yılında yürürlüğe girecek olan “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” ile yeni tanımlamalar (mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma ve geçici koruma) yapılacağı ve bu konuda hukuki altyapının kuvvetlendirileceği, önümüzdeki günlerde Türkiye ve diğer ülkelere akın yapan nüfusun daha da artacağı ve bu konuda çalışmalar yapılması gerekliliği ve hem Türkiye için hem de kamplar için psikolojik bir sınır olduğu ve bu konuda Türkiye’nin desteklenmesi gerekliliği vurgulanmıştır.
 
(1) Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/04/20130411.htm&main=
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/04/20130411.htm
 
(2) Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi,
http://www.hyd.org.tr/?pid=294