Ukrayna-Rusya Savaşı ve Holokost Tartışmaları

Ukrayna’daki insani krizin büyüdüğü ve bölge ülkelerinin Rusya ve Ukrayna arasında varılabilecek muhtemel barış için çabalarının sürdüğü bir ortamda, sürecin başında tarafsızlığını koruyan ve iki ülke arasında arabuluculuk rolünü yoklayan ülkelerden biri de İsrail oldu. Knesset’te Batı’yla diyalog geliştirmeye yakın az sayıda siyasetçiden biri olan Başbakan Bennett ise söylemlerini dikkatli kullanarak taraflar arasında potansiyel bir arabuluculuk sergileyebilmek için diyaloğu herkesle açık tutmayı tercih etti. Kriz, İsrail açısından güvenlik endişesi ve ekonomik çıkarlar üzerinden okunmakla beraber çoğu zaman kamuoyunu daha da tepkiselleştiren ve tartışmalara yol açan “Yahudilik” ve “Holokost” bağlamına çekilmeye devam etmektedir. Bu durum, Rusya ve Ukrayna arasında “arabulucu” olma ve tarafsızlığını koruma ihtiyacında olan İsrail’in Rusya ile ilişkilerini tehlikeye atabilecek olumsuzluklara yol açmaktadır.

İsrail toplumunun yaklaşık %76’sının Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’yı desteklediği tahmin ediliyor. Ülke, özellikle geçtiğimiz mart ayının başında, Tel Aviv’de Rus karşıtı büyük protestolara şahit oldu ve Ukrayna lideri Zelensky’nin Knesset’teki tartışmalara sebep olan “Holokost” konuşmasından sonra, krizin boyutunun İsrail toplumu açısından daha hassas bir şekilde derinleşmesine sebep oldu. Çoğu İsrailli siyasetçi Ukrayna’da yaşananların Holokost ile karşılaştırılmasının kabul edilemez olduğunu ifade ederken insani krizin büyümesiyle birlikte Ukraynalı yetkililer, sıklıkla yaptıkları Holokost hatırlatmalarıyla İsrail kamuoyunu harekete geçirmeyi hedeflemektedir. Rusya ve Ukrayna kökenli Yahudilerin İsrail ile tarihî ve kültürel bağlantılarını anlamak ise durumu takip edebilmek açısından önem arz etmektedir. Sovyetler Birliği ve ABD’nin çekişmesine sahne olan ve İsrail-Filistin meselesini çözümsüz bırakan Arap-İsrail savaşları sonrası Sovyetlerin dağılması, Rus-İsrail ilişkilerinin gelişmesine de verimli bir zemin oluşturmuştu. Sonuç olarak, bugün İsrail nüfusunun %15’ini Ukrayna topraklarının da dâhil olduğu Sovyet Rusya’dan ülkeye göç eden Yahudiler oluşturmaktadır. İsrail, 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nden göç eden, Rusça konuşabilen, siyasi eğilim olarak çoğunlukla ülkenin güçlü seküler-ulusal kanadını oluşturan ve başlıca Aşkelon şehrinde ikamet eden yaklaşık 1,2 milyon göçmene ev sahipliği yapmaktadır. Rusya lideri Putin’in de Rusça’ya hâkimiyetleri nedeniyle Rus nüfuzunun kültürel bir yayılım aracı olarak övündüğü bu topluluk, ülke siyasetinde belirleyici bir oy potansiyeline sahip olduğu kadar, Almanya ve ABD’den sonra İsrail’in Rusça konuşabilen en kalabalık nüfusa sahip üçüncü ülke olmasını da sağlamaktadır.

1990’ların başında Sovyetlerin dağılma sürecine girmesiyle İsrail, Rusya Federasyonu ile güçlü ekonomik ve diplomatik ilişkiler kurmaya başlamış, Ariel Şaron ve Binyamin Netanyahu bu ilişkilerin kilit isimleri olmuştu. Ülkedeki en güçlü siyasi profillerden biri de önceki Netanyahu hükûmetlerinde savunma ve dışişleri bakanlığı yapan, anti-ortodoks politikalarıyla bilinen ve ülkedeki tek “Sovyet eğilimli, seküler-Rus” parti olan Israel Beytanu (İsrail Evimiz) Partisinin lideri Avigdor Lieberman olarak biliniyor.

Ukrayna krizi patlak verdiğinde, İsrail Başkanı Bennett’in Putin’i ve Rusya’yı doğrudan kınamaktan kaçınması, değerlendirmelerinde “Rusya” ifadesini kullanmayıp savaşın trajedisinin bitmesi adına genel üzüntü ve umut ifadelerini tercih etmesi ve askerî destek yerine İsrail’in Ukrayna’ya yaklaşık 100 tonluk insani yardım sağlaması göze çarpan önemli noktalar olmuştu. İsrail cephesinde Başbakan Naftali Bennett daha dikkatli bir söylem takip ederken, Dışişleri Bakanı Yair Lapid Rusya’yı, özellikle sivillere karşı işlediği savaş suçları üzerinden çok daha sert bir tonla kınamış ve krizin başında “Rus işgali” nitelendirmesini kullanmıştı. İsrail, mart ayının başında BM Genel Kurulunda Rusya’yı kınayan ülkeler arasında yer almakla birlikte herhangi bir askerî destek ve silah tedariki konusunda Ukrayna’ya yardım edilmesi ve Rus oligarklara yönelik Batı yaptırımlarına katılması üzerine uluslararası beklentilere olumsuz yaklaşmıştı.

Süreç devam ederken, özellikle Rus güçlerinin 30 Mart’ta Buca’dan çekilmesiyle ortaya çıkan Rus katliamının boyutu büyük bir şok etkisi yaratmış, şehirde 410 sivilin cansız bedenine ulaşılmasının ardından Ukrayna, ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği, Rusya’nın katliam yaptığını ifade etmişti.  Ardından İsrail, yaptırımlara katılması ve askerî destek sağlanması hususunda Ukrayna tarafından daha fazla baskıyla karşılaşmıştı. Nitekim geçtiğimiz nisan ayı başlarında İsrail’e yaptıkları ziyaret sırasında Ukraynalı delegeler, İsrail’den tarafsızlık tutumunda daha fazla sorumluluk beklediklerini ifade etmişti. Ukraynalı heyete başkanlık eden, aynı zamanda İsrail’de mukim geniş bir aileye sahip olan ve İbranice konuşabilen Yahudi kökenli Ukraynalı Milletvekili Vasilevskaya-Smaglyuk, Ukrayna’daki krizin “Holokost” ile karşılaştırılmasının İsrail toplumunu ne kadar rahatsız ettiğine değinmiş ve “İsraillilerin, Holokost’un şu anda Ukrayna’da gördüklerimizle başladığını anlamaları gerekiyor” ifadelerini kullanmıştı. İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Lieberman’ın Buca’da katliam olmadığını iddia eden sözlerini ise “utanç verici” olarak nitelendirmişti.

İsrail’in bir taraftan “Yahudiler için güvenli ve son cennet ülke” statüsünü Ukraynalı Yahudi mültecileri ülkeye getirerek devam ettirmeye çalışması, bir taraftan çifte vatandaş ya da Yahudi kökenli Rus oligarklar meselesini Batı yaptırımlarını da dengeleyerek yönetmek istemesi, birçok sorunu da beraberinde getirdi. Ukraynalı mültecilerin İsrail’e getirilmesi ve işgal altındaki Batı Şeria topraklarına yerleştirilecek olması gerek İsrail toplumu gerekse uluslararası kamuoyu tarafından takdir edilmişti. Buna karşı, Ukraynalı mültecilerin %90’ının Yahudi olmadığının İçişleri Bakanı Ayelet Şeked tarafından iddia edilmesi ise iç kamuoyunda tepkilere yol açmıştı. Bu gelişmeler ise Sovyet sonrası İsrail’e göç eden Rus diasporasının Yahudi kökenleri üzerine ortaya atılan tartışmaların Ukrayna kriziyle birlikte tekrar gün yüzüne çıkmasına sebep oldu: Geçmişte 1990’larda Geri Dönüş Kanunu çerçevesinde İsrail’e göç eden ve Rusça konuşan ilk nesli oluşturan yaklaşık 300.000 göçmen, Yahudi anneye sahip olmadıkları gerekçesiyle Yahudiliklerinin bugün dahi sorgulandığı tartışmaların odağında kalmıştı. Bugün, gelen Ukraynalı mültecilerin Yahudilikleri üzerine yapılan tartışmalar, İsrail açısından, Knesset’in kabul ettiği ve Yahudiliğe geçen yahut Yahudi anneden doğmuş olan bireylere İsrail vatandaşlığı hakkı veren 1950 tarihli Geri Dönüş Yasası’nın uygulanması hususunda daha fazla tedbirin gerekliliğini ortaya koymaya devam etmekte ve ülke içinde siyasi-toplumsal gerilimlere neden olmaktadır. 2021 yılı boyunca ve hâlihazırda Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar sonucu Rusya’dan gelen Yahudi göçlerinin de büyük artış göstermesi, İsrail’i zor durumda bırakacak muhtemel demografik faktörler arasında yorumlanıyor. Bu durum özellikle İçişleri Bakanı Şeked’in açıklamaları sonrası, sağ kanat yorumcular tarafından İsrail toplumu için “saatli demografik bomba” tepkilerinin verilmesine de sebep oldu.

İsrail’in öne sürdüğü, “Yahudiler için güvenli bir yurt ve son cennet” politikası, Rus oligarkların İsrail’deki mal varlıkları açısından başka bir soru işareti oluşturmaktadır. İsrail vatandaşı Rus oligarklara ait net veriler bilinmemekle birlikte İsrail pasaportu, İngiltere, Malta ve Kıbrıs gibi ülkelerin yanı sıra birçok çifte vatandaş Rus milyarderler tarafından en çok tercih edilen pasaportlar arasında yer almakta ve eleştirilere neden olmaktadır. En belirgin eleştirilerden biri ise yakın zamanda İsrail kanalı Channel 12’ye verdiği bir röportajda ABD Siyasi İşlerden Sorumlu Dışişleri Müsteşarı Victoria Nuland tarafından yapıldı. Nuland, İsrail’e sığınmak isteyen Yahudi-Rus oligarklar hakkında İsrailli yetkililere yönelik, “Putin’in savaşını ateşleyen kirli paranın cenneti olmak istemezsiniz” şeklinde ifadeler kullanmıştı. Ancak, yukarıdaki sebeplerin yanı sıra İsrail’in Rusya karşısında tutumunu belirleyen ana etken olarak güvenlik göze çarpmaktadır: İran’ın varlığı ve Suriye üzerinden gelen muhtemel her İran tehdidi, İsrail’in son dönemde Arap ülkeleriyle imzaladığı İbrahim Anlaşmaları ile büyük yol kat ettiği ve bölgede garanti altına almak istediği en büyük beklentisi olan ulusal güvenliğe gelebilecek tehditler konusunda ciddi bir kaygıya sebep olmaktadır. İsrail’in, Şam’a ve İran’ın bölgede desteklediği milislere yaptığı operasyonlara yönelik Moskova’nın göz yumduğu bölgesel atmosferde İsrailli yetkililer, Rusya’nın Suriye’deki varlığını İran’ı dengeleyen ve kontrol eden kilit unsur olarak görmektedir ve bölgesel güvenlik ihtiyaçlarına yönelik strateji belirlemektedir.

Dolayısıyla İsrail kamuoyunda Holokost söylemleri üzerinden Ukrayna’ya verilen, Rus karşıtı kesintisiz ve katı desteğin artması, güvenlik politikalarının İran’ı provoke edebilecek bir gerilim içinde Rusya ile karşı karşıya kalmadan ve yaptırımlar konusunda hâlâ belirsiz tavırlar içerisinde olan Batı ülkelerinden soyutlanmadan dengede tutulabilmesi, ülkenin arabuluculuk ve tarafsızlık rollerine etki eden başlıca faktörler arasında görülebilir. Sonuç olarak, Rusya’nın Ukraynalılara yönelik sivil katliamları artmaya devam ederken, Ukrayna Ordusuna Demir Kubbe benzeri hava savunma sistemlerinin gönderilmesi gibi askerî yardım seçenekleri İsrailli yetkililer tarafından tartışılsa da ülkedeki gelişmiş silah teknolojisi endüstrisinin diğer ülkelere ihracında güvenlik kaynaklı tereddütler yaşanmaya devam etmektedir. Geçtiğimiz günlerde Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Adolf Hitler’in Yahudi olduğunu ifade eden açıklamaları, Ukrayna krizinin iki ülke ilişkilerinde Holokost üzerinden siyasi-sosyolojik gerilimlere daha fazla çekilmesine neden oldu. Şüphesiz bu duruma en büyük tepki İsrail kamuoyu ve Yahudi diasporasından gelirken, gelecekte Rus-İsrail ilişkilerine zarar verebilecek ve İsrail’in tutumuna etki edecek durumlara ortam hazırlaması ihtimali de bulunmaktadır.