Haniye Suikastı Afrika’da Nasıl Yankı Buldu?

Devlet-inşa ve ulus-inşa süreçleri temelde anti-emperyalist bir eksende şekillendiği için Afrika ülkeleri, genel olarak küresel çaptaki emperyal girişimlere de sert tepki vermektedirler. Afrika ülkelerinin bu tutumları, onların küresel meselelerde edilgen değil etken aktörler olarak konumlanmasında önemli bir yere sahiptir. Bu noktadan hareketle, Ortadoğu’nun en köklü sorunlarından biri olan Filistin meselesinin, özellikle 1960’lardan sonra Afrika’da geniş bir yankı bulduğu söylenebilir. Afrika ülkeleri, bu meselenin uluslararası alanda gündeme gelmesi noktasında önemli katkılar sağlamıştır. Dolayısıyla, Filistin meselesi hakkındaki farkındalık sadece Arap veya İslam kimliği taşıyan Afrika ülkeleri ile sınırlı kalmayıp sömürge geçmişi olan kıtadaki tüm ülkeler tarafından yakından takip edilmektedir.

Bazı Arap ülkelerinin Filistin konusundaki tarihi tutumlarını değiştirerek İsrail ile normalleşme adımları atmaları, bu meseleye dair Afrika ülkelerinin duruşlarını nasıl etkileyeceği sorusunu da gündeme getirmiştir. Filistin’in kendi içindeki parçalı siyasi yapı, Hamas’ın meşruiyetiyle ilgili bazı tartışmaları beraberinde getirse de Filistin davası için önemli bir isim olarak kabul edilen eski Filistin Başbakanı ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’ye yönelik Tahran’da düzenlenen suikast, uluslararası kamuoyunda ve dolayısıyla Afrika’da da yankı bulmuştur. Haniye suikastına yönelik tepkiler ve tepkisizlikler, Afrika ülkelerinin Filistin meselesi hakkındaki güncel tutumlarıyla ilgili önemli ipuçları vermektedir.

Haniye Suikastına Yönelik Tepkiler ve Tepkisizlikler
Haniye suikastı sonrası, dokuz Afrika ülkesi ve Batı Sahra kınama yayımlamıştır. Bu ülkeler; Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Moritanya, Somali, Güney Afrika Cumhuriyeti, Sierra Leone ve Mozambik’tir. Buradan hareketle Afrika ülkelerinin suikasta yönelik tepkilerini dört grupta toplamak mümkündür.

İlk grup, Filistin meselesine daha çok Arap kimliği üzerinden yaklaşan ve bu konuda Filistin’e neredeyse koşulsuz destek sunan ülkelerden oluşmaktadır. Bu grupta yer alan Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Moritanya ve nüfusunun büyük çoğunluğu Arap olmasa da Arap Birliği üyesi olan Somali’nin tepkisi bu kategoride incelenebilir. Cezayir örneğinde olduğu gibi bu ülkelerden bazıları doğrudan Hamas’ı ve Filistin meselesini vurgulayarak yapılan saldırıyı kınarken Mısır gibi bazı ülkeler ise İsrail’in saldırgan tutumu üzerinden bir kınama yapmayı tercih etmiştir. Bu durum, Hamas gibi Filistin’deki bazı siyasi/askerî aktörlerin bölge ülkeleri nezdindeki meşruiyet sorunu ile yakından ilgilidir. Bununla birlikte, yukarıda adı geçen Kuzey Afrika ülkelerinin suikast karşısında kayıtsız kalmamaları hem Filistin meselesine olan bağlılıkları hem de bölgenin huzur ve istikrarına verdikleri önem açısından son derece dikkat çekicidir.

İkinci grup, suikasta yönelik anti-emperyalist refleks gösteren ülkelerdir. Dolayısıyla Güney Afrika Cumhuriyeti ve Mozambik’in tutumu bu kapsamda değerlendirilebilir. Özellikle Güney Afrika Cumhuriyeti, Uluslararası Adalet Divanına (UAD) başvurarak İsrail aleyhine Filistin’e yönelik saldırıları dolayısıyla soykırım davası açmıştır. Bu nedenle Pretorya yönetimi Haniye suikastını da yakından takip etmiş ve İsrail’i bu eyleminden dolayı sert bir dille kınamıştır. Uzun yıllar apartheid sistemi ile mücadele eden Güney Afrika, dünyanın neresinde olursa olsun benzer girişimlere yönelik “anti-apartheid” bir refleks göstermekte ve bu konuları uluslararası kamuoyunun gündeminde tutmaya çalışmaktadır. Arap veya İslam kimliği olmamasına rağmen Güney Afrika’nın Filistin konusundaki hassasiyeti ve Tahran’daki suikast sonrası İsrail’i kınayan ilk ülkelerden biri olması ülkenin sömürge geçmişi ile yakından ilgilidir.

Üçüncü grup, suikasta doğrudan Filistin meselesi üzerinden değil de İran’ın egemenliğine müdahale üzerinden yaklaşan ülkelerdir. Bu grupta bulunan tek ülke Sierra Leone’dir. Freetown yönetiminin bu tutumu sürpriz değildir. Bunun yanında, Freetown yönetiminin Ortadoğu’daki olaylara Tahran merkezli bakması Filistin’i tamamen göz ardı ettiğini göstermemektedir. Mart 2024’te Cidde’de gerçekleşen buluşmalarında, eski İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile Sierra Leone Dışişleri Bakanı Timothy Kabbah, Gazze ve Filistin meselesini ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Fakat Ortadoğu’da İran’ı ilgilendiren hemen her konuda Sierra Leone’nin uluslararası arenada diplomatik destek sağlaması yeni bir durum değildir. Öyle ki Freetown yönetimi, Nisan 2024’te İran’ın Şam Konsolosluğuna yapılan İsrail saldırısına da benzer bir tepki vermiştir. Sierra Leone’nin İran’a yönelik hassasiyeti, iki ülke arasındaki güçlü ilişkilerle açıklanabilir. Özellikle Sierra Leone’de etkin bir ekonomik güç olarak öne çıkan Lübnan diasporasının Şii kanadının, İran’la ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Ayrıca İran’ın Sierra Leone ile madencilik, sanayi, tarım ve sağlık sektörlerinde sahip olduğu çok güçlü iş birlikleri göz önünde bulundurulduğunda Freetown yönetiminin bu tutumu daha iyi anlaşılabilir.

Dördüncü grup ise gerek Arap ve İslam kimliği üzerinden gerekse de bölgesel bütünlük açısından Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın bir parçası olan ama yine de bölgede ve uluslararası kamuoyunda sansasyonel etki meydana getiren bu suikast karşısında sessiz kalan ülkeleri kapsamaktadır. Bu noktada Fas, Sudan ve Cibuti öne çıkan üç ülkedir. Özellikle Fas ve Sudan’ın gerek bu olayla ilgili gerekse de son yıllarda İsrail bağlamında yaşanan diğer olaylarla ilgili sessiz kalmaları İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında 15 Eylül 2020’de imzalanan İbrahim Anlaşmaları’nın bir sonucudur. Fas 22 Aralık 2020’de Sudan ise 6 Ocak 2021’de İbrahim Anlaşmaları’nın bir devamı olarak İsrail ile normalleşme anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmalardan sonra Fas ve Sudan, İsrail aleyhine herhangi bir söylemde bulunmadıkları gibi İsrail’i zor durumda bırakabilecek uluslararası girişimlere de destek vermemişlerdir. 

Haniye suikastı sonrası Fas’ta yaşanan kitlesel halk protestolarına rağmen Rabat hükûmeti Filistin konusunda herhangi bir adım atmamıştır. Buna karşın Batı Sahra ve Polisario Cephesi İsrail’i sert şekilde kınayan açıklamalar yapmıştır. Bu durumun ilerleyen süreçte Fas’taki monarşi ile ilgili halk nazarında meşruiyet problemi oluşturup oluşturmayacağı mevcut durumda bir soru işareti olarak kalmaktadır. Fakat kitlesel halk protestolarındaki artış,  ilerleyen dönemlerde Rabat’ı sancılı süreçlerin beklediğinin habercisi olabilir. Sudan ise İsrail’le normalleşmenin yanı sıra 2019’dan itibaren iç karışıklıklarla boğuşmakta ve bu tür olaylar karşısında sağlıklı ve bütüncül reflekseler gösterme noktasında yetersiz kalmaktadır.

Bu grup içinde dikkat çeken bir diğer ülke olan Cibuti ise İsrail ile herhangi bir normalleşme hamlesi yapmamış olmasına rağmen suikast sonrası sessiz kalmayı tercih etmiştir. Cibuti’nin bu tutumunun arkasında suikastın Tahran’da işlenmiş olmasının etkisi olabilir. Cibuti yönetimi 2016 yılında İran’daki Suudi Arabistan diplomatik misyonlarına yönelik saldırılar nedeniyle Tahran ile diplomatik ilişkilerini kestiğini açıklamıştır. Riyad-Tahran ilişkilerindeki göreceli normalleşme, 2023 yılında Cibuti-Tahran ilişkilerine olumlu yansımış olsa da tam anlamıyla bir normalleşmeden bahsetmek söz konusu değildir. Dolayısıyla Cibuti’nin Tahran’da gerçekleşen suikasta tepkisiz kalmasının ardında, İran ile olan bu sorunlu ilişkilerinin rol oynamış olabileceği düşünülebilir.

Sonuç
Haniye suikastına yönelik tepkiler ve tepkisizlikler dikkate alındığında, Afrika ülkelerinin Filistin meselesine ilişkin tarihi tutumlarının zayıfladığı söylenebilir. Bu durumun altında yatan önemli sebeplerden biri; merkezi bir Filistin yönetiminin yokluğu ve Hamas gibi bazı Filistinli aktörlerin meşruiyet sorunsalı olsa da en önemli etken Arap ve İslam kimliğine sahip bazı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin İsrail ile normalleşme adımları atmaları sonrasında Filistin meselesine yönelik geleneksel politikalarını değiştirmeleridir. Bu gelişme birçok Afrika ülkesinin Filistin meselesi politikasında bir ikilem oluşturmaktadır. Tarihsel süreçte Filistin konusuna yönelik gelişen anti-emperyalist duruş, İbrahim Anlaşmaları sonrasında pragmatik bir yaklaşıma evrilmeye başlamıştır. Birleşmiş Milletler tarafından resmi olarak tanınmış 54 Afrika ülkesinden sadece 9’unun bu sansasyonel suikast karşısında fikir beyan etmesi, 45 ülkenin ise sessiz kalmayı tercih etmesi, Afrika ülkeleri için Filistin meselesine yönelik idealist yaklaşımdan pragmatik yaklaşıma geçişin somut bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.