Mısır'daki "Deprem" ve İsrail'in Kaygısı

Selen Tonkuş Kareem, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı, selen_tonkus@yahoo.com
Ortadoğu'da son 30 yılın en büyük halk ayaklanmasını yaşayan Mısır'da gösterilerin 10. günü de geride kaldı. Tunus'ta başlayan olaylar Cezayir ve Yemen'e sıçradığında olayların en güçlü Arap devleti olarak kabul edilen Mısır'da da etkili olacağı kapı komşusu İsrail dahil olmak üzere hiçbir dünya ve bölge ülkesi tarafından öngörülememişti. Şüphesiz ki tüm dünya ve Ortadoğu ülkeleri tarafından takip edilen olaylar en çok İsrail'i huzursuz ediyor.   Kısa süre önce Lübnan'da Hizbullah destekli bir hükümetin iş başına gelmesi ile sarsılan İsrail, barış anlaşması imzaladığı sadece iki Arap ülkesinden biri olan Mısır'daki gelişmeleri çok yakından ve kaygıyla izliyor.   Arap komşuları hakkındaki istihbarat faaliyetleriyle ünlü İsrail için, İran'daki İslami devrimden sonra Ortadoğu'daki en önemli olay ve en büyük halk ayaklanması olarak nitelendirilen Mısır'daki olaylar büyük bir süpriz oldu. Mısırlıların sokağa döküldüğü ilk gün, bu sene yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimini Hüsnü Mübarek’in kazanması ve daha sonra da onun yerine oğlu Cemal Mübarek’in gelmesi dışında bir senaryosu bulunmayan İsrail'in yeni Askeri İstihbarat Başkanı Aviv Kochavi Knesset'in Dışişleri ve Savunma Komisyonu üyelerinin önünde ilk kez 2011 için öngörülerini sunmuş ve "Mısır hükümetinin istikrarı konusunda şu anda bir endişeye gerek olmadığını" söylemişti.   Bu sürpriz hükümet ve ordu kademelerinde telaş ve kargaşaya neden olurken, yetkililer 24 saat devam eden yuvarlak masa toplantılarında İsrail'in Ortadoğu politikasındaki en eski ve en önemli ilişkisi gözden geçiriyorlar.   Arka planda bu yoğun endişe ortamı yaşanırken ön planda ise İsrail Hükümeti ilk etapta sessiz kalmayı tercih etti. Ayaklanmaların ilk günü olan 25 Ocak günü Başbakan Benjamin Netanyahu bakanlarına ve başbakanlık sözcülerine Mısır'daki gösterilerle ilgili olarak kamuoyunun önünde herhangi bir açıklama ve yorumda bulunulmaması talimatı verdi. Gelişmeleri dikkatle takip edip, açık tavrını ona göre belirleme niyetinde olan fakat aynı zamanda dünya devletlerinin Mübarek'e karşı olan eylemleri desteklemesinden rahatsızlık duyan İsrail bunu olaylara doğrudan müdahil olma konusundaki isteksizliği nedeniyle özellikle ABD ve AB ülkeleri üzerinden gidermeye çalıştı. İsrail 28 Ocak Cumartesi bölgedeki istikrarın korunması için ABD, AB ülkeleri, Kanada, Çin ve Rusya'daki elçiliklerine bulundukları ülkelere Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e yönelik eleştirilerin durdurulması çağrısında bulunmaları ve Mısır'da istikrarın korunmasının Batı ülkelerinin de çıkarına olduğu konusunda müttefiklerini ikna etmeleri talimatını verdi.
Haftanın ilk iş günü olan 29 Ocak Pazar günü, Kahire'deki İsrail büyükelçiliğini açmama ve belli bir süre kapalı tutma kararı aldı. İsrail'de resmi tatil olan Şabat (Cumartesi) günü, dini kurallara da uyularak uçuş yapılmamasına karşın İsrail ulusal havayolu şirketi El Al'ın bir uçağı, özel olarak düzenlenen bir seferle Mısır'da bulunan İsrailli turistlerle iş adamları ve diplomatların ailelerini akşam saatlerinde Ben-Gurion Havalimanına getirdi.   Tel Aviv'in büründüğü sessizlik ise ilk defa 30 Ocak günü yapılan haftalık olağan kabine toplantısının başında Başbakan Netanyahu'nın yaptığı kısa açıklama ile bozuldu. Açıklamada, olayların içeriğine girmekten kaçınan Başbakan İsrail'in Mısır'daki olayları yakından takip ettiğini belirterek, Mısır'la 30 yıldan fazla süredir devam eden barışın korunacağı umudunda olduklarını ve amaçlarının da bu istikrarlı ilişkinin devam etmesi olduğunu dile getirdi. Netanyahu "İsrail -sorumluluk ve kısıtlılık- çerçevesinde hareket etmelidir" diye ekleyerek meseleye ilişkin hükümetinin pozisyonunu da dikkatle takip fakat doğrudan müdahaleden kaçınmak olarak özetledi.   Ertesi gün Kudüs'te Alman Şansölyesi Angela Merkel'i ağırladığı toplantının ardından düzenlenen basın açıklamasında Netanyahu ayaklanmalar başladığından beri en sert ve açık mesajlarını verdi. İsrail'in korkusunun bölgede zaten var ve artışta olan baskıcı ve radikal İslami eksende rejimlerin oluşması olduğunu söyleyen Netanyahu, gösterilerin radikal dini mahiyette olmamasına rağmen, ortaya çıkan kaos ortamında organize bir İslamcı yapının ülkenin kontrolünü ele geçirebileceğinden endişe ettiklerini belirtti.   Netanyahu Hükümeti'nin sessiz kalma ve doğrudan müdahil olmama yönündeki ısrarına rağmen dün aldığı bir karar İsrail'de kapalı kapılar ardında yaşanan endişenin büyüklüğünü gözler önüne serdi. Mısır ve İsrail arasında 1979'da imzalanan Camp David Barış Anlaşması gereğince İsrail, işgal ettiği Sina Yarımadası’nı Mısır’a geri vermiş, buna karşılık olarak da Mısır yarımadayı askerden arındırmayı kabul etmişti. 32 yıldan beri ilk defa dün İsrail, Mısır askerlerinin Sina Yarımadası’ndaki Şarm El Şeyh şehrine girmesine izin verdi. Bunun üzerine Mübarek rejimini tehdit eden ayaklanmaya karşı önlem olmak üzere iki tabur asker şehre girdi.   İsrail'e hâkim olan endişeyi 24 saat boyunca Mısır'a odaklanmış olan medya araçları açık şekilde gözler önüne seriyor. Televizyon kanalları günboyunca detayları yansıtırken ve gazeteler analistlerin, stratejistlerin ve eski istihbarat şeflerinin Mısır'daki çalkantının İsrail'e olacak etkileri konusundaki analizlerine yer veriyor. ediyor. İsrail'in devlet radyosu ise gelişmeleri yoğun olarak "Nil'de Yangın" başlığıyla sürekli olarak halka aktarıyor.   İsrail yazılı basınında öne çıkan yorumlar ise; Haaretz'te Gazete'nin Editörü Aluf Benn'in ABD yönetimi için "Barak Obama, Türkiye, Lübnan ve Mısır'ı "kaybeden' başkan olarak anılacak" ve "İsrail Ortadoğu'da yeni dostlar aramak zorunda kalacak" ve "Mısır'daki yeni iktidar Türk Başbakanı Erdoğan'ı taklit edebilir" ifadelerini kullandığı yazısı ile The Jerusalem Post'ta Gazete'nin askeri muhabiri ve savunma analisti olan Ya'akov Katz'ın "Bu yıl İsrail için kritik bir yıl olacak. Türkiye gitti, Mısır da gidiyor gibi" ve Müslüman Kardeşler"in iktidarı devralması halinde, İsrail için etkilerin hemen hissedileceğini İsrail ordusunun güçlü bir düşman ile karşı karşıya kalacağını ifadelerine yer veren yazısı oldu.   İsrail'de geniş kitlelerin nabzını yansıtan İbranice olarak yayımlanan Ma'ariv Gazetesi'nde Tel Aviv Üniversitesi Moshe Dayan Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Uzi Rabi ise yazısında İsrail'in gözleri önünde Mısır'da meydana gelen depremin İsrail için iki yönlü tehlike içerdiğine, ilkinin aşırıcı İslami bir rejimin Mübarek'in hükümetin yerine geçeceği ve ikincisinin ise iki ülke arasındaki barışın fesh edieceği olduğu yorumlarına yer verirken Rabi Mısır'daki ayaklanmanın çeşitli grup ve organizasyonlardan oluşması nedeniyle İran'da 1979'da olandan farklı olduğunu, ayrıca Mısır devleti için İsrail ile olan barışın ekonomi, diplomasi ve güvenlik açılarından hayati olduğu yorumlarına yer vererek olumsuz ve olumlu olmak üzere iki tür senaryoya çizdi.   Yediot Ahronot'ta yazan Ben-Gurion Üniversitesi Chaim Herzog Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Yoram Meital ise Mübarek rejimine karşı olan muhalefetin sol kanat, laikler ve İslamistler olmak üzere geniş çaplı olmasının önemini vurguladı ve asıl sorunun Mısır'ın nereye gideceği olduğunu fakat kesin olan şeyin demokrasiye geçiş olmayacağını, yapılması gerekenin ise bekleyip görmek olduğunu ifade etti.   Medyada yer alan bu yorumların hali hazırda nüanslarını kaybeden, çevresinde gerçekleşen her olayı belli klişelerle değerlendiren ve Mısır'ı büyük bir korku ile takip eden İsrail halkına yaptığı etki ise büyük ölçüde olumsuz. Halk Hüsnü Mübarek'in Müslüman Kardeşler tarafından yerinden edileceğine ve yanıbaşlarında radikal İslamcı bir rejim kurulacağına inanıyor. Akla ilk gelen felaket senaryosu barış anlaşmasının fesh edilmesi oluyor. Protestolar özellikle İsrail karşıtı bir anlam taşımasa da aralarında Mübarek'i "siyonistlerle işbirliği" ile suçlayan pankartlar da görülüyor ve İsrail halkı, Mısır halkının çoğunluğunun hiçbir zaman barış anlaşmasını hoş görmediğini biliyor.   Bunun yanısıra İsrailliler Mısır'daki durumun öngörülememesindeki suçluyu bulmaya çalışıyorlar. Okların çevrildiği yegane kesim ise istihbaratçılar. Kısa süre önce Wikileaks tarafından ifşa edilen bir belgede eski Mossad Başkanı Meir Dagan'ın Mısır'daki rejimin istikrarlı olduğuna ilişkin sözleri yer aldığı ortaya çıkmıştı. Aynı şekilde yazının başında da değinildiği gibi yeni Askeri İstihbarat Başkanı da bu görüşü teyit etmişti.   Mısır'daki ayaklanmaların İsrail medyasına yansımaları ve halk üzerindeki etkilerinden sonra daha ziyade İsrail'in bölgesel konumuna ve politikalarına yapacağı etkilere değinmek gerekmektedir. Bundan önce İsrail'in Mısır ile, özellikle Mübarek rejimi ile olan ilişkilerine kısaca değinmek faydalı olabilir.   Mısır İsrail ile barış yapan ilk Arap devletiydi. Bu tarihi anlaşmada imzası olan Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın bunu canıyla ödemesinin ardından başa gelen Hüsnü Mübarek bugüne kadar sekiz İsrail hükümeti ile çalışarak anlaşmayı 30 yılı aşkın süredir İsraillilere göre –hakkını vererek- idame ettiriyordu.    Hüsnü Mübarek sadece bir kez 1995 yılında Yitzhak Rabin'in cenaze töreni vesilesiyle İsrail'i ziyaret etmiş olsa da ve ikili ilişkiler genellikle soğuk seyretse de Mübarek İsrail için İsrail-Filistin müzakerelerindeki arabulucuk rolüyle örneklendiği üzere Arap dünyasına uzanan köprü vazifesini görüyordu. Ayrıca Hamas'a karşı İsrail ile ortak duruş sergileyen Mübarek, örgütün çevrelenmesi konusunda İsrail ile işbirliği yapıyordu. İsrail'in bu anlamda arkasını kollayan Mübarek, Tel Aviv'in elini Gazze'de rahatlatarak diğer cephelere odaklanmasına imkan veriyordu. İran'a karşı da aynı çizgide yer alan Mübarek'in Mısır'ı İsrail için İran odaklı radikal kampa karşı denge unsuru oluşturuyordu.   İsrail dış politikası, devletin yaşaması için gerekli stratejik derinliği sağlayan bölgesel ittifaklar üzerine kuruludur. Bu yüzden uzun bir sınırı paylaştığı ve 30 yılı aşkın süredir bölgesel dengenin temel taşı olan bir barış anlaşmasına ortaklık ettiği Mısır ile yaptığı bu soğuk barış ve Mısır'ın istikrarı İsrail için çok önemlidir. Bu nedenle İsrail için Mısır'da olayların sonucu ne olursa olsun, taşlar yerinden oynamıştır. Mısır'da İslamcı bir yönetimin başa gelmediği ve geldiği şeklindeki iki senaryoda İsrail'in karşılaşacağı zorluklar ve bunlara karşı geliştireceği yeni politikalara değinmek uygun olacaktır.   Mübarek hükümeti can çekişirken İsrail'in yerine gelen her kim olursa olsun bu denli çalkantılarla sarsılmış ve iç ayrılıklara sahip bir Mısır'a eskisi kadar güvenemeyeceğini var saymak mümkündür. Bu durumda İsrail izolasyon tehditinden korunmak ve bölgesel güç dengesini lehine çevirmek isteyecektir. O nedenle Ortadoğu planlarını Türkiye ve Mısır'sız yapmaya başlayacak olan İsrail'in yeni dönemde bölgesel konumuna bakıldığında en güçlü müttefik olarak Ürdün ve Filistin yönetimini ortaya çıkıyor. Fakat İsrail'i düşündürmesi gereken konu Ürdün ile Filistin yönetiminin, Mısır'ın İsrail'e verdiği güvenin kaçta kaçını verebileceğidir. İsrail'in Ürdün'le yaptığı barış Mısır ile yaptığı barıştan daha soğuk bir niteliktedir. Ürdün Kralı Abdullah, Netanyahu ile bir araya dahi gelmeyi reddediyor. Filistin Yönetimi ile ilişkiler ise barış görüşmelerinin girdiği çıkmaz nedeniyle gergin ve Mahmut Abbas İsrail'in sağcı hükümetine karşı diplomatik bir savaş yürütüyor. Ürdün ve Filistin Yönetimi'nin Mısır'ın boşluğunu dolduramayacağı açıkça görülüyor.   Eğer İsrail'in kabusu gerçekleşir ve Mısır'da Müslüman Kardeşler'e bağlı bir bir iktidar görev başına gelirse bu Gazze'de İsrail'in ayaklanmalar ve güvenlik tehditleriyle karşılaşmasına yol açabilir. Ayrıca Hamas'ın cesaretlendirip Batı Şeria'nın kontrolünü ele geçirmesini denemesine de sebebiyet verebilir. Batı Şeria üzerinden doğrudan İsrail'i tehdit edebilecek çok büyük bir Filistin nüfusu olan Ürdün'de potansiyel bir devrim olasılığı ise İsrail'i hiç arzulamadığı bir Ortadoğu ile karşı karşıya bırakabilir. Bu durumda İsrail yeni bölgesel ittifak arayışlarına girecektir. İsrail'in aklına ilk gelen isim Mısır ile Arap dünyası liderliği için her zaman yarışmış olan ve İsrail'e geçtiğimiz on yılda birkaç kez müzakere masasına oturma teklifinde bulunan Suriye olabilir. Bugüne dek Ateşkes Anlaşması imzaladıkları 1974'ten bu yana en sakin sınır olan Suriye sınırı İsrail için statüskoyu ucuz kılıyor, iç dengelerini de göz önünde bulundurarak İsrail, Suriye'nin barış için olmazsa olmazı Golan Tepeleri'ni geri vermeye değer görmüyordu. Oysa yeni durumda zaten kendi lehine bozulmuş olan statüskoyu ve bölgesel güç dengesini yeniden tahsis etmek için İsrail, Suriye ile barış imzalamayı öncelikleri arasına alabilir.    Sonucu ne olursa olsun İsrail hem iç hem de dış dinamikleri açısından Mısır'daki olaylardandan en çok etkilenmekte olan ülke olarak görünüyor. İç dinamikleri açısından her zaman takip ettiği kapı komşusunda meydana gelen sarsıntıyı öngörememesi İsrail'in son zamanlarda yaşadığı istihbarat krizlerine bir yenisini daha eklediyerek istihbarat liderleri ve yetkililerini medya ve korku içinde olan halkın yoğun eleştirisine maruz bıraktı. Ortadoğu'da son 30 yılın en büyük olayı olarak görülen ve İsrail'in yanıbaşında gerçekleşen bu durum İsrail'in iç siyaseti açısından uzun dönemli etkiler doğurabilir.   Dış dinamikler açısından ise İsrail artık sırtını dayayabileceği bir Mısır yerine iç çekişmelerle bölünmüş ve Mübarek'in yerine gelem kim olursa olsun güvenemeyeceği bir Mısır ile komşuluk yapacak. Öte yandan Mısır'ın dış politikadaki ekseni kayarsa, tüm Ortadoğu'nun dengeleri değişecek, İsrail kendini bölgede daha da izole edilmiş hissedecek ve yeni ittifak arayışlarına girecektir.