Rusya’nın Son “Suriye Kararı”, “Geri Adım” Olarak Değerlendirilmemeli

Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) ORSAM, Avrasya Danışmanı
Son iki gündür türk ve dünya basınında Rusya’nın Suriye’de istikrar sağlanıncaya kadar bu ülkeye silah satmayacağı kararının alındığı haberi yayımlanmakta ve Rusya’nın bu adımı Suriye’ye yapılan bir darbe olarak yorumlanmaktadır. Hatta Rusya’nın Suriye’ye verdiği desteği yavaş yavaş çektiği şeklinde yorumlarla da karşılaşmak mümkündür. Ancak bu yorumların çok da gerçekçi olmadığını söyleyebiliriz.
 
SSCB yıkıldıktan sonra Orta Doğu’da etkisini kaybeden Rusya, ancak uzun uğraşlar sonrasında bölgeye tekrar “dönüş” yapmayı başarmıştır. Arap Baharı başlamadan önce Rusya, bölge ülkeleriyle enerji, nükleer, askerî, ticari alanlarda işbirliği geliştirmiş ve Orta Doğu gibi sorunlu bir bölgede bütün taraflarla görüşen ve diyalogu devam ettiren yegâne ülke konumuna gelmiştir. Rus yetkililerinin İran ve Suriye’yi uluslararası arenada desteklemeleri, HAMAS liderlerini Moskova’da ağırlamaları, bölgedeki sorunların yalnızca diplomatik yollarla çözülebileceğini, uygulanacak/uygulanan yaptırımların sorunların çözümüne yardım etmeyeceğini ileri sürmeleri ve bölgedeki iktidarlarla yakın ve samimi münasebetler kurmaları gibi hususlar, Rusya’nın bölgedeki etkisini arttırmış, bölge ülkelerinin Rusya’ya yaklaşımlarını olumlu yönde değiştirmiş, bölgedeki bütün sorunların çözüm sürecinde onu arabulucu hâline getirmiştir.
 
Ancak kaç bahardır devam eden “Arap Baharı”, Rusya’nın bölgedeki konumuna zarar vermekte, Rusya’nın Orta Doğu’daki dayanaklarını tek tek kaybetmesine neden olmaktadır. Nitekim “Arap Baharı”nın gerçekleştirildiği ülkelerde yeni yönetimler, Rusya’ya karşı mesafeli yaklaşmakta, Rusya ile işbirliklerini gözden geçirmekle tehdit etmektedirler. Irak Savaşı’ndan sonra en fazla maddi kayba uğrayan ülkelerin başında gelen Rusya, böylece bölgedeki milyar dolarlar değerindeki yeni projeleri kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Suriye’nin Rusya açısından arzettiği önem ise daha da büyüktür. Çünkü Suriye, Rusya’nın bölgedeki en önemli dayanağı konumundadır. Enerji, askerî, ticarî münasebetlerin yanı sıra Suriye’deki Tartus şehri, Ruslar tarafından bir ikmal ve bakım üssü olarak kullanılmaktadır.
 
Suriye’de yönetimin değişimi, Rusya’nın bu ülkedeki ve genel olarak bölgedeki bütün varlığını tehdit etmektedir. Rusya’nın uluslararası arenada Beşir Esad’a destek vermesinin asıl nedenini de bu hususlarla açıklamak mümkündür. Diğer taraftan Suriye’den sonra başta İran olmak üzere “bahar”ın başka ülkelerde de yayılma, hatta Rusya’nın “arka bahçe”si olarak adlandırılan Kafkasya ile Orta Asya’da da benzer senaryoların uygulanma tehlikesi mevcuttur. Dolayısıyla Rusya, Beşir Esad yönetimini desteklemeye devam edecektir.
 
Bu bağlamda Rus yetkililerin Suriye’ye bundan sonra ülkede çatışmalar sona ermedikçe silah ve askerî teknolojiler satmayacağına dair yaptıkları açıklamalar da çelişkili bir durum yaratmamaktadır. Rusya, bu niyetinde (silah satışını durdurması) ciddi ve kararlıdır. Ancak bu adım, Rusya’nın Esad yönetimine verdiği desteği geri çektiği anlamına da gelmemektedir. Rusya’nın bugün Suriye’ye silah satmasının ve Suriye’nin de bu silahlara ihtiyacı yoktur. Zira Suriye’nin ihtiyaç duyduğu silahlar, büyük oranda Rusya tarafından çoktandır teslim edilmiştir. Nitekim Rusya ile Suriye arasında askerî alandaki işbirliği uzun süreden beri devam etmektedir. Bu alandaki işbirliğinin önemli bir boyutunu da Rus silah ve askerî teknolojilerinin ihracatı oluşturmaktadır.
 
Rusya ile Suriye arasında Rus silahlarının ihracatını öngören son anlaşma taraflar arasında 2007 yılında imzalanmıştı. Anlaşmanın değerinin en az 300 milyon dolar seviyesinde olduğu belirtilmişti. Rusya’nın bugüne kadar da “Yahont” adlı 72 füze teslim ettiği düşünülmektedir. Bu füzeler gezici kıyı askerî sistem bünyesinde yer almaktadırlar ki bunun içerisinde çeşitli radar ve diğer teknolojiler de bulunmaktadır. Bu füzelerin Suriye kıyılarını deniz tarafından yapılacak muhtemel saldırılardan koruması beklenilmektedir.
 
Söz konusu füzelerin yanı sıra diğer askerî teknolojilerin satışı ve mevcut teknolojilerin tamiri ile ilgili de aynı şeyi söylemek mümkündür. Yani bugüne kadar Rusya ile Suriye arasında askerî alanda geliştirilen işbirliği, Suriye’nin önümüzdeki dönemde bu alandaki ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayacaktır.  Dolayısıyla Rus yetkililerin silah satışının durdurulması ile ilgili açıklamalarını geri adımdan ziyade Rus diplomasisinin “akıllı oyunu” olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Rusya, bu siyasetiyle hem Esad’a desteğini devam ettirmekte hem de yaptığı son açıklamayla Batı’nın baskısını azaltmaya çalışmaktadır. Bu baskıya karşı koyma gücünde olmasına rağmen, Rusya’nın Suriye’deki çatışmaların müsebbiplerden biri olarak nitelendirilmesi hiç şüphesiz Rus yetkililerin hoşuna gitmemektedir. Rusya’nın son kararı ise Batı tarafından sevinçle karşılanmış ve şimdiden Rusya üzerindeki baskıları azaltmış bulunmaktadır.
 
Hiç şüphesiz Suriye ve bütün Orta Doğu’daki olaylar, Rusya’nın ABD ve genel olarak Batı ülkeleri ile münasebetlerini olumsuz etkilemekte ve bizlere Soğuk Savaş dönemini hatırlatmaktadırlar. Suriye’deki olaylar, Rusya ile Türkiye’nin farklı “cephe”lerde yer almaları dolayısıyla söz konusu iki ülke arasındaki münasebetleri de etkileyeceğine benzemektedir. SSCB’nin yıkılmasından sonra “bavul ticareti” ile başlayan Türk-Rus münasebetleri, 2011 yılında zirveye ulaşmıştır. 40 milyarı aşan ticaret hacmi, yılda 3 milyondan fazla Rus turistin Türkiye’yi ziyaret etmesi, vizelerin kaldırılması, Rusların Türkiye’de nükleer santral inşa etme konusunda tarafların anlaşmaya varmaları, enerji alanında geliştirilen projeler, iki ülke arasındaki münasebetlerin “stratejik ortaklık” olarak adlandırılmasına neden olmuştu. Ancak bir taraftan Türkiye’ye yerleştirilmek istenilen ve Rusya tarafından uzun vadede “kendisine yönelik bir adım” olarak algılanan füze radar sistemi ile Türk yetkililerin Suriye konusunda Rusya’yı sert dille eleştirmeleri, hatta bir takım suçlamalarda bulunmaları, Türk-Rus münasebetlerine gölge düşürecektir.
 
Amerikan ve Rus devlet adamlarının birbirlerine karşı sert açıklama ve suçlamalarda bulunmaları, alışık bir durumdur ve bu tür davranışlar, münasebetlerin genel seyrini etkilememekte ve zarar vermemektedir. ABD ile Rusya, aralarında sorunlar yaşadıkları dönemde dahi karşılıklı oturup karşılıklı tavizlerde bulunabilmekte, ortak kararlar alabilmektedirler. Rusya’nın ABD’nin Irak müdahalesine ses çıkarmaması ve 11 Eylül olayı sonrasında yanında yer alması, ABD’nin Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü üyeliğine yeşil ışık yakması, Rus yetkililerinin Lenin’in memleketi olan Ulyanovsk’u NATO’ya “transit üs” olarak kullanması için izin vermeleri, tarafların silahsızlanma vs konularda devamlı görüşmelerde bulunmaları vs. yukarıdaki tezimize örnek teşkil etmektedir. Bütün bunların da Rusya ile ABD arasındaki münasebetlerin gergin bir seyir izlediği dönemde gerçekleştiğini unutmamak gerekmektedir. Ancak aynı şeyi Rus-Türk münasebetleri için söylemek mümkün değildir. Tarih boyunca da bu münasebetler, ya iyi olmuştur ya kötü. Soğuk Savaş döneminden kalan algılama sorununun tam olarak çözülmediği bir dönemde tarafların birbirlerinin meselelere bakış açılarına daha temkinli yaklaşmaları, hiç şüphesiz bu münasebetlerin seyri için önem arz etmektedir. Rusya’nın tutumu zaten bütün dünya tarafından eleştirilmektedir. Türkiye’nin de ayrıca Türk-Rus münasebetlerinin gündeminde olmayan bir konuyla ilgili Rusya’yı karşısına almasının ve ağır suçlamalarda bulunmasının, bu münasebetleri olumsuz etkilemesinden başka bir faydası ve anlamı yoktur.