Türkiye-İsrail İlişkilerinde Yaşanan Son Krizin İsrail İç Politikası Açısından Değerlendirmesi

Selen Tonkuş, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı
Türkiye ile İsrail arasında 2009’un Ocak ayından beri sıklıkla yaşanan krizlerden sonuncusu İsrail Dışişleri Bakanı Danny Ayalon’un Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a karşı sergilediği diplomatik olmayan tavır nedeniyle yaşandı. Ayalon’un Kurtlar Vadisi dizisinde İsrail karşıtı sahne ve söylemler nedeniyle sergilediği tutumunun yarattığı gerginlik, Türkiye’nin isteği üzerine resmi özür dilenmesi ve İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Ankara ziyaretine rağmen karşılıklı sözler ile devam etti. Kriz, Türkiye-İsrail ilişkilerinin vardığı nokta ve geleceğine ilişkin birçok çıkarım yapılmasına imkan verdiği gibi, İsrail’in iç politikasında da geniş yankı uyandırmıştır.   Türkiye’de medya, siyasi çevreler ve kamuoyunda geniş tepkilere sebep olan olay, İsrail’de de aynı çevrelerce ilgi çekti. Geçen yıl Davos Zirvesi’nde Başbakan Erdoğan’ın tutumunun Türkiye’de yarattığı tepkilere benzer şekilde İsrail’de, Ayalon’un davranışının içeriğini onaylarken üslubunu eleştirenlerin yanı sıra, Türkiye gibi her zaman ihtiyaç duyulan müttefike karşı takınılan tutumu yanlış bulanlar ve Ayalon’un tavrını her açıdan destekleyenler oldu.   Örneğin İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz başta olmak üzere bir grup medya, Ayalon’un tavrının aslında Türk dizisi ile ilgili olmadığını, asıl amacın çok daha önceden planlanan Barak’ın Ankara gezisini engellemek olduğunu yazdı. Ayrıca aralarında yazarlar ve basın mensuplarının da bulunduğu yüzlerce İsraillinin, Tel Aviv'deki Türk Büyükelçiliği'ne telefon açıp, davranıştan duydukları üzüntüyü dile getirdikleri İsrail basınında yer aldı.   Ayalon’un tavrına İsrailli siyasetçilerden de çok farklı tepkiler geldi. Örneğin kendi partisi olan sağcı İsrail Evimiz Partisi’nden bir grup milletvekili Ayalon’un siyasi olarak “bittiğini” aynı zamanda Dışişleri Bakanı Lieberman’a da zarar verdiğini söyledi. Partiden diğer bir grup ise Ayalon’un İsrail ve Yahudiliğin gurunu kurtardığını söyleyerek davranışı destekledi.   İşçi Partisi’nden Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Ben-Eliezer, büyükelçinin onurunun koruması gerektiğini söylerken, Türkiye'yi de İsrail'e karşı olan ülkeler safına itmenin ülkeye bir yarar sağlamayacağını belirtti ve kriz sonrası Türkiye’yi ziyaret edecek Barak’a Ayalon’un açtığı zararın kapatılması için büyük bir rol düştüğünü söyledi.   İsrail Parlamentosu'nun Dürzi milletvekili Majalli Whbee, Ayalon'un özür dilemesini isterken, İşçi Partisi milletvekillerinden Daniel Ben-Simon, Netanyahu'ya, Lieberman'ı görevinden alması çağrısında bulundu.  İsrail’de diplomatik çevreler de Ayalon’un istifa etmesi gerektiği konusunda birleşti. Cumhurbaşkanı Peres’in de içinde bulunduğu bir grup ise olayın İsrail Devleti’ne mal edilmemesi gerektiğini, bir şahsın hatası olarak bakılması gerektiğini ifade etti.
Aşırı sağcı Başbakan Benjamin Netanyahu ise, Ayalon’un üslubunun diplomatik olmadığını dile getirirken, Türk Büyükelçi'ye yönelik muameleyi destekler bir tavır benimsedi ve krizden Türkiye'nin İran ve Suriye ile gelişen ilişkilerini sorumlu tuttu. Netanyahu’nun görüşü İsrail’de birçok basın mensubu ve akademisyen tarafından paylaşılıyor. İki ülke ilişkilerinin kötüleşmesinin nedenini, Soğuk Savaş’ın bitmesinin Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını ortadan kaldırması ve AB’nin Türkiye’nin üyeliğine de facto reddi nedeniyle Türkiye’nin laik, modern ve Batı yanlısı duruşundan uzaklaşması olarak gösteriyorlar. Birçok makalede ve köşe yazısında, bu şartlar altında İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek için bir şey yapamayacağı, Türkiye’nin Ortadoğu’daki radikal kampa dâhil olmayı seçtiği yönünde yorumlar yapılıyor. Bu görüş, İsrail Askeri İstihbarat Örgütü Başkanı Tümgeneral Amos Yadlin tarafından da dile getirildi. Yadlin, Türkiye’nin artık İsrail ile yakın bir ilişkiye ihtiyaç duymadığını, iki ülkenin hala ortak çıkarları olduğunu fakat Türkiye’nin Suriye ve İran’la daha fazla ortaklık paylaştığını ifade etti.    Türkiye-İsrail ilişkileri açısından bir başka yazıda değerlendirilebilecek son kriz, İsrail’in iç politikası ve dış politikası açısından birçok gerçeği gözler önüne serme özelliği taşıyor. Öncelikle 1970lerde dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın söylediği gibi İsrail dış politikasının “tamamen içsel” olduğu, yani İsrail’in belli ve tutarlı bir dış politikaya sahip olmadığı, dış politikanın iç politikadaki dinamikler tarafından belirlendiği son kriz sırasında da kanıtlanmıştır. İsrail’in bir koalisyon hükümeti olması ve koalisyonda aşırı sağcı görüşe sahip liderlerin olması, ortak bir dış politikaya sahip olmasına engel olmamalıdır. Ancak son olayda da görüldüğü üzere bu denli ciddi bir dış politika hamlesi devlet ve hükümet tarafından sahiplenilmemiş, aşırı sağcı bir dışişleri bakanı ve yardımcısının şahsiyetlerine mal edilmiştir. Ayrıca krize ve Türkiye ile ilişkilere ilişkin çıkan değişik sesler de bir kez daha İsrail’in iç siyasetinde sanıldığı gibi homojen ve uyum içinde bir yapı olmadığını göstermiştir. Krizden çıkarılacak başka bir sonuç ise, hem küresel hem bölgesel siyasetin dinamikleri değişirken, İsrail’in yerinde saymaktaki kararlılığıdır. Yerinde saymasına sebep değişimleri okuyamamasıdır. İsrail’in, Türkiye’nin tutumunu Türk dış politikasındaki eksen kayması yani Türkiye’nin yüzünü batıdan doğuya; Müslüman ülkelere hatta radikal İslamcı gruplara dönmesi ile açıklaması, hem Türkiye’deki hem de bölgede meydana gelen değişimden yeterince haberdar olmadığını göstermektedir.