Vladimir Putin’in Türkiye Ziyareti Arifesinde Türk-Rus Münasebetleri

Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov), ORSAM Avrasya Danışmanı
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye-Rusya arasındaki Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin (ÜDİK) üçüncü toplantısına katılmak üzere 14 Ekim 2012’de Türkiye’yi ziyaret edecektir. Toplantıda Putin’e çok sayıda bakan ve bürokratın eşlik etmesi ve görüşmelerde de Türk-Rus ikili işbirliği konularının ve bölgesel meselelerin ele alınması beklenmektedir. Bu bağlamda SSCB’nin yıkılışından itibaren gelişen Türk-Rus münasebetlerini, işbirliği alanlarını ve münasebetlerin daha da yüksek seviyede olmasını engelleyen konuları gözden geçirmekte fayda vardır. 
 
Rusya Federasyonu’nda Vladimir Putin döneminin başlaması, Türkiye’de de AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türk-Rus ilişkileri ivme kazanmıştır. 1990’lı yıllarda Türk-Rus ilişkilerinde ancak ticari boyut söz konusu idiyse, günümüzde iki ülke arasında “stratejik ortaklıktan” dahi bahsedilmeye başlanmıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 40 milyar dolara ulaşması, ikili görüşmelerin çok sık ve en üst düzeyde yapılması, uluslar arası arenada tarafların birbirlerine destekte bulunmaları, enerji alanındaki işbirliğinin artması, Türk-Rus ilişkilerinin “stratejik ortaklık” düzeyine çıkması için zemini hazırlayan gelişmelerdir. Bütün bu gelişmelerin gerek Türkiye’nin gerekse de Rusya’nın Batı ile sorun yaşadığı bir döneme denk gelmesi, Rusya ile Türkiye’nin Avrasya Birliği’ne doğru gittiğine ve Rusya’nın Türkiye’nin AB yolunda alternatif olup olamayacağına dair tartışmaların artmasına yol açmıştır. Türk-Sovyet (Rus) münasebetlerinin kuruluşunun 90. yılının kutlandığı 2010 yılında diplomatik ilişkilerin artması, vizelerin kaldırılması ve Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin faaliyete geçmesi, bundan sonraki süreçte Türk-Rus münasebetlerinin daha fazla gelişeceğine işaret etmektedir.
 
Türk-Rus İlişkilerinin Gelişmesindeki Etkenler
 
Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesinde birkaç önemli etken bulunmaktadır. Bu etkenlerden ilki, iki ülkenin XXI. yüzyılın başında izlemeye başladıkları dış politikalarının birbirine benzer olmasıdır. Gerek Moskova, gerek Ankara XXI. yüzyılın başında dış politikalarını gözden geçirmişlerdir. Kremlin, çok yönlü bir dış politika izlemeye başlamış ve bu bağlamda özellikle BDT coğrafyası ve komşu ülkelerle münasebetlerin geliştirmesine önem vermiştir.(1) Türkiye de 2000’li yıllarda komşu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi ve komşularla olan sorunların çözümünü öngören bir dış politika benimsemiştir. Her iki ülkenin de komşularına ve dolayısıyla birbirlerine önem vermeye başlaması, Türk-Rus diyalogunun yeni bir boyuta çıkmasını sağlamıştır. Yine bu bağlamda özellikle son yıllarda Ankara ve Moskova’nın Batı tarafından kendilerine atfedilen rolden de memnun olmadıklarını belirtmek gerekmektedir. Moskova, kendisine yalnızca “petrol pompalayan bir istasyon” gözüyle bakılmasına itiraz ederken, Türkiye ABD ve AB’nin kendisini sadece Batı’nın Orta Doğu ve Afganistan gibi coğrafyalara yönelik politikalarında bir “köprü” olarak kullanmasından yakınmaktadır.
 
Moskova-Ankara yakınlaşmasının ikinci önemli etkeni ise uluslar arası arenadaki gelişmelerdir. Enerji kaynakları sayesinde ekonomisini toparlayan ve dış borçlarını kapatan Moskova, daha aktif bir dış politika izlemeye başlamış ve adeta ABD ile yeni bir Soğuk Savaş başlatmıştır. Türkiye’nin başta Irak’daki gelişmeler dolayısıyla ABD ile, AB sürecindeki sorunlar yüzünden dolayı da AB ile ilişkileri olumsuz etkilenmiştir. Avrasya bölgesinin iki önemli ülkesinin de Batı ile arasının açılması, gerek Rusya’da, gerekse de Türkiye’de Rus-Türk ittifakından söz edilmesine neden olmuştur. XXI. yüzyılın başında Türkiye ile Rusya’nın yer aldığı Avrasya coğrafyasının jeostratejik öneminin artması ve bu coğrafyada hızlı gelişmelerin yaşanması da, bölgenin en önemli iki ülkesinin birçok konuda karşılıklı görüş alışverişinde olmalarını ve faaliyetlerini karşılıklı koordine etmelerini sağlamıştır.
 
Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın bir başka önemli nedeni hiç şüphesiz, iki ülke arasında diplomatik temasların artmasıdır. Dönemin devlet başkanı Vladimir Putin’in ilk Türkiye ziyaretinden (5-6 Aralık 2004) sonra Türkiye ile Rusya arasında diplomatik münasebetler hız kazanmıştır. Yılda birkaç kez en üst seviyede yapılan görüşmelerin yanı sıra yılda iki kez biri Rusya’da, diğeri de Türkiye’de olmak üzere bakanlar toplantısı yapılmaktadır. Bu husus tarafların iki ülke arasında çıkan sorunlara aniden müdahale etmeyi ve uluslar arası arenadaki gelişmelerle ilgili görüş alışverişinde olmalarını sağlamaktadır. Diplomatik ilişkilerin seviyesinin arttırılması hiç şüphesiz ekonomik ve kültürel münasebetlerin gelişmesini ve dolayısıyla Soğuk Savaş sırasında oluşan algılama sorununun tamamen olmasa da çözülmesini beraberinde getirmiştir. Algılama sorununun gittikçe ortadan kalkması da Türk-Rus yakınlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesindeki bir başka önemli etken ise hiç şüphesiz ticarettir. Bavul ticareti ile başlayan bu alandaki münasebetler, günümüzde iki ülke arasındaki stratejik işbirliğinin temelini oluşturmaktadır.
 
Komşuluktan Stratejik İşbirliğine Doğru: Türk-Rus İlişkileri
 
  a) İki Ülke Arasındaki Ticari İlişkiler
 
2011 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi, yaklaşık 40 milyar dolara ulaşmış ve Rusya, Türkiye’nin en büyük ticari ortaklarından biri hâline gelmiştir. Hâlbuki daha 2003 yılında bu rakam 6 milyar dolar seviyesindeydi. Rusya’nın Türkiye’ye yaptığı ihracatın yüzde 42’sini doğalgaz, yüzde 26’sını petrol ve petrol ürünleri teşkil ederken, Türkiye’nin Rusya’ya sattığı mallar arasında en önemli kalemi yüzde 20’lik payla tekstil ürünleri, yüzde 16’lık payla demir ve çelik ürünleri, yüzde 12’lik payla da sebze ve meyve oluşturmaktadır.(2) Bununla birlikte ticari ilişkilerde Türkiye aleyhine bir dengesizlik söz konusudur. Türkiye, bütün görüşmelerde aleyhine olan dengesizliği gündeme getirmesine rağmen, Rus yetkililer bu dengesizliğin Rusya’da Türklerin inşaat sektörüne yaptığı yatırımlar, bavul ticareti ve turizm sayesinde kapandığı görüşündedirler. Rusya’da çok sayıda Türk inşaat şirketi faaliyet göstermekte ve 90’lı yıllardan itibaren Türk firmaları Rusya’da yaklaşık 1000 projeyi hayata geçirmişlerdir. 2011 yılında Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı ise 3 milyonu aşmış ve Ruslar, Türkiye’yi ziyaret eden turistler arasında birinci sırada yer almışlardır. Taraflar bu alanlardaki işbirliğini devam ettirme konusunda kararlıdırlar. Nitekim iki ülke yetkilileri de 2015 yılında ticaret hacmini 100 milyar dolar seviyesine çıkaracaklarını ileri sürmektedirler. Ticarî münasebetlerin gelişimi ise diğer alanlardaki işbirliğini de beraberinde getirecektir.
 
  b) Enerji Alanındaki “Enerji”k İşbirliği
 
Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacminin bu kadar yüksek olmasının nedenleri arasında hiç şüphesiz Rus enerji kaynaklarının büyük payı vardır. Rusya’dan doğalgaz ithal eden ülkeler arasında üçüncü sırada bulunan Türkiye’nin Rus doğalgazına olan bağımlılığı yüzde 60 civarındadır. 1984’te iki ülke arasında imzalanan anlaşma çerçevesinde Rusya 1987 yılında Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan üzerinden gelen boru hattıyla, Türkiye’ye gaz ihracatını başlatmıştır. 2005 yılında da Mavi Akım Projesi hayata geçmiştir.(3) Mavi Akım’ın hayata geçmesiyle Türkiye, Rusya’nın enerji alanındaki en büyük ortaklarından biri hâline gelmiştir. Diğer taraftan Türkiye, Rus gazını 1987 yılından itibaren satın almasına rağmen Rusya Federasyonu ile Türkiye arasında bu konuda hiçbir zaman büyük sorunlar yaşanmamış ve Rusya, güvenilir bir ortak olduğunu ispatlamıştır.
 
Bu işbirliğine rağmen Türkiye ile Rusya enerji alanında bugüne kadar özellikle Orta Asya’daki enerji kaynaklarının uluslar arası pazara ulaştırılması konusunda farklı projeler ileri sürmüşlerdir. Burada Güney Akım – Nabucco rekabeti söz konusudur. Ancak Putin’in Ağustos 2009’da gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında imzalanan anlaşma ve protokoller, bundan sonra enerji alanındaki işbirliğinin daha da artacağına işaret etmektedir. Zira Rusya, kendi projesine (Burgas-Dedeağaç) rakip olarak gördüğü Samsun-Ceyhan boru hattına petrol vermeyi kabul ederken, Ankara da Nabucco’nun alternatifi olarak ortaya atılan Güney Akım boru hattının Türkiye’nin karasularından geçmesine müsaade etmiştir. Her iki ülkenin de söz konusu projelere karşı olan tutumlarını değiştirmelerinin nedeni ise bölgede enerji alanında meydana gelen gelişmelerdir. Bulgaristan’da iktidara gelen yeni hükümet, Güney Akım ve Burgas-Dedeağaç dâhil olmak üzere bütün projeleri tekrar gözden geçireceğini ve askıya alabileceğini açıklayarak Rusya’nın önem verdiği projeleri tehlikeye sokmuştur. Transit konusunda Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya bağlı kalmak istemeyen Rusya ise Güney Akım’a büyük önem vermekte ve projenin hayata geçmesi için rakip olarak gördüğü Samsun-Ceyhan hattına petrol aktarmayı dahi kabul etmiştir.(4) Türkiye’nin Güney Akım’a “katılması”nı da Güney Akım’ın alternatifi olan Nabucco için bir türlü gazın bulunamamasıyla açıklayabiliriz. Irak’ta istikrarsızlığın devam etmesi, İran’ın projeye katılımını ABD’nin istememesi, Azerbaycan ile Türkmenistan arasında Hazar’ın ve bölgedeki kaynakların paylaşımı konusundaki anlaşmazlığın devam etmesi, Kazakistan’ın projeye katılımı konusunda kesin kararını verememesi, Nabucco için gazın bulunmasını zorlaştırmaktadır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki diyalogun başlatılmasına olumsuz yaklaşım gösteren Azerbaycan’ın Türkiye ile ilişkilerinde enerji kartını devreye sokması da Nabucco’yu olumsuz etkilemektedir. Neticede Rusya ile Türkiye çözümü, birbirlerinin ortaya attığı projeleri destekleyerek bulmuştur. Ancak bu husus Rusya’nın kendi projelerinden, Türkiye’nin de Nabucco’dan tamamen vazgeçtiği anlamına gelmemektedir.  
 
Yine son dönemde gerçekleşen karşılıklı ziyaretler sırasında taraflar ayrıca Türkiye’de yer altı depolarının oluşturulması ve Rusların Türkiye’de nükleer santral inşa edilmesi konusunda da anlaşmalar imzalamışlardır.(5) Bütün bunlar önümüzdeki dönemde ülkeler arasında enerji, ticari ve hatta siyasi ilişkilerin katlanarak gelişmeye devam edeceğine işaret etmektedir. Bu husus, hiç şüphesiz Türkiye’nin Rusya’ya enerji alanındaki bağımlılığını da artıracaktır. Ancak bu bağımlılığın tek taraflı olmadığını ve Türkiye’nin Rusya’ya olduğu kadar, Rusya’nın da Türkiye’ye bağımlı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Zira Batı Hattı ile Mavi Akım’ın yanı sıra Samsun-Ceyhan’a Rusya’nın katılmasından ve Türkiye’nin kendi karasularını Rusya’ya açmasından sonra Rusya’nın Batı’ya ihraç ettiği kaynakların büyük bir kısmı Türkiye üzerinden geçecektir. Dolayısıyla Moskova da transit konusunda Ankara’ya bağımlı hâle gelecektir. Gerek Avrasya coğrafyasında enerji alanındaki hâkimiyetini pekiştirmek ve transit konusunda Ukrayna ile Beyaz Rusya’ya olan bağımlılıktan kurtulmak isteyen Rusya’nın, gerekse de Batı ile Doğu arasında enerji alanında köprü olmak isteyen Türkiye’nin enerji alanında işbirliğine giderek isabetli adımlar attığını söyleyebiliriz.
 
  c) Askerî Alanda Gelişen İşbirliği
 
Rusya ile Türkiye arasında askerî alanda da işbirliği gelişmektedir. Aslında Rusya ile Türkiye’nin askerî ve teknolojik alanındaki işbirliği eskiye dayanmaktadır. Türkiye daha 90’lı yıllarda Rus silah ve helikopterleri satın almıştı. 
 
Nisan 2008’de “Rosoboroneksport” adlı Rus şirketi, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne tanksavar sistem ve füzelerin şevki konulu ihaleyi kazanmıştır. Rusya’nın Türkiye’ye satacağı “Kornet” füze kompleksi, füzeyi lazer ışığı vasıtası ile yöneltmek olanağını vermekte, düşmanın ateş noktalarını ve araçlarını vurmada kompleksin etkililiğini önemli derecede arttırmaktadır. Böylece Rusya bir taraftan Türkiye ile askerî teknoloji alanında da işbirliğine giderken, diğer taraftan ABD-Rusya silah pazarı rekabetinde önemli bir koz elde etmiş olacaktır. Rus donanması Başkomutanı Amiral Vladımir Vısotski’nin 23 Haziran 2008 tarihindeki Türkiye ziyareti sırasında iki ülke arasındaki askerî ilişkilerin geliştirilmesi konusunun öneminin altı bir kez daha çizilmiştir. Yapılan görüşmeler sırasında taraflar Rus ve Türk denizcilerinin eylemlerinin koordine edilmesi ve onların Karadeniz’deki ortak faaliyetlerinin biçim ve yönlerinin arttırılması, bölgedeki kolektif güvenlik sisteminin geliştirmesi konusunda mutabakata varmışlardır.(6) Askerî alanda da Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerini geliştirme çabası, hiç şüphesiz Rus-Türk ilişkilerini yeni bir boyuta taşıyacaktır. Ancak her ne kadar Rusya’nın askerî alanda işbirliği yaptığı ilk NATO ülkesi Türkiye olsa da, bu alandaki işbirliğinin, potansiyelin altında olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda Rusya eski Savunma Bakanı Sergey İvanov’un şu sözleri anlamlıdır: “Türk ordusunun NATO standartlarını kabul etmesi ile ABD ve diğer Batılı ülkelerin ortaya koyduğu sert rekabetin askerî işbirliğimizi kısıtladığını söylemeliyim. Bu ülkelere Türkiye'deki askerî ve siyasi çevrelerde belirli bir sempati duyulduğunu da kabul etmek gerekiyor.”(7)
 
  d) Uluslararası Arenada Karşılıklı Destek
 
Kafkaslar ve Orta Asya, Rusya ile Türkiye arasında rekabet alanı olarak görülse de, iki ülkenin birçok uluslararası soruna yaklaşımları birbirine yakındır. Temmuz 2005’te yapılan Erdoğan-Putin görüşmesi sırasında Erdoğan, “Dünyada istikrarın korunmasına ilişkin konular da dâhil olmak üzere, bölgedeki duruma ilişkin görüşlerimiz tamamıyla örtüşmektedir” açıklamasını yapmıştır.(8) Rusya, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklerken, Türkiye de, Rusya’nın İKÖ’ye gözlemci üye olarak katılmasında önemli rol oynamıştır. 20 milyon Müslüman nüfusa sahip olan Rusya, İslam ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmek, bölgede ekonomik ve siyasi çıkarlarını gözetmek, Orta Doğu’da yaşanan sorunlarda arabulucu olmak için İKÖ gözlemci üyeliğine başvurmuştur. Rusya’yı örnek alarak Hindistan’ın da üye olmasından korkan Pakistan, Rusya’nın İKÖ’ye gözlemci statüde bile üye olmasına karşı çıkmış, ancak Türkiye’nin girişimiyle Rusya gözlemci üye statüsünü elde etmiştir.
 
Aynı şekilde Türkiye, Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliğini de desteklemiştir. Rusya, Türkiye gibi, başta İran sorunu olmak üzere Orta Doğu’daki sorunların barışçıl yollarla çözülmesinden yana tavır takınmaktadır. Ankara ile Moskova’nın bu yaklaşımları Türkiye ile Rusya’ya bölgedeki bütün taraflarla görüşme imkânı tanımaktadır. Bu husus hiç şüphesiz iki ülkenin de bölgede etkisini artırmaktadır. Diğer taraftan her iki ülke de Batı ile Doğu arasında köprü vazifesi üstlenmeye hazırdır. Bu benzerlikler, iki ülkeyi birbirine yaklaştırmaktadır. Yine taraflar, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nü (KEİ) daha etkin hale getirmek için çaba gösterme yönünde anlaşmaya varmıştır. NATO’nun Karadeniz’i kontrol altında tutma çabaları konusunda da Rusya ile Türkiye’nin görüşleri uymaktadır. Türkiye, Möntrö Antlaşması’nın değişmesine karşı çıkarken, Rusya NATO güçlerinin Karadeniz’de yayılmasını istememektedir.(9)  Çeşitli uluslararası platformlarda tarafların karşılıklı gösterdiği desteğin yanı sıra, Rusya ile Türkiye, KEİ ve BLACKSEAFOR gibi Karadeniz’de varlık gösteren iki kurum çerçevesinde de birlikte hareket etmeye çalışmaktadırlar.
 
  e) Kültürel Alanındaki İşbirliği
 
Bavul ticareti ve Türk şirketlerinin Rusya’daki yatırımları, sadece ekonomik ilişkilerin değil aynı zamanda kültürel ilişkilerin gelişmesine de katkıda bulunmuştur. İki halk arasında artan temaslar, Türklerle Rusların birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlamıştır. Söz konusu temaslar sayesinde artan karma evlilikler de kültürel ilişkilerin artmasına neden olmuştur. Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya gibi büyük şehirlerde faaliyet gösteren Rus kültür cemiyetleri de bu alandaki münasebetlere olumlu katkılarda bulunmaktadırlar.
 
2007 yılında Türkiye’de Rusya Kültür yılı, 2008 yılında da Rusya’da Türkiye Kültür yılı ilan edilmesi ve iki yıl boyunca Türkiye ile Rusya’da çeşitli kültürel etkinliklerin gerçekleştirilmiş olması, iki ülke arasında kültürel münasebetleri yeni bir seviyeye çıkarmıştır. Yine iki ülkenin akademisyenleri arasında başlatılan diyaloglar, üniversite ve arşivler arasında işbirliğine dair imzalanan anlaşmalar, öğrenci ve öğretim görevlileri değişim programları, bu alanda kayda değer diğer gelişmelerdir. Ancak yine de bu alandaki işbirliğinin, potansiyelin altında olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda Vladiir Putin’in Ocak 2010’da gerçekleştirdiği ziyaret sırasında taraflar arasında imzalanan ve kültür, sanat, ilim, eğitim, spor gibi alanlarda işbirliğini öngören protokollerin hayata geçirilmesi büyük önem arz etmektedir. Zira bu alandaki işbirliği asırlarca yan yana yaşayan Türkler ile Rusların birbirlerini daha iyi tanımalarını ve Soğuk Savaş döneminden kalan “algılama ve güvensizlik sorununun” çözülmesini sağlayacaktır.
 
Türk-Rus Stratejik Ortaklığın Önündeki Engeller
 
Her ne kadar ticari ilişkiler hızla gelişse ve eskisiyle kıyasla iki ülke arasındaki siyasi ilişkiler ivme kazansa da, Başbakan Erdoğan tarafından dahi dile getirilen “stratejik ortaklık”tan bahsetmenin daha erken olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Türk-Rus ilişkileri ile ilgili Rus yetkililerinin açıklamalarında stratejik ortaklığa dair herhangi bir atıfta bulunulmamıştır. Putin, Rus-Türk ilişkilerinin geliştirilmesinden yana olduklarını ve bu ilişkilerin aynen Rusya-Almanya ve Rusya-Fransa ilişkileri seviyesine çıkartılması gerektiğini vurgulamıştır. Bunun için her iki tarafın da büyük çaba göstermesi ve ikili ilişkilerdeki sorunların veya bir takım engellerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. 
 
Türk-Rus stratejik ortaklığın önündeki engellerin başında hiç şüphesiz, son dönemdeki yakınlaşmaya rağmen, taraflar arasındaki güvensizlik sorunu gelmektedir. Vizelerin kaldırılması, aslında algılama ve güven sorununun çözüm sürecinde önemli bir adımdır. Bu husus özellikle Rusya’nın Türkiye’ye karşı sergilediği tutum için geçerlidir. Rusya günümüzde BDT ülkeleri hariç çok az ülkeyle karşılıklı vizeyi kaldırmış bulunmaktadır. Vizelerin kaldırılması hiç şüphesiz vatandaşlar arasında karşılıklı ziyaretleri arttıracak ve dolayısıyla iki halkın birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlayacak, ekonomik ve kültürel münasebetleri de arttıracaktır. Ancak algılama ve tam güvenin sağlanması için biraz daha zamana ihtiyaç olduğu da görülmektedir. Zira Moskova, NATO üyesi Türkiye’ye hâlâ ABD’nin bölgedeki en büyük müttefiki olarak görmektedir. Türkiye’nin kendi topraklarında ABD’nin füze radar sistemlerine yeşil ışık yakması, Rusların bu yöndeki Türkiye algılamasını arttırmıştır.
 
Türkiye’nin Rusya algılamasında da bir takım şüpheler mevcuttur. Türkiye’de Rusya’nın enerji kartını dış politikada bir koz olarak kullandığı fikri hâkimdir. Ayrıca Moskova’nın gerek sebze-meyve ithalatında gerekse de Türk tırlarının geçişinde bir takım sorunlar çıkarması da Türk-Rus ilişkilerini olumsuz etkilemektedir. Bu bağlamda Rus yetkililerin bu sorunları ortadan kaldıracağına dair verdiği vaatlerin yerine getirilmesi, gerek iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesi, gerekse de güvensizlik sorununun ortadan kaldırılması açısından büyük önem taşımaktadır.
 
Yine her ne kadar PKK konusu eskisi gibi Türk-Rus ilişkilerine gölge düşürmese ve Türkiye ile Rusya terör ile mücadele konusunda işbirliği içerisinde olsalar da Kremlin, PKK’yi terörist gruplar listesine dâhil etmemektedir.(10) Moskova’da ondan fazla kuruluş çerçevesinde örgütlenen çok sayıda Kürt yaşamaktadır. Söz konusu örgütler, Rusya Federasyonu kanunlarına uygun bir şekilde kurulmuş olsa da, Rus uzmanlar söz konusu örgütlerin PKK ile ilişkileri olduğunu belirtmektedir. Yakın Doğu politikasının önemli bir unsuru hâline gelen Kürt etkenini göz önünde bulunduran Kremlin, bu örgütleri yasaklayarak, Kürtlerle ilişkilerini bozmaktan çekinmektedir. Ayrıca Rus yetkililer sadece Rusya’da faaliyet gösteren ve Rusya’nın çıkarlarına zarar veren terör örgütlerini listeye dâhil ettiklerini açıklamıştır. Hâlbuki Moskova’nın PKK’yi terör listesine dâhil etmesi, Rus-Türk ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunabilirdi.
 
Bölgesel Türk-Rus Rekabeti
 
Türkiye ile Rusya, birçok bölgesel soruna ortak bakış açılarına sahip olmalarına rağmen, Kafkasya ile Orta Asya, Türkiye ile Rusya arasında rekabet alanını oluşturmaktadır. Moskova, Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik küçük bir hareketini dahi kıskançlıkla karşılamaktadır. Eski Sovyet cumhuriyetlerinin Batı ile yakınlaşmasını engellemeye çalışan ve bu cumhuriyetlerdeki enerji kaynaklarını kendi kontrolü altında tutan Moskova, Ankara’nın bu cumhuriyetlerin Batı ile yakınlaşma sürecine katkıda bulunmasından da rahatsız olmaktadır. Bu husus tarafların bölgesel örgütlenmelere gitmelerine ve doğal olarak karşı taraflarda yer almalarına neden olmaktadır. Örneğin Kafkasya’da Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan ittifakına karşı olarak Rusya, İran ve Ermenistan ile birlikte hareket etmektedir.
 
Her ne kadar Rus yetkililer, Ankara’nın Kafkasya İstikrar Paktı’nı desteklediklerini ve Yukarı Karabağ meselesinin çözümünü istediklerini ileri sürseler de, Yukarı Karabağ sorununun çözümü ve Türkiye-Ermenistan sınırının açılması da Kremlin açısından istenilen bir durum değildir. Zira bu sorunların çözümü, Kremlin’in Ermenistan ve Azerbaycan ile ilişkilerde önemli kozdan mahrum kalması ve Ermenistan’ın Rusya’nın etkisi altından çıkarak Batı ile entegrasonu arttırması anlamına gelmektedir.
 
Ancak Rus yetkililer, bu süreci artık engelleyemeyeceklerini bildikleri ve bu sürecin dışında kalmamak için özellikle Yukarı Karabağ sorununa dair görüşmelerin Moskova’nın çatısı altında yürütülmesini istemektedir. Zira Moskova’nın bulacağı “çözüm”, Rusya’yı daha sonraki süreçte diğer küresel ve bölgesel güçlere nazaran daha güçlü kılacaktır. Bundan dolayı Rus yetkililer, Yukarı Karabağ konusu ile Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmesini istemektedirler. Moskova, sorunu çözme çabalarında Türkiye’yi dışlarken, Ankara da Rusya’yı bu sürecin dışında tutmak istemektedir. Hâlbuki Yukarı Karabağ sorununun çözümü, bölgenin iki önemli oyuncusu olan Rusya ile Türkiye olmadan mümkün görülmemektedir. Türkiye ile Rusya’nın bu konudaki ortak çalışmaları bölgeyi istikrara kavuşturabilir ve uzun vadede iki ülkenin de çıkarına olurdu.
 
Kafkasya’nın yanı sıra Orta Asya da aslında gizli bir Türk-Rus rekabetine sahne olmaktadır. Özellikle bağımsızlıklarının ilk yıllarında, Rusya’nın bölgeye “nasılsa bizlerden fazla uzaklaşamaz” düşüncesiyle önem vermediği bir dönemde, başta Türkiye olmak üzere küresel ve bölgesel güçler bölgede etkilerini arttırmışlardı. Ancak Türkiye, ekonomik alanda yeni cumhuriyetlerin ihtiyaçlarını karşılayamamıştır. Bu husus Türkiye’nin bu ülkelerle entegrasyon sürecini de olumsuz etkilemiştir. Neticede Türkiye, TİKA ve TÜRKSOY gibi kuruluşlar aracılığıyla Türk cumhuriyetleriyle daha çok kültür, eğitim ve sosyal alanlardaki işbirliğine ağırlık vermiştir. Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik bu politikası bölge ülkeleriyle ilişkilerinde daha çok siyasi ve askerî konulara önem veren (ekonomi alanda Çin’in üstünlüğü söz konusudur) Rusya’yı rahatsız etse de bu husus en azından şimdilik Türk-Rus münasebetlerini olumsuz etkilememiştir. Ancak her iki ülkenin (Türkiye ve Rusya) de bölgede daha fazla güçlenmesiyle durum değişebilir. Daha güçlü bir Türkiye, münasebetlerini kültürel alandaki faaliyetlerle sınırlı tutmak istemeyeceği gibi, daha güçlü bir Rusya’nın da bölgede ABD, Çin ve Türkiye’nin varlığına tamamen son vermek istemesi, ihtimal dâhilindedir. Dolayısıyla Rusya ile Türkiye, Avrasya coğrafyasında “ortak” oldukları kadar da “rakip”tirler. Ancak taraflar arasında geliştirilen çok yönlü işbirliği, tarafların tartışmalı meselelerde dahi ikili münasebetlere zarar vermeyen kararlar alınmasını sağlayacaktır.
 
Yukarıda Orta Doğu ve diğer bölgelerdeki sorunların çözümünde Rusya ile Türkiye’nin ortak tutum sergilediklerini ve bu hususun Ankara ile Moskova’yı birbirine yakınlaştırdığını belirtmiştik. Ancak her iki ülkenin de son dönemde önem vermeye başladıkları Orta Doğu ve Balkanlar gibi coğrafyalarda Türkiye ile Rusya’nın etkileri artmaya başlarsa bu alanlardaki işbirliği de her an bir rekabete dönüşebilir. Zira Rusya ile Türkiye’nin buradaki çıkarları, söz konusu bölgelerin istikrarlı olmasına bağlı olup, taraflar bölgelerin istikrarlaşmasını birlikte savunmaktadırlar. Ancak daha sonraki adımlar ekonomik ve siyasi nitelik kazandığı takdirde, bu işbirliğinin rekabete dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir. Ankara ile Moskova’nın bu bölgelerdeki dayanaklarının (etnik ve dini) farklı olması ise söz konusu bölgelerde yeni bloklaşmalara ve sorunlara da yol açabilir.
 
Önümüzdeki dönemde Rusya ile Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği bir başka alan da Kırım yarımadasıdır. Çok renkli bir etnik yapıya sahip Kırım yarımadasında vatanlarına dönen Kırım Tatarları sorununun çözülmemesi ve özellikle Viktor Yüşenko döneminde NATO’nun Ukrayna ile ortak tatbikatlarını yarımadada gerçekleştirme teşebbüsleri yarımadayı istikrarsızlaştırmaktadır. Bu husus ise uzun vadede tarih boyunca yarımadaya sahip olan Rusya ile Türkiye (Osmanlı döneminde)’nin de müdahalesine yol açabileceği gibi, Rusya ile Türkiye’yi de karşı karşıya getirme ve tarafların Karadeniz politikalarını tamamen değiştirme tehlikesini taşımaktadır.
 
Sonuç
 
Türkiye ile Rusya’nın Kafkaslar ve Orta Asya coğrafyasında birbirlerini rakip olarak görmesi, Boğazlar meselesi, Rusya’daki Ermeni diasporasının etkinliği, Moskova’nın PKK ve Kıbrıs konusunda vaat ettiği desteği yerine getirmek için acele etemesi gibi hususlar Türk-Rus ilişkilerine zaman zaman gölge düşürse de son yıllarda Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkiler hızla gelişmektedir. Nitekim zamanında Talat Paşa’nın “Bizim Rusya siyasetimiz falan yoktur. Rus elçisi İgnatiev ne derse biz tersini yaparız” şeklindeki sözlerinin yerini TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun “Günümüzde Türk-Rus ilişkilerini Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi sınırlandıracak hiçbir engel kalmamıştır. Türkiye ve Rusya, geçmişte Almanya ve Fransa’nın başardığını başarabilir” şeklindeki sözleri(11) almıştır.
 
Bölgesel ve küresel gelişmeler ile iki ülkenin bu gelişmelere olan bakış açıları, Türkiye ile “Büyük Kuzey Komşu” olarak nitelendirdiği Rusya’yı birbirine yakınlaştırmıştır. “Bavul ticareti” ile başlayan Ankara ile Moskova arasındaki ilişkiler, artık çok yönlü stratejik işbirliği çerçevesinde gelişmektedir. Ancak Türk-Rus ilişkilerinin Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın dile getirdiği “stratejik ortaklık” seviyesine çıkması için tarafların daha uzun mesafe kat etmeleri gerekmektedir.  
(1) XXI. yüzyılın başındaki Rus dış politikası için bkz. Vneşnyaya Politika Rossiyi: Ot Yeltsina k Putinu, yay. haz. S. Kroytsberger-S. Grabovski-Y. Unzer, Kiyev 2002; İlyas Kamalov, Moskova’nın Rövanşı: Putin Dönemi Rus Dış Politikası, Yeditepe Yayınevi, Moskova 2008.
(2) İlyas Kamalov, Putin’in Rusya’sı, KGB’den Devlet Başkanlığına Vladimir Putin, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2004, s. 158.
(3) Mihail Zıgary, “Proekt Putin i Druzya”, Vlasty, Sayı 50, 19 Aralık 2005, s. 28.
(4) Sergey Kulikov, “Moskva Ugodila v Bolgarskiy Kapkan”, Nezavisimaya Gazeta, 30 Temmuz 2009.
(5) İlyas Kamalov, “Türkiye ile Rusya’nın “Enerji”k Dansı Sürüyor”, Yeni Şafak, 8 Ağustos 2009.
(6) İlyas Kamalov, “Kapatmanın Gölgesinde Türk-Rus Yakınlaşması”, Yeni Şafak, 5 Temmuz 2008.
(7) Cenk Başlamış, “Ortak Olalım”, Milliyet, 5 Eylül 2005.
(8) Suat Kınıkoğlu, “Türk-Rus İlişkilerinin Anatomisi”, Avrasya Dosyası, Türk Dünyası-Çin, Sayı 1, 2006, s. 100.
(9) “NATO: Çernomorskiye Protivoreçiya”, 2 Mart 2006, http://www/turtsia.ru/full_news.php?nid=439
(10) Timofey Borisov, “Komu Na Rusi Ne Jity”, Rossiyskaya Gazeta, 8 Ağustos 2006.
(11) Suat Kınıkoğlu, “Türk-Rus İlişkilerinin Anatomisi”, Avrasya Dosyası, Türk Dünyası-Çin, Sayı 1, Ankara 2006, s. 100-105.